Şah, güvercinin getirdiği Kays'ın mektubunu okuduktan sonra bayağı sinirlendi. Bu yetmiyormuş gibi bir de çölde kum fırtınasına yakalanan muhafızlar Kays'ı kaybetmişlerdi. Bunu duyan Şah çılgına döndü. Hayatta tek varisi oğlu Kays'ın başına daha bir şey gelmeden onu bulmalıydı. Bu yüzden Basra'ya gitmek için beklemeye hiç tahammülü yoktu. Bu yüzden bir an önce yola çıkması gerekiyordu. Şah'ın emriyle çok kısa bir zamanda gerekli olan her şey hazırlandı. Seçkin muhafızlar yola çıkmak için Şah Abbas'ın vereceği emri bekliyordu.
Her sarayda olduğu gibi mutlaka bir ihbarcı olurdu. Tutuklanan muhafız El Hamid'in yakın akrabası Besim, sarayda Şah'ın öz güvenini kazandığı gün onu özel hizmetine almıştı. Bu adam Şah ve muhafızları iki gün sonra sabah alaca karanlıkta Basra'ya gideceklerine dair aldığı bilgiyi tutuklu üç muhafızın ailesine sızdırdı.
Şah'ın zulmünden halkı kurtarmak için bir fırsat doğdu. Eli silah tutan tutuklu muhafızların ne kadar adamları varsa zalim ve acımasız Şah'a karşı silahlandılar. Çölün ıssız bir yerinde Şah'ı kıstırıp en azından iki veya üç koldan saldırıp onu öldürmek için bir plan yaptılar. Bu durumda Şah'ın işi oldukça zordu. Yola çıkmadan önce kendi uğruna ölecek iyi savaşabilen güçlü ve çevik yedi cesur cengâver(1) seçti.
Şah, hemen her gün gözlerine sürme çekerdi. Bunu alışkanlık haline getirmişti. Tedbir gerekçesiyle her yola çıktığı vakit gözlerine sürme çekmezdi. Tanınmasın diye tıpkı diğer muhafızlar gibi giyinmiş ve silah kuşanmıştı. Uzun ve sıkıcı bir yolculuk olacağını biliyordu. İster istemez oğlu için bu yolculuğa katlanacaktı. Baba olmak kolay değildi. Aklı fikri kısa zamanda oğlu Kays'ı sağ salim bulmaktı.
Sarayın güvenliğini korumak, herhangi bir yabancının içeri girmesini önlemek için iki muhafız, zırhlı elbiseleriyle çift kanatlı sedir ağacından yapılmış saray kapısının giriş ve çıkışında ellerindeki mızrakla çapraz bir şekilde hiç hareket etmeden gece gündüz nöbet tutuyorlardı.
(1)Cengâver : Savaşta iyi dövüşerek kahramanlık gösteren kimse.
Şah, sabahın alaca karanlığında adamlarıyla saray kapısından çıkarken kapı muhafızları hemen mızraklarını düzelterek esas duruşa geçtiler. Uzun bir yolculuk onları bekliyordu. Yolculuk başladı.
Birkaç gün yol aldıktan sonra bir vahaya geldiler. Hafif esen sam yeli kumları yalıyordu. Muhafızlar kısa zamanda keçi kıllarından sıkça örülmüş siyah çadırı iki hurma ağacın arasındaki düzlüğe kurdular. Bir kucak dolusu yeşil hurmanın dalları ağacın gövdesinden sarkıyordu. Hava serinlemiş yorucu yolculuktan sonra onları rehavet sardı. İki kişi nöbetleşerek sabaha kadar nöbet tuttu. Şah'ın emri gereğince ancak bir gece burada dinlendiler.
Ertesi gün şafak vakti çadırları topladıktan sonra yola devam etmek için atlara bindiler. Tam o sırada gözlerinin dışında yüzleri siyah peçeli ondan fazla asiler etrafını sardılar. Kimdi bu adamlar? Niçin, neden önlerine çıkmışlardı? Diye bir anda neye uğradıklarını bilemediler. Şah'ın ne karar vereceğini bekleyen muhafızlar şaşkındı. Yüzleri kapalı adamların kötü niyetli oldukları apaçık ortadaydı. Karşıdan gelecek saldırıya karşı ellerini kılıcın kabzasına doğru götürdüler. Sinirler yay gibi gerilmiş öfkeyle her iki taraf çetin bir çatışmayı bekliyordu. Şah'ı tanıyan asilerden biri hiddetle...
''Biz sayıca sizlerden daha fazlayız. Sizinle savaşmak istemiyoruz. Şah'ı bize teslim edin! Canınızı bağışlayalım.'' Cengâver Bin Nesib:
''Kanımızın son damlasına kadar bu canımız Şah'ımıza feda olsun.''
Bu söz üzerine kılıçlar kınından çekildi. Asiler iki koldan saldırmaya başladı. Bu bir ölüm kalım meselesiydi. Kılıçların çarpışma esnasında çıkardıkları kıvılcımlar, kılıçlara bulaşan kan damlaları havada uçuşuyordu. Asiler gaddarca saldırıyorlardı. Ortalık adeta meydan savaşına döndü. Her iki taraf da ölesiye çarpışıyordu. Nefes nefese kalan atlar, burnundan soluyordu. Korkudan gözleri şaşı olmuş atlar iki ayak üstüne kalkıyor bir sağa bir sola bazen de kendi etrafında dönüyorlardı. Savaş eğitimli muhafızların kılıçlarından çıkan vızıltılar kulakları tırmalıyordu. Nara atanlar, ''ay yandım anam'' diyen, ölüm darbesi alan yaralılar birer birer saf dışı oluyordu. Şah, güçlü kollarıyla kılıcını sallıyor, gözünü hiç kırpmadan kendine güvenen cesur bir savaşçı gibi yaptığı ataklarla karşısındaki adamı bir kılıç boyu kendinden uzak tutarak kılıç darbesine karşı kendini koruyor, çevik hareketleriyle adamın yaptığı hamleyi boşa çıkarıyordu. Kendine özgü bir taktikle kullandığı kılıçla karşısındaki adama yaptığı seri darbelerle ya yaralıyor ya da yere yıkıyordu. Durmadan... ''Vurun canlarım! Bugün bizim ölüm günümüz değil'' diye adamlarını coşturuyordu.
Muhafızlar sadakatle Şah'ın etrafından ayrılmadan canı pahasına dövüşüyorlardı. Gözleri dönmüş asiler de var güçleriyle saldırıyordu. Ağır bir kılıç darbesiyle yaralanan muhafız Bin Nesib yere yıkılırken...
''Adamlar kalabalık, beni bırakın! Kendinizi ve Şah'ımızı kollayın! Allah yardımcımız olsun. Şayet ölürsem ailem size emanet.''
Kan revan içindeki yaralı asiler saf dışı olurken sayıları da gittikçe azalıyordu. Canlarını kurtarmak için birkaç isyancı dövüşmekten vazgeçip kaçtılar. Bin Nesib'in dışında ufak tefek sıyırıklarla savaşı Şah'ın tarafı kazandı. Şah, ağır yaralı asilerden birini konuşturmak istedi...
''Siz kimsiniz? Kimin için savaşıyorsunuz? Neden bize saldırdınız?''
Yaralı adam önce konuşmak istemedi. Şah kılıcını havaya kaldırdı...
''Konuş be adam! Yoksa senin bu son nefesin olacak.'' Yaralı adam...
''Adım Asaf. Şah Abbas denilen zalim adam üç akrabamızı sorgusuz sualsiz zindana atıp ölüme terk etti. Onun için Şah'a baş kaldırdık. Bizi idare eden adam zalim değil, adil ve müşfik olmalıdır.'' Şah:
''Sen Şah Abbas'ı tanıyor musun?''
''Hayır! Ben Şah'ı hiç görmedim. Halkın çoğu Şah'ın acımasız zalimin biri olduğunu söylüyor.''
''O halde, bizim yola çıktığımızı size kim söyledi?''
''Şah'ın sarayındaki Sahab adlı bir köle. Ne olur şimdi beni öldürün! Burada yaralı halimle bu ıssız çölde yalnız başıma bırakmayın!'' Şah:
''Onun da yarasını sarın ve onu sağ bırakın ki acılar içinde cezasını çeksin! Ölüm onun için bir kurtuluş sayılır.''
Ağır yaralı Bin Nesib o gece öldü. Şah ve diğer arkadaşları bayağı üzüldü. Şah imam olarak Bin Nesib'in cenaze namazını kıldı. Onu oracıkta gömdüler. Savaşta hafif yara alan muhafızların yaralarını özel hazırlanmış merhemli bezle sardılar. Şah, herkes hayatta diye onları birer birer kucaklayarak tebrik etti...
''Hepiniz cesur birer savaşçı olduğunuzu kanıtladınız. İşte benim sadık cengâverlerim, beni etkilemeyi başardınız. Sizinle gurur duyuyorum. Kasabaya döndükten sonra sizleri onurlandıracağım.''
Oğlunu bulmak için bir an önce yola çıkmaları gerekiyordu. Savaş yorgunu oldukları halde Şah'ın emriyle yola koyuldular. Kızgın kumların üzerinde yürürken bile Şah Abbas, asilerle yapılan savaş gözünün önüne geldi... 'Her an yaralanabilir veya ölebilirdim. Demek ki daha görecek günüm varmış' diye sevinerek tanrıya şükretti.
-----------------------------------------------------------------------------------
Kitabın tüm hakları saklıdır. --------------- Lütfen yorum yapınız!

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Herkes Bir Bedel Ödeyecek (KITAP BITTI)
RomantizmSevgi kelimesi hiç de yabancı değil bizlere... Bunu herkes çok iyi bilir. Hakkında çok şeyler yazıldı, söylendi... Duygularımı nasıl anlatabilirim diye, ben de bir kaç cümle içimden geldiği gibi ilave etmeden yapamadım. Sevgi, insan...