23-Solgun çiçek

67 9 20
                                    

Not: Rahatsız edici unsurlar vardır, iyi okumalar🩷

***
Öyle bir hayat yaşamıştı ki, cenneti de görmüştü cehennemi de.Bir zamanlar bu sözü karıştırdığı bir kitapta rastgele görmüştü.Şimdi yaşadığı onca olaydan sonra istemeden de olsa tesadüfen gördüğü cümlenin hayatının özeti olduğunu yeni yeni fark ediyordu.

Cennet annesinin şefkatli kollarındayken cehennem ise ağabeyinin dudaklarından çıkan iki kelimede de saklıydı.Yıllardır hiçbir şey demeden ona yapılan onca hakareti onca hüzne boyun eğmiş bir hayalet gibi yaşamıştı.

Annesi hakkında denilen şeylerden elbette ki haberi vardı .Nasıl olmazdı?Kendi öz ailesinde bile bu dedikodular dönerken başkaları iki katını tabi derdi.

Kendi canından kanından insanlar yakmıştı en çok canını haberleri yoktu.Şimdi gençliğinin baharında olması gerekirken neredeyse on senedir annesinin yasını tutuyor, sözde babası olan canavara bir tek kötü söz bile etmiyordu.Zira hak etmiyordu hiçbirini.

Ağabeyi yanında doktor nazlıyla oturdukları yere gelirken derin bir iç çekti.Özge geldiği gibi içeriye girmiş dedesine yaşadıkları olaydan bahsetmemişti bile.

Nazlı'nın topuklu ayakkabıları yine zeminde tok sesler bırakıyordu.Oldu olası böyle ayakkabılardan haz etmezdi.Tolganın duruşunu dikleştirdiğini görünce yanında kim olarak bulunduğunu tekrar merak etti.Bu soru sürekli beynini meşgul etse de ona sormaya cesaret etmemişti.

"Necdet bey başınız sağolsun."

Dedesi kafasını kaldırıp yorgun gözlerle gelenlere bakmış başını sallamıştı sadece.Ağabeyinin sakinliği gözünden kaçmasa da bir şey dememişti.Yaman oturduğu yerden kalkıp ağabeyine selam vermeyi ihmal etmemişti.

"Levent abi hoşgeldiniz, Nazlı yenge sanırım bu hanımefendi?"

Kendisini karşıladığı kadar sıcak karşılamamış hatta mesafeli davranmıştı.Bu durum dikkatini çekse de umursamadı.Daha büyük sorunları vardı.En büyüğü ise özgeydi.Bir türlü izin vermiyordu içeri girmesine.

"Öyle .Bu da amcamın oğlu yaman."

Barışıp barışmadıklarını merak etti.Parmakları her zamanki gibi boş olsa da doktoru gülümseyerek Yaman'ın uzattığı elini kibarca tutup sıkmış bakışlarını üzerine sabitlemişti.

Bu bakışların anlamını çok iyi biliyordu.Ne seansa gitmiş ne de ona ulaşmamıştı.Pişman mıydı?Hayır.Zaten seansların da bir işe yaradığı yoktu.

"Abiciğim sana da sormadım bir şey içer misin diye , istersen söylüyim bizim çocuklara çay falan getirsinler ha?"

Yaman'ın sözleriyle Ağabeyi kaşlarını çatmış,bir hayli gerilmişti.Biri, adamı ondan sevdiği için kıskanırken öbürü de abilik yapmaya çalıştığı için kıskanıyordu.

Levent Gürsoy tam bir ruh hastasıydı.

"Umay çay içmez."dedi ağabeyi kendini belli etmek istermiş gibi.Bir adım öne atılmış yanında dikilen Tolgayı iterek Umay'ın tam yanında kendisi durmaya başlamıştı.

Neyi sevip sevmediğini bilmesi değer verdiği anlamına gelmezdi.İyi bir ağabey olduğu anlamına hele hiç gelmezdi.Gözünü böyle şeylerle boyayamazdı .

Yine de ağabeyinin birden oluşan ilgisi hem canını sıkıyor hem de içinde bir yerlerde hala ona muhtaç olan küçük kızı sevindiriyordu.Kimi dinleyeceğini ne yapacağını bilemiyordu bu yüzden.Tek istediği şey ona zaman vermesiydi.

Zaman her şeyin ilacı degil miydi ?Yıllardır yaralarını iyileştirmek yerine kanatan zamandan yine son kez medet ummuştu.

"Öyle mi?Başka bir şey isterse getirebilirim.Var mı isteğin abiciğim?"

BANA UNUTMAYI ÖĞRETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin