2.Cevapsız Sorular

191 27 7
                                    

|Džanum-Teya Dora |
***
İyi okumalar.
***

İnsan acılarını nereye koyardı? Yaşadığı onca anı nereye kaybolmuştu?

Beyninin en ücra köşelerine itelemeye çalıştığı anıları ve yaşanmışlıklarıyla ne yapacağını bilmiyordu.

Geçmişle nasıl baş edecekti, bilmiyordu. Bildiği tek şey onca yükün altında zaman geçtikçe giderek yok olduğuydu.

Bir yağmur damlası olup kaybolmak istiyordu. Bütün dünyayı kirlerinden arındırıp yok olmaktı arzusu.

Ağabeyi, karşısında bütün ihtişamıyla oturmuştu. Yeşil gözlerini dikmiş pür dikkat izliyordu. Az önce Tolga'nın omzuna bir tane geçirip dışarı tabiri caizse kovmuştu.

Levent'in sinirli olduğu her halinden belliydi. Umay, kafasını kaldırıp gözlerine bakmak istedi. "Sen nasıl baş ettin?" Diye sormak istedi. O kadar çok istedi ki bu soruyu sormayı, sanki soru boğazında bir yumru gibi kaldı ve nefes almasını engelledi. Eli boğazına gitti.

Boğuluyordu.

"O kadar mı dayanılmazım senin için Umay?"
Ağabeyinin sesiyle kendine geldi. Ses tonunda bir çaresizlik aradı ama ağabeyi duygularını gizlemeyi yıllar önce öğrenmişti. Belki de aşk öğretmişti ona güçlü olup böyle dimdik durmayı.
O duygunun ne olduğunu bilmiyordu. Bir zamanlar babasının gözlerinde aşkı gören gözleri sonra o aşkın neler yaptırdığını da görmüştü. Hayır istemiyordu. Eğer aşk öyleyse ömrü boyunca bu acı silsilesiyle yaşamayı tercih ederdi.
Babasının hislerinin zalimlikten geçtiğini biliyordu. İyi olan ne varsa hepsini kaybetmiş ya da hiçbir zaman kalbinde barındırmamıştı. Aksi halde bunları yaşamazdı. İyi bir hayatı olurdu. Bir hayatı olurdu.

İnsanlar hastalıklıydı genç kıza göre. İstedikleri şey olmadığında canavara dönüşebiliyorlardı. Örneği ise tam karşısındaydı zaten. Umay merak etti, sonunun nasıl olacağını, bütün bunların ne zaman biteceğini ölesiye merak etti. ‘Cennet diye bir yer varsa annem orada bekliyordur.'

Nazlı bu düşüncelerini görse herhalde tımarhaneye yatırırdı kendisini. Umay bir sonraki seansta bunları Nazlıya söylemeyi aklına yazdı ve düşüncelerinden sıyrıldı.

Ağabeyinin bu saçma sorusuna gülmek istedi. Dilinin ucuna kadar gelmiş onca soru yerini iki kelimeye bırakmıştı.

"B-ben bilmiyorum." Kekelememek için çok çaba sarf etti. Ağabeyinin keskin yüz hatları ve gözlerinin annesine bu denli çok benzeyişi Umay'a yapılmış büyük bir haksızlık gibi geliyordu çünkü kendisi babasının kopyasıydı. Büyük kahverengi gözleri ve sol yanağında ki belirsiz gamzesi adeta 'ben babamın kızıyım 'diye bağırıyordu. Belki de ağabeyinin onu görmek istememesinin başlıca sebeplerden biri budur. Sonuçta ben de katil sayılırım.

"Haklısın bende aynı durumdayım."
Ceketinin cebinden sigara paketini çıkardığında Umay yüzünü buruşturmamak için zor durdu. Sigara kokusu oldu olası nefesini kesiyordu.
Ağabeyi sigarayı dudaklarının arasına alıp çakmakla yaktı ve derin bir nefes alıp dumanı dışarı usulca üfledi. Dumanın yok oluşunu büyük bir hayranlıkla izledi. Keşke kendisinin yok olması da bu denli basit olsaydı.

Umay, Ağabeyinin açıkça onun için dayanılmaz olduğunu söylemesine alınmamıştı çünkü bu durumu  belli ettiği çokça durum olmuştu.

"Tolgayla olan alakasız durumunuzu sonra konuşacağım, şuan daha önemli bir konu için buradayım."

Ayağa kalkıp pencerenin yanına gelip camı açtı. "Apartmandakilerle ya da herhangi biriyle..."

Ağabeyi, Umay’a döndü. Sanki soracağı soruyu sormak istemiyormuş gibi bir hali vardı.

"Bir sorun var mı ?"

Umay anlık bu durumun ne kadar komik olduğunu düşündü. 'Sanki korumalar sana anlık rapor vermiyormuş gibi konuşma çaban...'

"Cevap versene kızım. "Umay kafasını yere eğdi. "Kızım deme demiştim sana."

"Biliyorum hayatınızı mahvettim kızım. “demişti babası çaresizce."Ama ne olur affedin beni, bugün değilse bir gün affedin."

Küçük bedeni bu ağır yükü nasıl kaldıracağını bilmiyordu. Diyebildiği tek şey "Kızım deme bana.” olmuştu.

"Hala mı Umay?” Ağabeyi yanına gelip oturmuştu. Büyük bedeninin yanında ufacık kalmıştı

Ona huzur veren bu ev, Ağabeyinin varlığıyla cehennemden farksızdı şimdi.

"Evet hala.” Elini yumruk yaptı. Ağabeyi sigarasından son bir nefes aldı ."Nazlı'nın yanında içemiyorum şunu ya..."Homurdanıp sigarayı masada duran küllükte söndürdü. Ağabeyinin anlık ruh değişimlerine şaşırmadan edememişti.

'Keşke benim de yanımda içmesen.'

"Her neyse buraya gelmeye hiç niyetim yoktu ama büyük annemizin vasiyetini okuyacak avukatı bütün aileye."

Umay bir kaç ay önce ölen büyük annesine çok üzülmemişti. Onun bir suçunun olmadığını bilse de babasına dair hiçbir şey görmeye tahammülü yoktu .

"Eve gelmene gerek yoktu ."

Ağabeyi iç çekti. “Çok sigara içmeme sebep oluyorsun sen." Bir dal daha çıkardı.

"Geçmişi atlatamayan tek kişi sen değilsin." Sigarayı parmakları arasında döndürdü. Umay ayağa kalkıp camın yanına gitti.

"Ama güçlü durmak zorundasın. Böyle camdan bir bebeğe benziyorsun. Her an kırılacak gibisin ."

Sadece senin annen ölmedi, benim de canım gitti, demişti bir keresinde. Belki de o an paylaştıkları ortak acı Umay'ın ağabeyinden kopmak istemesine sebep olmuştu. Annesini hatırlatıyordu çünkü.

"Sen bu hikayede yoksun bile. "Dedi Umay acımasızca. "Ayrıca o aileyi görmek istemiyorum. Bensiz git."

Ağabeyinin yeşil gözleri bir anda zehirli bir renge dönmüştü sanki ."Bazen keşke hiç olmasaydın diyorum."

Sigarayı masanın üstüne fırlattı ve elini umaya doğru salladı. "Keşke o gün...Her neyse siktir et. "söylediği cümlenin farkına varıp elini yumruk yaptı. Umay dolu gözlerle kararan gökyüzüne baktı.

'Keşke yıldız olsaydım o zaman kimse karışamazdı. Aptal insanoğlu belki umutsuzca beni sahiplenir bir isim bile verirdi, hiçbir zaman bana ulaşamayacağını bile bile. Tanrım eğer varsan bir sonraki hayatımda yıldız olmak istiyorum. ‘

Bencillik mı ediyordu? Bunu hiç düşünmemişti. Belki ağabeyi söylediği sözlere karşılık vermek yerine üzülseydi bunu düşünürdü ama Umay da biliyordu ki her iki tarafta haklıydı.

"Ölmeme izin verseydin o zaman ."

Levent , karşısında nefretle kendine bakan kardeşine bakmak dahi istemiyordu çünkü bu küçük kız çoğu kişinin yapmadığı şeyi yapıyordu, canını yakıyordu. Çok bencilsin kızım, diye düşündü genç adam. Ama annemden kalan tek hatıram sensin.

