Kahvaltılık malzemeleri sepete koyarken, bir yandan da çayı demliyordum. Pazar kahvaltısının olmazsa olmazı çemeni, pişiyi çoktan hazırlamıştım bile. Giderken sıcacık simidimizi de alırsak, bizden keyiflisi olamazdı. Tabakları sepete yerleştirdiğim sırada, Tuğba yanıma geldi.
"Bugün erkenden kalkıp, bu enfes kahvaltıyı hazırlamanızı, neye borçluyuz Beyza Hanım?"
"Sizin güzelliğinize borçluyuz."
Dün yaşadığım hezimet aklıma geldiğinde sıkkın bir nefesle beraber cümlemi devam ettirdim.
"Birde canımı sıkan şu gıcık adama!"
Hezimete uğramadın Beyza, her şey daha yeni başlıyor. Sen sadece öfkeni diri tut ve kovulana kadar söylediklerinin tersini yapmaya odaklan.
Tuğba'daki bakışlarımı tekrar doğrama tahtasına çevirdim. Salatalıkları keserken kullandığım güç oranı arttığında doğrama tahtasından çıkan ses pekte hayra alamet değildi. Sertçe tahtaya vurduğum bıçak sesini önce Tuğba'nın kahkahası, daha sonrada cümleleri bastırdığında yönümü ona doğru çevirdim.
"Yalnız o tahtadaki Demir Bey değil, salatalık Beyza'cığım. Sinirini nimetten çıkarmak yerine sakin olmayı denemelisin."
Bunu söylerken yüzüne yayılan ifadenin keyif dolu olduğunu gördüm.
Bıçağı ona doğru çevirdiğim sırada "Sinirimi senden çıkarmamı istemiyorsan bence hemen susmalısın" dedim.
Ellerini yukarıya doğru kaldırdı. Tam bir şey söyleyecekti ama vazgeçip, kahkahalar eşliğinde odasına hazırlanmaya gitti.
Bende mutfaktaki hazırlıklarımı bitirdikten sonra üzerime siyah eşofman takımı giydim. Pazar günlerimiz çok eğlenceli geçtiği için hep rahat kıyafetler seçerdik. Tuğba'da bej eşofman takımını giyip, saçını at kuyruğu yapmış şekilde yanıma geldi. Esmer tenine bej rengi çok yakışmış, gözümde onu çok daha tatlı göstermişti. Kahve rengi gözlerini kısarak bana baktığında "Bari renkli bir şal taksaydın, bu ne böyle? Cenaze evine mi gidiyoruz, eğlenmeye mi belli değil." dedi.
Sanırım biz birbirimizi çok sevsekte illa birbirimize takılacak şeyler bulmakta çok iyiydik.
Yüzümü sevimli bir hale getirip "Söz senin için beyaz spor ayakkabılarımı giyecek ve böylece renkleneceğim" dedim. Devrilen gözleriyle "He yaa" diye karşılık verdiğinde bu kızı sinir etmenin bana aşırı derecede keyif verdiğini bir kez daha anladım.
⌛
Denize karşı, kahvaltımızı yaptıktan sonra Tuğba çayını içmeye devam ederken elime kaykayı aldım ve kaymaya başladım. Arkamdan söylenme seslerini ezbere bildiğim için kulaklığımı takıp bir şarkı açarak rüzgarın tenimde bıraktığı güzel hissiyata odaklandım. Sanırım ben en çok rüzgarın vücudumda bıraktığı hissi seviyor ve bunu kaykay yaptığım sürece daha iyi anlıyordum. Tabii yanımda Yavuz Selim olmadığı için eksik hissetsem de artık Mavi Gökyüzüm olmadan kaymaya alışmıştım. Gözlerimi kısa süreli kapatıp yanımda o varmış gibi hissettiğimde dudaklarım istemsiz şekilde yukarıya doğru kıvrılıyor, onunla beraber yaptığım hareketi yapmaktan keyif alıyordum. Tahtanın üzerinde dengemi koruyup kendi etrafımda bir tur attığım zaman Tuğba'nın sesini duymamı kulağımdaki kulaklık bile engellemiyordu.
"Yeter artık kaymayı bırak yoksa düşeceksin!"
Sağ kulağımdaki kulaklığı geriye doğru çektim. Yönümü ona doğru döndürdüğümde endişeli yüz ifadesi ile karşılaştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HANİFTAM (Dağ Çileğim)
Ficção Adolescente"Seni öldürürüm Demir! Öldürürüm!" "Tabii ki öldürürsün ama sen beni öldürmek yerine, ailene umut olacaksın ve benimle evleneceksin. " Mideme kramplar giriyor, bildiğin kıvranıyordum. Nefesimi yettiremediğim için bir elimle kapıdan destek alırken...