3 gün sonra...
"Oğlum, birkaç gün daha kalsanız olmuyor mu?"
"Çok bile kaldık anne. Amerika ile Türkiye arasında saat farkı olduğu için gece geç saatlerde bile işleri halletmek için telefon trafiğinde oluyorum."
Deren anne ve Demir'in konuşmalarını hepimiz dinlerken iyice sessizleşmiş, ayrılığın acısı şimdiden burnumun direğini sızlatmaya başlamıştı. Daha sevdiklerime doyamadan buradan gidiyordum ve ne zaman döneceğimi bile bilmiyordum. Hele Tuğba ile istediğim gibi bir araya gelemediğim kısmını hatırladıkça içimi kaplayan hüznün daha fazla arttığını hissediyordum. Keşke Trabzon’a giderken ona da söyleseydim; böylece onu biraz daha fazla görürdüm, diye iç geçirirken Demir’in sağ eliyle ellerimi kavradığını fark ettim.
"Lütfen sevgilim, şöyle yapmayı bırak."
Duyduğum cümle ile düşüncelerden sıyrılarak bakışlarımı Demir’e doğru çevirdiğim zaman anlamaz bir ifadeyle "Ne yapmayı bırakayım canım, anlamadım?" diye sordum.
"Üzülüp stres olduğunda tırnak kenarındaki eti soymaya çalışıyorsun."
Farkına varmadan yaptığım hareket, Demir'in kocaman ama sıcacık elleri tarafından engelleniyor, şu an sesinin meskenliğini yapan hüzün, beni üzüyordu… Üzüyordu; ama yine de burada kalmayı canı gönülden istememe engel olmuyordu. Biraz daha gözlerine bakacak olursam ağzımdan hangi cümlenin çıkacağını çok iyi bilen yanım ile bakışlarımı, gözlerinden çekip sıcak elleriyle kavradığı ellerime doğru götürdüm ve işte o an da Demir’in söylediği gerçeği gördüm. Özellikle sol baş parmağımın tırnak kenarı neredeyse kanamak üzereydi.
İçimdeki hüzne inat sesimi olabildiğince düzeltirken istediğim tek şey sevdiğim adamın gözlerindeki hüzünü oradan silmekti.
"Üzülüp stres olduğum için yapmıyorum hayatım, kenarda kalkan deriyi soymak için yapıyorum."
İçinin rahatlaması için kurduğum cümleye harika bir gülüş de eklemiştim ama bu pek etkili olmuşa benzemiyordu; çünkü Demir’in gözlerindeki hüznün daha fazla arttığına şahit oluyordum.
“Yani birazcık yolu gözümde büyüttüğüm için stres yapmış olabilirim ama bu da abartılacak kadar bir stres değil.”
Sağ işaret parmağımı ve baş parmağımı birbirine yakınlaştırarak “Bu kadarcık.” dedim. Demir’in bakışları kısa süreli parmağıma doğru kayıp tekrar beni bulduğunda ise yüzümü daha sevecen bir hale getirerek ekledim.
“Yani mini minicik.”
Yüzümdeki bakışları tekrar parmağıma gittikten kısa süre sonra gözlerindeki hüznü oradan silmekle kalmamış bir de yüzüne sıcak bir gülümseme eklemişti.
“Yani senin kadar.”
Demir’in söylediği cümleye kalabalığın gülme sesi eklendiğinde tam mızmızlanmak için ağzımı aralıyordum ki Demir, kalkmam için elini uzattı.
"Hadi kalk Tuğba, Ferit'in restoranına varmak üzeredir.” Duyduğum cümle ile içimde çikolatadan şelale patlaması yaşanmıştı. Evet evet, ne bir ortanca çiçeği açmıştı ne de içimde kelebekler kanatlanmıştı. Son zamanlarda ağzımın suyunun akmasına vesile olan tatlılar artık heyecanıma veya mutluluğuma ortak olmaya başlamıştı. ”Akşam yemeğini dördümüz yiyeceğiz.” Demir konuştukça gözüme o kadar sevilesi geliyordu ki yanaklarını çikolata şelalesine bandırma isteğim tetikleniyordu ve o konuşmaya devam ettikçe bu isteğim git gide ağır basıyordu. “Geldik geleli işten, güçten, koşturmadan onunla zaman geçiremedin. Eğer seni biraz tanıyorsam uçağa bindiğimizde onunla görüşemediğin için ağlamaya başlayacaksın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HANİFTAM (Dağ Çileğim)
Ficção Adolescente"Seni öldürürüm Demir! Öldürürüm!" "Tabii ki öldürürsün ama sen beni öldürmek yerine, ailene umut olacaksın ve benimle evleneceksin. " Mideme kramplar giriyor, bildiğin kıvranıyordum. Nefesimi yettiremediğim için bir elimle kapıdan destek alırken...