Umay, Ağabeyinin anlık değişen yüzünde gözlerini gezdirdi. Adam sanki bir suç işlemiş gibi kafasını çevirdi.

"Benim sorumluluğumda olduğun sürece ölmek yok.”

Levent sözünün arkasında durmak istermiş gibi sırtını dikleştirdi.
"Ve ben ölene kadar benden kurtulamazsın."

Umay'ın eli cama gidince ağabeyi yanına gelip kızı arkaya doğru çekmiş ve camı kapatmıştı.

Umay tekrar intihar etmesinden korktuğunu biliyordu. O da istiyordu bunu aslında ama Ağabeyinin ruhuna doladığı zincirler sanki ölüm meleğini ondan uzak tutuyordu.

"Benden nefret ediyorsun. "Umay acıyla güldü."Ama ölmeme de gitmeme de izin vermiyorsun. Neden ?"

Levent ceketini çıkartıp koltuğa attı ve telefonunu eline aldı. “Ergenliğin 21 yaşında bittiğini duymuştum ama seninki uzun sürecek gibi ."

Umay kollarını birbirine bağladı. "Çünkü daha 18 yaşındayım."

Ağabeyi umursuzca elini salladı. "Her neyse işte. Ayrıca o kadar küçük müydün sen ?"

Telefonu kulağına getirdi. "Tolga, Oktay’a söyle beni otele bıraksın koçum birde Nazlı yengenize sevdiği çiçeklerden gönderin. "Umay’a göz ucuyla bakıp konuşmaya devam etti. "Ve bir daha aynı manzarayla karşılaşırsam kendine mezar yeri bakmayı ihmal etme ."

Ağabeyinin açıkça tehdit etmesi Umay'ın sinirine dokunmuştu. İstese de biriyle olamayacak kadar kötü durumda olduğunu biliyordu ama ağabeyinin şu saçmalıklarına katlanamıyordu.

Levent telefonu kapattı. "Avukat özellikle senin gelmeni istedi. Vasiyeti dinler gideriz."

Ağabeyinin ceketini alışını izliyordu. Emrivaki yapma huyundan vazgeçmesi gerekiyordu. “Onları görmeye katlanamam."

"Çocuk gibi davranmayı kes yarın gideceğiz diyorsam gideceğiz. Nazlı da gelecek bizimle ."

Tabii ya o kadınsız bir yere gider miydi hiç. "Nazlı hiç korkmuyor mu cidden? “

Kalbi nasıl parçalara ayrıldıysa ağabeyinin ki de öyle parçalansın hatta yok olsun diye aklındaki zehirli sözcükleri süzgeçten dahi geçirmeden söylemeye devam etti.

Ağabeyi kaşlarını çattı. "Babamızın nasıl biri olduğunu biliyordu. Hiç mi korkmuyor senin de onun gibi olmandan ."

İstediği olmuştu. Sarsılmaz duran adamın gözlerinden geçen acıyı yakalamıştı. Aslında, bunların gerçekliği tartışılırdı. Ebeveyninin kötü olması senin karakterini, yaşamını etkileyemezdi. Yine de bu gerçeği kendine sakladı. Bile isteye kalbini kırdığı adamın birde içini rahatlatmayacaktı.

'Beni bırakmanı söylemişti. Bu sözlerimi duymaya mecbur değilsin bırak işte beni .'

Ağabeyi yanına gelip kolunu sıktı. "Ne dediğini kulağın duyuyor mu senin ?"

Ses vermeyince kolunu sarsmaya devam etti. "Gözlerime bak Umay."

Cevap vermek yerine sustuğunda ağabeyi çenesinden tutup kafasını yukarı kaldırmıştı. Kendi öfkesi, acısıyla karşı karşıyaydı şimdi.
"Bir kadına vuracak kadar aşağılık değilim.”

Cevabına gülmek istedi.  Günler sonra öyle bir kahkaha atası gelmişti ki anlatamazdı. Onun yerine çenesini ellerinden kurtarmış,  hissizce karşılık vermişti. "Ama bana vurmuştun..."

Ağabeyinin cevap veremeyeceğini biliyordu. Yaptığı hatanın hiçbir özrü yoktu. Zaten özür dilediği de yoktu. Peki bunu bekliyor muydu? Hayır. Ağabeyi söz konusu olduğunda beklentiye girmemesi gerektiğini yıllar önce öğrenmişti. “Acımasız olan kişi sensin umay. “

Sigara paketini de aldı. "İşte bu yüzden yalnızsın ve hep böyle kalacaksın. Dilin zehirli  bir kere. Kalbinin de öyle olmasından korkuyorum bazen."

Gözleri dolu dolu güldü yalnızca. Atmaya hazır olduğu kahkahasının yerini gözyaşları almıştı. "Bana katlanamıyorsan bırak."

Ağabeyi  bu isteği ciddiye almayacaktı elbette. Öyle olsaydı şuan bu konuşmayı yapıyor olmazlardı. "Sen benim tutsağım değil kız kardeşimsin ayrıca dedemlerle kalmak istiyorsan söyle hemen ileteyim.  Sana çok meraklılar zaten."

Umay duyduğu sözlerle geri adım attı. Ağabeyine katlanamadığı doğruydu. Sırf bu yüzden çoğu zaman dili zehirliydi ama dedesiyle bir dakika yan yana kalamazdı.

"Bende öyle düşündüm. Her neyse.” Elini salladı.

"Yarın yedi sekiz gibi alırım seni ve o günü unut."

Umay umursuzca "Hangi günü? "diye sordu.

"Sana vurduğum günü ."

+++

Umay, gördüğü sayısız kabustan kan ter içinde uyanabilmişti. Eli alnına gitti.

"Rüya görmekten nefret ediyorum."

Aynada ki yansıması kendine göz kırpıyordu. Saçı başı dağılmıştı. Umursamadı, yeterince derdi vardı. Bugün babasının ailesinin yanına gidecekti. Dedesi, oğlunu ne kadar özlediğini nasıl çöktüğünü söyleyecek ve yine Umay'ın onu görmeye gitmesini isteyecekti. Açıkçası , babasının hangi şehir hapishanesinde olduğunu bile bilmiyordu, bilmek istemiyordu.’ O hala yaşıyor ve annem ölü. Nasıl bir ceza bu ?’

İki amcasından birinin gelmeyeceğini biliyordu. Yıldırım amcası o olaydan sonra kısa süreliğine Umay ve leventi yanlarına alıp babası ve erkek kardeşlerine resti çekmişti. Umay o olay yaşandığında altı ağabeyi ise 16 yaşına yeni girmişti ancak ağabeyi amcasına karşı çıkmış kendi başına üç sene başka bir yerde kalıp ara sıra onu görmeye gelmiş ve 18 yaşına geldiğinde kendisini o evden hiç zorlanmadan almıştı. Zaten Levent tek bir şartla kardeşinin orada kalmasına izin vermişti ancak genç kız bunu hiçbir zaman bilmeyecekti. Tek bildiği ağabeyini bir arabayla sekiz yaşına basmış kardeşini yanına alıp bu eve getirdiğiydi. Ne dayısının ne de başkasının onları görmesine izin vermemişti. 'Minnet mı duymalıyım sana Abi? Beni unutmadığın ve bu eve getirdiğin için teşekkür mü etmeliyim?'

Koskoca üç sene amcasının hayaletiyle büyük bir evde yaşamıştı. O ev ona yuva olmamıştı. Yuvası başka bir yerdeydi ve onla kalmayı reddetmişti.

Yalçın amcası kesinlikle gelecekti. Umay ellerini birbirine kenetledi .

"Zaten üç çocuğum var ve babam fazla yaşlı ben almam bunları."
Umay ağabeyinin elini tutmak istemişti o gün ama ağabeyi yaşadığı şokun etkisinden çıkamamıştı henüz.

"O zaman bizi bırakın gidelim ."
Bütün ailenin vurdumduymaz gözde bekar oğlu gelmiş ve sinirle salonda oturmuş iki kardeşi aralarında mal gibi paylaştırmaya çalışan ailesine bakmıştı.

"Ben alırım onları yanıma."

"Ay sen bekar adamsın bakamazsın küçücük kıza. En iyisi ben alayım. Hem bana yardımcı olur ."

Yalçın amcası karısının kolunu hafifçe sıkmıştı. Genç kadın, kızı hizmetçi gibi kullanmak niyetinde olduğunu açıkça belli etmişti.

"O, size değil bana ait artık ."demişti Ağabeyi. "Sizin yanınızda büyümeyecek."

Gerçekten ikisinin yalnız olması mümkün müydü? Onları dünyaya getiren insanlarla bağları çoktan koymuşken yeniden aile olabilirler miydi? Ağabeyine ilk kez o an umut dolu bakmıştı.  Onu amcasına bırakıp gittiği gün umut dolu bakışına küçük bedeni lanet etmişti. Öğrendiği ilk ders ne olursa olsun umut etmemesi gerektiğiydi.
"Tamam her ikisini de ben alıyorum. Umay ve Uraz gelin amcam. “

Umay kafasını salladı. Anıları her zamanki gibi gözünün önünde istemsizce acımasızca canlanmıştı.

Kararan gökyüzüne baktı. Bütün gece ayakta, evin içinde dönüp durmuş ve uyumamıştı. Günün ilk ışıklarıyla bedeni yorgun düşmüştü. Telefonu komidinin üstünden alıp gelen mesaja tıkladı.

Doktor ona yazmıştı ama doktor kimliği sıfatıyla değil. Yenge sıfatıyla.

Nazlı:  Umay, bugün bende sizinle olacağım ve çok heyecanlıyım tatlım. Umarım güzel bir anı olur üçümüz için. Bir saate seni almaya geleceğiz, ağabeyin benim yanımda şuan 🥹

Ne beklediğini merak etti. Bunun tatlı bir aile tanışması olacağını mı sanıyordu ya da Umay'ın bundan çok mu memnun olacağını?

Kafasını sallayıp saçlarını karıştırdı. Kesinlikle fırsat bulduğu ilk an kaçacaktı.

Umay, Ağabey’inin mesajıyla apartmandan çıkmış onu şemsiyeyle karşılayan keltoş korumaya bakmıştı. "İyi akşamlar Umay Hanım. Buugün size biz eşlik edemeyeceğiz. Zaten Tolga izinli ."

Umay'ın gözleri göz ucuyla etrafı taradı ve gördüğü manzara hiç hoşuna gitmemişti. Ağabeyi arabaya yaslanmış, hevesle ona bir şeyler anlatan sevgilisini gülerek izliyordu.

"Yani diyeceğim o ki kötü söz söylemek bir nevi dönüp dolaşıp san-aaa Umaycığım."

Ağabeyi bu muhteşem anı bozan kardeşine surat ifadesini değiştirerek bakmıştı. Nazlı, sevgilisini bırakıp Umay'a doğru koşar adımlarla gidip direkt sarılmıştı.

Ne çok sarılmayı seviyor bu kadın. Gecen sefer de aynı böyle ahtapot gibi sarılmıştı.

Umay, bir adım geri atıp kuru bir şekilde "Selam ."dedi. Nazlı üzerine mavi bir takım elbise giymişti. Ağabeyi onun yanında fazla sportif kaçıyordu.

"Umay , ne güzel olmuşsun. "Nazlı ince topuklu ayakkabılarıyla adeta sekiyordu. Umay , kendine bakmak istedi bir an. Alt tarafı siyah sweet ve tayt giymişti.

"Ben hiç tayt giymeyi sevmiyorum biliyor musun? Sanki her yerim ortadaymış gibi hissediyorum."

Arabanın yanına geçip, genç kızın kolundan çıktı. "Levent kardeşin çok tatlı olmamış mı ? Bak örgülü saç ne çok yakışmış."

Umay, bu evcilik oyunu oynayan kadın ve ağabeyinden nasıl kurtulacağını düşünmeden edemedi.

"Yavrum bak yağmur yağıyor hadi arabaya geçelim."

Nazlı istediği cevabı alamamanın huzursuzluğuyla ön koltuğa geçmişti.
Herkes arabaya binince Oktay "Güle güle "deyip ortadan kaybolmuştu. Ağabeyi iki korumaya da izin vermişti anlaşılan .

"Aslında bugünün rengine bakmam lazımdı."

Levent arabayı çalıştırmıştı. "Astrolojiyle kafayı bozdun sen.”

Nazlı, telefonunda bir şeyler karıştırıp oflayarak telefonu çantasına attı ."Biliyordum işte bugünün rengi yeşilmiş." Eliyle kendini gösterdi. "Aptal gibi mavi giydim . Ayrıca astroloji bir ilim dalıdır ve gerçek çıkıyor. Bak senin Venüs'ün ikizler ve benden önce fazla çapkındın."

Levent, bu sohbeti kardeşinin yanında yapmak istemediğini Nazlıya bir ara söylemeyi aklına kazımıştı.

Umay çantasına uzanacaktı ki elini alnına vurdu . Çantasını unutmuştu, dolayısıyla kulaklığını da. Telefonu bile yoktu yanında. Kaçma fikri gittikçe imkansız bir hal alıyordu. 'En azından şarkı sayesinde sesleri biraz olsun kesilirdi ‘

"Yavrum, bir yerlerde beni beklediğini bilseydim kimseye pas vermezdim."

Umay, ağabeyinin yaşam dolu sesinin bıçak gibi kalbine battığını hissetti. Ağabeyi, kendisine bir aile bulmuştu bile. O ailenin içinde kendisi  yoktu. Umay yalnızca bir yüktü sırtında.

"Neyse sonuç olarak birbirimizi bulduk.” Nazlı dışarıya baktı.

"Baksana Levent, tanıştığımız gün gibi hava. Fazla kasvetli."

Levent belli belirsiz gülümsemişti.

'Cidden mutlu.'

Umay, burada fazlalık olduğunu hissetti.

'Durdur arabayı.’ demek istedi. 'Size daha fazla katlanamıyorum, mutluluğunuzu görmeye dayanamıyorum.'

Nazlı, Umay’a döndü. "Belki sen de böyle bir havada gerçek aşkı bulursun Umaycığım. Hava adeta ben aşk için buradayım diyor."

"O benden belasını bulmasın yeterli ."

Nazlı, sevgilinin koluna vurmuştu bu sözüyle. Umay gülmeden edemedi.

'Benim kendime bile hayrım yok.'

Ağabeyi, bir alışveriş merkezinin otoparkında durmuştu. "Çok gerekli mi hediye ?"

Nazlı kafasını salladı. "İlk defa gideceğiz levent hem ne alacağımı biliyorum hadi gel benimle."

"Tamam, sende bizi bekle. Sakın kaçayım deme hatta ben arabayı kitliyeyim."

Ağabeyinin sınır tanımaz oluşuna lanet ediyordu içten içe. Bir gün bu arabayı yakarsa sorumlusu oydu.

Nazlı kafasını salladı. "Hayvan mı bu kız arabaya kilitliyorsun levent? Hadi gidelim."

"Umay’ı yeterince tanısaydın böyle demezdin.”
Umay, gülmemek için zor durmuştu. Ağabeyi haklıydı onlar gider gitmez kaçacaktı.

"İtiraz istemiyorum haydi ."

Ağabeyi ve Nazlı arabadan inip el ele gittiklerinde Umay kendini kötü hissetmeye başlamıştı bile.

'Beni getirmeniz hataydı. Sizin peri masalınızda bana yer yok .'

Arabadan inip, kapıyı sertçe kapattı ve kapüşonu kafasına geçirip koşarak kapalı otoparktan çıktı.

'Nereye gideceğimi bilmiyorum ama neyden kaçtığıma eminim.’

+++
Neredeyse yirmi dakikadır yürüyordu ve ses soluk yoktu henüz. Yokluğunu kimsenin fark etmediğine emindi .

Yapayalnız kalabalığın arasında yürüyor ve dolan gözlerine hayret ediyordu.

'Neden bu kadar umurumda mutlu olması’?  Benim gibi ölene kadar mutsuzluğa mahkum mu sanki?'

Yağmur git gide artıyordu. Umay bir apartmanın girişine oturup gözlerini kapattı. 'Yok olmak istiyorum Tanrım.Eğer varsan ve beni duyuyorsan tam zamanı.'

Olanlara inanmak istemiyordu. Ağabeyi her şeyi aşmış gibi duruyordu. Bir ailesi vardı artık. Umay bunu görmüştü. Gözlerinde görmüştü mutluluğu, aşkı, yalnız olmadığını.

"Tolga lütfen biraz daha kal ."

Umay duyduğu tanıdık isimle kafasını kaldırıp etrafına bakındı ancak gözleri ağlamaktan bulanık görüyordu .

"..."

Kalabalık dağılırken kapüşonunu kafasından çıkartıp  ağlamaya devam etti. Ağabeyi onu bulduğunda neler yapacağını tahmin bile edemiyordu ama pişman değildi. Ona gitmek istemediğini söylemişti.

'Şuan sinirden kudurmuş olmalı. Beni zorlamanın bedeli de bu abiciğim.'

"Tanrım ağlamaktan nefret ediyorum."
Burnunu çekti. "Tanrım, yalnız kalmak istemiyorum"

Son sözleri fısıldayarak söylemişti. Gözleri kapalıydı ve sokakta birilerinin kalıp kalmadığını bilmiyordu. Sadece çok üşüyordu.  Yanında birisi varken bu kadar konuşmuyor oluşuna hayret mi etse yoksa üzülse mi bilemiyordu.
Düşünceler içerisine dalmışken üzerine damlayan yağmur damlacıkları bir anda kesilmişti. Bir eliyle gözyaşını silip kafasını kaldırdığında tanıdık telaşlı gözlerini yüzünde gezdirdiğini görmüştü.

"Sen.”
Gelen kişi tolgaydı. İsmini başkasından duyduğunda tek tolga o değildir ya diye düşünmüştü. Keşke şansızlığını gözden kaçırmayıp adamın adını duyar duymaz buradan gitseydi.
Tolga telaşla siyah renkli şemsiyesini üzerinde tutuyordu. Kahverengi gözleri burada ne işi olduğunu sorguluyor olmalıydı.  Yakalanmanın verdiği korkuyla ayağa kalkmış x ellerini göğsüne koyarak itmeye çalışmıştı. Tabii koca cüssesi hareket dahi etmemişti.

"Umay hanım burada ne işiniz var bu saatte."

Umay kimsenin olmadığı bir ara sokakta oturmuş ağlıyordu. İkisinden başka kimsenin olmadığını fark etti.

"Bilmiyorum.”

Ne yapacağını bilmez halde adamı arkasında bırakarak telaşla yola doğru gitti. Tolga korkuyla şemsiyesini bırakıp genç kıza doğru bir adım attı. İkisi de yolun ortasında birbirine bakıyordu ve kavga eden bir çift gibi göründüklerinden habersizlerdi.

"İzin verin sizi eve götüreyim."

Umay kafasını salladı. Tolga üzerine siyah bir deri ceket giymişti ve küçük burnu soğuktan kızarmıştı. Siyah saçları alnını örtüyordu şimdi.

"Hayır Tolga. Oraya gitmek istemiyorum."

Tolga bir adım daha atmıştı. "Anlıyorum Umay hanım ama böyle hasta olacaksınız. En azından kapalı bir yere götüreyim ısınırsınız."

Umay, ağlayarak kafasını tekrar salladı.

"Benim için endişelenmene ihtiyacım yok."Burnunu çekti.

"Görmüyor musun harap olmuş haldeyim. "Ayaklarını küçük bir çocuk gibi yere vurdu. O sıra üzerlerine doğru bir araba geldiğini gören Tolga Umay'ı kendine çekmiş ve kollarının arasına almıştı. Kokusu burnuna dolduğunda ne yapacağını bilemedi. Sıcaklığı çoktan etrafını sarmış, kalp atışını duymaya başlamıştı. Fazla hızlı atıyordu sanki. Buna anlam yüklemedi. Heyecandan olsa gerekti.

Tolga onu son an da kenara çekmişti.

"Korkmayın ben buradayım."

Umay, duyduğu telkin edici sözlerle bir anlık rahatladığını hissetmişti. Bu hissi daha önce yaşadı mı onu bile bildiğinden emin değildi.

Sarıldıkları an hissettiği rahatlamaya ne demeliydi?

"Ne bu haller? Romantik film mı çekiyorsunuz yolun ortasında?"

Umay, duyduğu sesle kafasını çevirdi. Arabasını yolun ortasında duran çifte çarpmaktan son anda durduran sinirli şoför geçen gün gördüğü ela gözlerin sahibiydi.

***

🩷

BANA UNUTMAYI ÖĞRETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin