Ana ile kızını ayrı ayrı atlara bindiren çöl haydutları, Basra'ya doğru yola koyuldular. Kendilerini takip eden var mı diye arada bir arkaya bakıyorlardı. Atlar dörtnala koştukça hızlanıyor, rüzgâr gibi arkalarında toz bulutu bırakıyordu.
Haydutlar geçimlerini kazanmak için hayatlarının bir kısmı çölde at sırtında geçiyordu. Böyle bir yaşantıya alışkınlardı. Gece veya gündüz onlar için hiç fark etmiyordu. Çöldeki yaşama uymak için güçlü ve çevik olmaları gerekiyor. Bu yüzden göbekleri yok denecek kadar azdı.
Acımasız haydutların bakışından korkan ana ile kızın gittikçe endişeleri bir o kadar arttı. Nadima, bunlar bizi satacaklar diye kötü düşünmeye başladı. Bu güne kadar yoksulluk, nice sıkıntılara katlanmıştı. Yağmurdan kaçalım derken doluya tutulmuş halleri vardı. Felaketler peşlerini bırakmıyordu. Artık direnecek kadar gücü kalmamıştı. At sırtına bindiğinden beri bu yolculuk onu sarsmış, korkudan bayılıp attan düşecek diye ödü kopuyordu. Bu acımasız haydutların eline esir düşmüş iler ki günlerde kendilerine neler yapacaklarını düşündü. Bundan sonraki yaşantıları oldukça zor olacağı şimdiden belliydi. Haksız da değildi. Her geçen zaman içinde sinirleri gerildikçe gerildi. Onları bu zorbalardan kurtaracak, koruyacak hiç kimseleri de yoktu. Şu anda çaresizlikten Allah'a sığınmak, yalvarmak en büyük maneviyattı. İçtenlikle dua etti.
Çölün havası gittikçe bunaltıyordu. Yol boyunca ana ve kızına su vermedikleri gibi bir kelime dahi konuşturmadılar. Kamçılanan atlar doludizgin koşuyordu. Hayvanlar terlemeye, yorulmaya ve hızları gittikçe azalmaya başladı. Suya ve dinlenmeye ihtiyaçları vardı. Bir müddet sonra su kuyusuna yaklaşmışlardı, adamlardan biri...
''Dinlenmemiz gerek! Yoksa hayvanlar bu hızla koşmaktan çatlar.'' Bir diğeri...
''Bu kadınların sahipleri bizi yakalamak için mutlaka peşimizden gelecekler. Yola devam edelim.'' Gözleri çukura kaçmış kaba bir Arap şivesiyle konuşan adam...
''Basra'ya az kaldı. Hayvanlar Basra'ya kadar dayanır.''
Beyaz giyimli sol yanağında bıçak izi olan haydutların reisi Salman:
''Kuyuya az kaldı, biraz daha dayanın. Oraya vardığımızda hayvanlar dinlenir ve otlanır, biz de ihtiyaçlarımızı giderdikten hemen sonra yola çıkarız. Kaybedecek vaktimiz yok.''
Nihayet akşama doğru kuyuya vardılar. Ana ile kızın dışında su kuyusuna varan haydutlar bir oh çektiler. Reis Salman:
''İlk önce hayvanlar ve bayanlar daha sonra sizler su içeceksiniz!''
Leylâ annesinin yanına gider gitmez annesine sarıldı...
''Anne! Bu adamlardan çok korkuyorum.''
''Benden de al o kadar. Üst üste gelen beklemediğimiz bu belalar kim bilir bizi nerelere sürükleyecek?''
Bu haydutlar kalpleri taş gibi insanlıktan hiç nasiplerini almamış kötü niyetli ve acımasızlardı. Reis Salman:
''Ne fısıldıyorsunuz? Bundan böyle birbirinize yakın oturmak yok.''
Birbirleriyle konuşmasınlar diye onları ayrı ayrı oturttular. Kuyunun yanı başında ki kurumuş ağacın dallarında dilekleri kabul olsun diye paçavralar asılıydı. Nadima bir bez parçasını ağacın dalına bağlamak istediyse de adamlardan biri ''yerinden kalkma'' diye onu uyardı.
Mola zamanı çok çabuk geçti. Tüm ihtiyaçlar giderilmişti. Her an başka kervanlar buraya gelebilir diye daha fazla beklemelerine gerek yoktu. Bu riski göze almak aptallık olurdu. Bu yüzden gece karanlığına kalmadan bir an önce Basra'da olmak istiyorlardı. Salman:
''Ana ile kız daha fazla sarsılmadan buradan hemen gidelim.''
Bu söz üzerine acımasız haydutlar atlara binip Basra'ya doğru yola koyuldular. Alaca karanlık çökmek üzereyken nihayet Basra'nın cılız ışıkları gözüktü. Basra'ya girdiklerinde akşam ezanı okunuyordu.
Camal ve ailesi kuyu başına vardıklarında haydutlar oradan çoktan ayrılmışlardı. Artık onları yakalamak imkânsızdı. Elham...
''Bunda da bir hayır var. En azından bir şerden kurtulduk. Onlar için dua etmekten başka yapılacak bir şey olmadığına göre burada konaklayalım. Yine de onlar için hem üzülüyor hem de merak ediyorum.''
Haydutlar her zaman ki gibi kaldıkları Haşmet Hana gittiler. Hancı onları tanıyor ve onlardan korkuyordu. Çünkü hepsi silahlı ve zalim kişilerdi. Hizmet karşılığı olan parayı, istedikleri zaman hancıya bir kaç dinar para veriyorlardı. Bazen de hiç para vermeden handan çekip gidiyorlardı. Haydutlar ana ve kızı sağ salim Basra'ya getirdikleri için seviniyor kaç dinar altın paraya satacaklarına dair aralarında tahmin yürüterek kendi hisselerine düşen parayı konuşuyorlardı. Karınları acıkmıştı. Önce ana ile kızı ikinci katta bir odaya kapatıldı. Reis Salman her ihtimale karşı bir adamı kapının önünde nöbetçi koydurdu...
''Salim! Onların hareketlerine dikkat et! Kaçmasınlar diye onlara göz kulak ol! Sakın kadınlara bi zarar gelmesini istemem!'' Salim:
''Reis! Sen hiç merak etme! Dikkat ederim.'' Dedi.
Hanın girişinde yemekhaneye benzer ağaç kütüğünden yapılmış kocaman masalar vardı. Salman, hancı Emin Eshad'a seslendi...
''Karnımız aç! Bize hazırda ne yemek varsa getir! Daha sonra yukarıya da iki kişilik aş götür! Bu arada hayvanların ihtiyacını da unutma!''
Hancıyı sıkı sıkı tembihledi. Bu arada kızıyla baş başa kalan Nadima:
''Kendimi kötü hissediyorum. En sonunda olan oldu. Haydutların eline düştük. Kulağını aç ve beni dinle!''
''Seni dinliyorum anne!''
''Her ne yaptıysam senin iyiliğin için yaptım. Kays'ı sevdiğini çok iyi bildiğim halde onu unutmanı istedim. Bu yüzden cin savar hocanın okuduğu suyu sana bile bile içirdim. Ben böyle olmasını hiç mi hiç istemedim. Beni bağışlamanı istiyorum. Bizi ayırsalar bile aklım fikrim hep sende olacak. Bu duruma rağmen umudunu Allah'tan kesme!''
''Anne! Beni sevdiğini biliyorum. Anneler çocukları için asla kötülük düşünmezler. Gücüm yettiği kadar namusuma halel getirmem.''
Ana kız aç, yorgun ve acınacak bir haldeydi. Acımasız adamların elinde akıbetlerinin ne olacağını düşündükçe kötümser oldular. Bu şartlar altında kurtulmak mümkün değildi. Nadima yola çıkarken ne güzel umutları vardı. Başlarına bu bela gelmeseydi, bir kaç gün sonra kızıyla birlikte Basra'daki ablasına kavuşmuş olacaklardı.
Hancının karısı Kerima, ana ile kızına yemek ve su götürdü. Onları perişan bir halde görünce ne yapacağını şaşırdı. Nadima'nın gözlerinin etrafında oluşan siyah halkalar belirgin olarak görünüyordu. Leylâ'nın yüzü peçesiz saçı başı darmadağındı. Aç olmalarına rağmen gelen yemeğe ellerini sürmek bile istemediler. Yemek getiren kadından yalvarırcasına yardım ister gibi halleri vardı. Kerima onların zor durumda olduklarını sezdi. Fakat yardım edecek durumda değildi. Çünkü bu adamlar vahşi hayvanlar gibi gözlerini hiç kırpmadan adam öldürürlerdi. Handaki bu ilk gecede ana ile kız birbirlerine sarılarak uyumaya çalıştı. Yarın veya yarından sonra akıbetleri ne olacak diye sabaha kadar gözyaşı dökerek uyuyamadılar. Belki de ikisinin bir arada olmalarının son geceleriydi. Anne, kendinden ziyade kızının akıbeti için hem ağlıyor hem de durmadan dua ediyordu.
Kitabın tüm hakları saklıdır. ------------------ Lütfen yorum yapınız!
![](https://img.wattpad.com/cover/74538569-288-k794113.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Herkes Bir Bedel Ödeyecek (KITAP BITTI)
RomanceSevgi kelimesi hiç de yabancı değil bizlere... Bunu herkes çok iyi bilir. Hakkında çok şeyler yazıldı, söylendi... Duygularımı nasıl anlatabilirim diye, ben de bir kaç cümle içimden geldiği gibi ilave etmeden yapamadım. Sevgi, insan...