"Derin bir nefes al; çünkü çok ihtiyacın olacak."
Duyduğum cümleyi daha algılayamadan, yüzümü iki eliyle kavradı ve beni kendi ateşinde yakmaya başladı. Demir'in hızlı kalp atışlarına kalbim eşlik ederken aynı ritmi yakalıyor, birbirlerine uyum sağlıyorlardı.
Demir'in ara ara "Nefes al." komutlarıyla nefes almayı zorda olsa hatırlayıp, kısa süreli de olsa ciğerlerimi rahatlatıyordum. Zayıf düşmüş vücudum, kalbimin bu temposunu daha fazla kaldıramayacak ve ben, utancımdan bayılacaktım.
Dudaklarımı savaş vererek, ondan ayırdığımda "Acıdı." diye fısıldadım. Derin nefesler eşliğinde alnını alnıma dayadı. Yanaklarımdaki parmakları yüzümü okşamaya devam ederken konuşmaya başladı.
"Seni çok seviyorum... Beni çok bekletiyorsun ama her şeye fazlasıyla değiyor."
Kalbimin atış hızı daha düşmeden tekrar öpmeye başladığında başını geriye kaldırdı ve dudaklarıma baktı.
"Sanırım seni kanattım."
Baş parmağını dudağımda gezdirip, kontrol etti. Şu an nasıl davranacağımı bile bilemeyecek kadar konudan uzaktım. Normal evli çiftlerin ilk öpücüklerinde nasıl davrandığını bilmiyordum ama şu an ben, yüzümü gizleyip görünmemeyi diliyordum.
"Gözlerime bak."
Ben ne kadar utanıyorsam o, tam tersi çok rahattı. Ellerimi yüzüme götürüp, onun yoğun bakışlarının hedefinde olan yüzümü kapattım. Yönümü kapıya doğru çevirdiğimde istediğim tek şey, bu yoğun duyguyla baş edebilmeyi dilemekti ama Demir, baş edemediğim duygularla onun gözlerine bakmamı istiyor, bunu sözleriyle de hareketleriyle de belli etmeye devam ediyordu. Sağ elini bel boşluğumdan geçirip kolaylıkla beni kendine doğru çekerken hiç zorlanmıyor ve böylece aramızdaki güç farkını daha fazla gözler önüne seriyordu. Çok geçmeden bel boşluğumdaki eli, yanaklarımı kavradığında derin bir iç çekişle beraber ciğerlerine nefesini hapsedip, ardından cümlesini tekrar etti.
"O güzel kahvelerini görmeye ihtiyacım var."
Sesi yumuşacık çıkıyor, sanki kahvelerim olmadan bir hayat süremezmiş gibi hissettiriyordu ama her ne kadar gözlerine bakmayı istesem de derin bakan kahveleriyle buluşmaya cesaretim yoktu; çünkü önceden tatmadığım bu duyguyla baş edemeyip, onun göğsünde çocuk gibi ağlamaktan çok korkuyordum.
Ellerini çeneme götürüp başımı kaldırırken "Şu an utandığını biliyorum ama ben, senin kocanım. Harelerini bile ezberlediğim kahvelerine ihtiyacım var." dedi.
Gözlerim, gözlerine değdiğinde düşmekten korktuğum dipsiz kuyu gözlerine, öylece düşüverdim. İlk defa düştüğüm bir yer canımı acıtmamış, ellerimi, dizlerimi yaralamak yerine, kalbimdeki yerini büyütmüştü. Aşık mıydım? Bilmiyorum ama bu kalp atışlarının, aşka gebe olduğunu çok net bir şekilde anlayabiliyordum.
"Sana aşığım Haniftam. Seni böylesi yaşamışken, bileğin iyileşene kadar sana dokunamayıp, göğsüme saramayacak olmak kesinlikle bana büyük bir sınav olacak."
Sanki yanaklarım yeteri kadar yanmıyormuş gibi söylediği cümlelerle daha fazla yanmasını sağladı. Bu adamın utanıp, susmayacağı ortadaydı ve ben, daha fazlasını duymaya da yaşamaya da hazır değildim. Acıyan dudaklarımla gözlerimi devirip, "İyi ki de dokunamıyorsun Demir ama ben, bunun altında kalmam ve artık bana dokunmaman konusunda elimden geleni yaparım..." dedim.
Önüme dönüp, arabanın üst aynasından yüzüme baktım. Acıyan dudaklarımın nedeni gözle görülüyordu. Şimdi ben, bu dudaklarla nasıl eve gidip, birde insanların içine çıkacaktım? Aynadaki yansımamdan gözlerimi alıp, Demir'e doğru kaşlarımı çatarak baktığımda sırıtarak "Biraz abartmış olabilirim... Tamam tamam çok abartmış olabilirim ama çok lezzetliydiler." deyince sinirle utanç karışımı ufak bir çığlık attım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HANİFTAM (Dağ Çileğim)
Teen Fiction"Seni öldürürüm Demir! Öldürürüm!" "Tabii ki öldürürsün ama sen beni öldürmek yerine, ailene umut olacaksın ve benimle evleneceksin. " Mideme kramplar giriyor, bildiğin kıvranıyordum. Nefesimi yettiremediğim için bir elimle kapıdan destek alırken...