Sıkıntılı Bir Hava

486 26 0
                                    


      Leylâ son bir defa Kays ile görüşebilmek için annesinden zar zor izin aldı. Annesi, aslında kızının gitmesini istemiyordu. Çünkü Kays onun sevgisini kazanmış kendine âşık etmişti. Kays'a... ''Biz buradan kısa bir müddet için Basra'ya gitmeyi düşünüyoruz diye ağzından kaçırırsa Kays, buradan gitmekten vaz geçmesi için kızımın aklını çelip onu ikna eder.'' Diye kaygısı vardı. Kızının geri dönmesinden emin olmak için...

     ''Peki kızım! Git! Çabuk gel! Yola çıkmak için bu günden itibaren hazırlık yapmalıyız ki haber gelir gelmez yola çıkalım.''

      Âşıklar her zamanki gibi bahçede buluştular. Sanki yazdan kalma güneşli, çok güzel bir hava vardı. Bir müddet sonra hava birden bire tuhaflaştı. Kısa bir süre içinde beyaz ve parçalı bulut kümeleri yavaş yavaş güneşin ışıklarını maskelemeye başladı. Bulutların ve havanın rengi sarardı. Sanki güneş tutuluyordu. Gerçekte böyle bir olay yoktu. Olmadığı halde insanın içine kasvet çöktü. Bahçede kargaların çıkardığı o kaba sesin dışında bu mevsimde cıvıldaşan kuşlardan hiç eser yoktu. Havada uçuşan bal arıları, çiçekten çiçeğe konan rengarenk kelebekler gözükmüyordu. Durgun suda yüzen ördekler bile bir kenara çekilmiş yüzmüyor, etrafı süzüyorlardı. Yarabbi, ne can sıkıcı bir ortamdı. Bu garip olaylar sanki bir işaret veriyordu. Kays, Leylâ'nın havuzdaki su gibi durgun duruşuna bir türlü anlam veremedi...

      ''Leylâ! Bugün pek keyifli değilsin! Seni dalgın görüyorum.''

      ''Bu son günlerde annemi hep düşünceli ve üzgün görüyorum. Hasta olacağından korkuyorum. Ben o zaman ne yaparım?'' Kays:

      ''Mutlaka bir sebebi vardır.''

       Aslında Leylâ bu sıkıntısının sebebini çok iyi biliyordu. ''Annem Kays ile evlenmemi istemiyor.'' Kays da aynı anda babasının bu evliliğe karşı olduğunu düşünüyordu. Her ikisi de çaresizdi. Çaresizlik ne kötüydü. İkisinin de göz bakışlarında hüzün, keder ve hüsran iç içeydi. Oysa ileriye dönük ne mutlu hülyaları vardı. Kays'a sarılıp her şeyi anlatmayı denedi. Fakat onu da yapamadı. Çünkü canından daha çok sevdiği bu genç adamın üzülmesini hiç mi hiç istemiyordu.

Kays, Leylâ'nın üzgün olduğunun farkındaydı. Sanki o Leylâ gitmiş yerine başka biri gelmişti. ''Leylâ'nın durgunluğunu dağıtmak için yeni doğmuş tayından söz etmenin şimdi tam sırası'' diye düşündü...

      ''Geçen gün yeni doğan siyah tayımın adını misafir koyduğumu sana söylemek için hep aklımdaydı.''

      ''Neden bana söylemedin? Onu kıskanacağımı mı sandın yoksa?''

      ''Hayır! Çünkü senin sevgin ondan daha ağır basıyor. Onu sana anlatmayı çok istiyordum. Ne var ki seni görünce hep unutuyordum.'' Leylâ:

      ''Kalbimdeki sevgini hiç kimse dolduramadığı gibi ucunda ölüm olsa dahi, yerinden söküp atamaz. Sana söz veriyorum. Bunu unutma!''

      ''Leylâ! Şartlar ne olursa olsun ben de seni ölünceye kadar seveceğimi sen de unutma! Buna rağmen umudumuzu asla yitirmeyelim. Atımı ve yeni doğan tayım Misafir'i çok ihmal ettim. Sakıncası yoksa yarın ahıra gitmeyi düşünüyorum.''

      ''Ne sakıncası olabilir ki. Atın da seni özlemiştir.''

       Leylâ, Kays ile buluşmak için bir daha bir araya gelmeyeceği için kendine bir fırsat doğmuştu. Zaten bu son görüşme için annesinden zorla izin almıştı. Aslında hüzünlü bir şekilde Kays'a veda etmek istemiyordu. ''Belki bir daha göremem'' diye buradan ayrılmadan önce benliğine iyice yerleşmesi için gözünün ucuyla sevgili Kays'ın yüzüne doyasıya baktı. Derin bir iç çekti. İçine hüzün çöktü. O anda göğsünde çekilmez bir ağrı hissetti. Kalbinin en derin yerinde hissettiği bu ağrı, ömür boyu beraberinde taşıyacağının bir belirtisiydi.

Kays nereden bilsin ki bu onların son görüşmesi olacaktı. Yoksa mutlulukları için Leylâ'yı alıp buradan uzaklara kaçıp giderdi.

Leylâ kanadı kolu kırılmış bir kuş gibi biçareydi. O kadar doluydu ki bi dokunsan hemen oracıkta ağlayacaktı. Ayrılık vakti gelmişti. Leylâ, son bir defa daha sevgili Kays'a baktı. Üzgün ve titrek sesiyle...

      ''Hoşça kal! Seni çok ama çok seviyorum.'' Dediği gibi oradan ayrıldı.

       O kadar ani oldu ki Kays şaşırdı kaldı. Leylâ'ya 'güle güle' diyemedi. Hatta bir an için şaşkınlığını üstünden atamadı. Leylâ ayrılırken bu güne kadar ona hoşça kal dememişti. Leylâ'nın arkasından bakakaldı. Bütün bir gece hep bu kelimeyi düşündü. Nereden bilsin ki bu kelimenin tam anlamı ayrılık demekti...

                            Kalp incedir kırılmaya gelmez

                             Gönül sevdiyse aman vermez

                            Can bu bedenden çıkmayınca

                            Aşkın inceliğine akıl sır ermez

------------------------------------------------------------------------------------

Kitabın tüm hakları saklıdır. ------------------ Lütfen yorum yapınız!


Herkes Bir Bedel Ödeyecek (KITAP BITTI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin