Kaçırıldığım evde, Batu'yla uyuduğum son gecenin sabahına uyandığımda yüzünü, her bir santimini aklıma kazırcasına doya doya izledim. Derken yine dolan gözlerimin esiri oldum. Mecburen yataktan kalkıp odadan çıktım. Tuvalete girip işlerimi hallettikten sonra aşağı indim. Camda hiçbir korumayı göremeyince meraklanmıştım. Direk kapıyı yokladım. Açılmıştı. Hemen "Batu!" diye bağırarak yukarı koştum. Yatağa atlayıp tekrar "Batu!" diye cırladığımda hızla doğruldu ve etrafına bakındı. Beni görünce "Ne oldu?" diye sorduğunda "Kapı açık, dışarıda da korumalar yok." dedim. "Acaba bizi ayırmaktan vaz mı geçtiler?" diye düşünüyordum. Batu ise yüzünü avuçlayıp "Normaldir güzelim, eve döneceğiz çünkü. Amaçlarına ulaştılar, ayırdılar bizi. Bırakıyorlar şimdi de." dedi. Yüzüm asılmıştı. Tek elini yanağıma koyup okşadı ve "Gidelim mi artık buradan?" diye mırıldandı. Başımı onaylar biçimde sallayıp yataktan kalktım ve dolabın karşısına geçtim. O da kalkıp odadan çıktı. Ben de kot tayt ve beyaz, kısa kollu tişört ayarlayıp giyindim. Ayağıma beyaz Nike Air Force geçirdim ve üstüme de kırmızı yağmurluk alıp kollarını yarıya kadar sıyırdım. O sırada Batu da yanıma geldi ve "Hadi." demesiyle odadan çıktık. Evden de çıktığımızda Batu kapıyı kilitledi. Bana döndüğünde sorgulayan bakışlarımı "Bizim evlerden biri." diyerek yanıtladı. Ben de daha fazla üstelemedim. Arabasına yerleştiğimizde sessiz bir yolculuk geçirerek eve döndük. Ortak eve geçtiğimizde hızlıca yukarı çıkıp eşyalarımı topladım. Batu bu sürede kendini çalışma odasına kapatmıştı ama valizimi zor zar aşağı indirirken arkamdan "Dur dur dur, o kadar da değil!" diyerek yanımda bitti. Elimden valizi alıp aşağı indirdi. Kapının önünde durduk. Yine gözlerim dolmuştu. Batu ellerini yanaklarıma koyup alnıma uzun bir öpücük kondurdu ve gözlerimizi buluşturdu. Kısık sesle "Seni geri alacağım." dediğinde "Boş versene." diye tersledim ve ellerini yüzümden indirip valizi de alarak evden çıktım. Üzüntüm yerini sinire bırakmıştı, evet. Beni bırakmayacağını söylemişti ama sözünde durmamıştı. Ben bir yolunu bulup bu işi halledeceğini düşünürken kolayı seçip beni bırakmıştı. O yüzden kırgındım. Bu düşüncelerle eve vardım ve kendimi yatağıma attım. Bu da koskoca bir haftanın başlangıcıydı.
&
Bir hafta sonunda artık bugün okula gidecektim. Sabah alarmla kalkıp hazırlandım ve evden çıktım. Arabama atlayıp okula gittim. Çete bahçedeki yerindeydi ama ben onlara haber vermeden direk binaya girdim. Elbette kurtulamamıştım. Dolabımdan eşyalarımı alıp sınıfa geçtiğimde kızlar da arkamdan gelmişlerdi. Bana sarılıp "Çok üzgünüz." diye gevelediklerinde onlardan ayrılıp "Konuşmak istemiyorum." diye geçiştirip sırama oturdum. Elif'in "Dışarı!" diye bağırmasıyla beni rahat bırakmayacaklarını anlamıştım. Sınıftakiler göz devire devire sınıftan çıktıklarında onlar da etrafımı sardılar. Konuşma girişimlerinin hepsini reddettim. O sırada "Sıla Keskin okulumuza teşrif etmiş!" diyerek Meriç girdi sınıfa. Çetesi de her zamanki gibi arkasındaydı. Sinirimi atmak için bir fırsat diye düşünerek karşısına dikildiğimde kızlar da arkama yerleştiler. Sırıtarak Batu'nun ona köyde attığı dayağı hatırlatırcasına "Meriç Gürman yediği dayaktan sonra toparlanabilmiş!" dedim onu taklit ederek. Bozulsa da kendini toparlamıştı. "Artık yanında Batu olmadığına göre, biraz daha dikkatli mi konuşsan acaba? Ha bu arada, ayrıldığınızı duydum. Yazık olmuş sana." diyerek piç gülüşünü takındığında dayanamayıp bir tokat savurdum. Başı yana savrulurken kendi çetesi dahil herkesten birer "Ow!" efekti duyuldu. O ise çenesini oynatarak başını tekrar bana çevirdi ve "Bittin kızım sen." diye tıslayıp "Tutun şunu!" emrini verdi. Ben ne olduğunu kestiremeden de Sefa'yla Deniz kollarımdan tuttular. "Bırak be!" diye çırpınmam tabi ki işe yaramıyordu. Bizim kızları da diğerleri tutarken Meriç önüme gelip "Şimdi... Acaba sana ne yapsam?" diye düşünür gibi yaptı. Tamam, hafiften korkmaya başlamıştım. Çünkü bir bakıma haklıydı. Artık yanımda Batu yoktu. Meriç sırıtarak "Aha buldum!" dedi ve parmak şaklattı. "Hani sen bana tokat atmıştın ya, bence ondan başlayalım." dediğinde korksam da yüzümü ifadesiz tutmaya uğraştım ama yüzüme inen sert elle çığlığı basmıştım. Sanırım çenemi kırmıştı. Hissettiğim sızlamayla orta parmağımı dudağıma koyup çektim. Kanıyordu. Başımı kaldırıp tekrar ona baktığımda sesim zor çıkıyor olsa da "Ben hayattan en büyük tokadı yemişim. Bu, canımı acıtır mı sanıyorsun?" diye mırıldandım. Bunun üzerine kahkaha atıp "O zaman... Bir tane daha denemeye ne dersin?" dedi. Kaşlarımı çatıp sözde 'güçlü' pozlarına yatan halimle "Elinden geleni ardına koyma." diye tısladım. Tekrar güldü ve "Hay hay!" diyerek elini kaldırdı. Gözlerimi kapatmış, darbeyi beklerken ondan bir "Ah!" efekti duyulmuştu. Gözlerimi açtığımda biri, kaldırdığı elini tutmuş, bileğini sıkıyordu. Meriç acı çekerken ben elin sahibine odaklanmıştım. Batu'ydu. Meriç dizlerinin üstüne çöktüğünde bir tekme savurup bileğini bıraktı. O sırada çete de diğerlerini etkisiz hale getirmişti. Cansu yine boştaydı ama hiçbir şey yapamıyordu. Batu Meriç'i dövmeye başladığında öylece onu izliyordum. "Ayrıldık diye o kız sahipsiz mi sandın lan sen? Ona dokunan elini kırarım senin! Dokunmayı bırak bir de tokat atmış lan, tokat! O tokatları sokacağım götüne, bekle sen orospu çocuğu! Bırakır mıyım lan ben onu size?" diye bağıra bağıra yumruk atarken hocaların ayırmasıyla durmak zorunda kaldı. Okul müdürü Meriç'le ona "Siz ikiniz, hemen odama!" diye bağırdığında ise kahkaha attı ve "Hiç sanmıyorum." diyip beni de elimden çekiştirerek sınıftan çıktı. Çıkarken başıyla işaret verdiğinden çete de arkamıza takıldı. Ders başladığı için boşalmış olan amfiye geldiğimizde beni oturttu. Dudağıma bakarak "Yiğit git revire, malzeme al." diye emretti. Göz ucuyla baktığımda Zeynep'le beraber revire doğru ilerliyorlardı. Batu dudağımın kenarını okşarken ters bir sesle "Yok bir şeyim." diyerek başımı geri çektim. Elleri havada kaldığında gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Sakinleşmeye çalışıyordu ama işe yaramamıştı. Gözlerini açıp bana baktığı an "Lan ne demek 'Bir şeyim yok.'? Herif tokat atmış sana, tokat! Ne demek 'Bir şeyim yok.'?" diye bağırdı. Sinirlenip ayağa kalktım ve "Senin suçun bu, tamam mı? Eğer beni bırakmasaydın, benim için savaşıp yanımda kalsaydın bunların hiçbiri olamazdı! Ama sen ne yaptın? Kolaya kaçtın ve beni bıraktın! Sence canım acıyor mu Batu? Ha? Acıyor mu sence? Senin terk etmene mi daha çok acıyor, yoksa bu tokada mı? Hangisi ha, hangisi?" diye bağırdım. O ara yanımıza gelen YiğZey çifti de koca gözlerle bize bakıyorlardı. Batu, Yiğit'in elinden malzemeleri alıp yüzüme bakmadan "Otur şuraya." diye tısladı. Histerik bir şekilde gülüp "Bırak ya!" dedim ve tuvalete doğru ilerlemeye başladım. Arkamdan "Ananı sikeyim ya!" diye söylenip "Sıla!" diye bağırarak peşime takıldı. Ona kısa bir bakış atıp "Gelme peşimden!" diye tıslayarak adımlarımı hızlandırdım. "Çok güzel ikna ettin, bravo (!) Ben de duracaktım zaten (!)" diye karşılık verdiğinde göz devirdim. Tuvalete girdiğimde peşimden o da girince "Nasıl olsa içeri gelemez." diye düşünmekte yanıldığımı anlamıştım. "N-Ne yapıyorsun?" diye kekelediğimde sırıtıp "Giremeyeceğim mi sandın?" diye takıldı. Bu sefer kendi geri zekalılığıma göz devirdim. Aynaya döndüğümde dudağımdaki yarayı görüp ofladım. Bir peçete alıp kanı silecekken hissettiğim acıyla yüzümü buruşturarak peçeteyi çektim. Arkamdan gelen oflamadan sonra Batu kolumdan tutup "İnat etme de gel, bakayım şuna." diyerek beni kendine döndürdü. Gözlerim gözleriyle buluştuğunda ağlamak istedim. Sevişi, bakışı, dokunuşu... Her şeyi o kadar güzeldi ki... Ben itiraz etmeden elimden tutup amfiye götürdü tekrar. Çete yoktu. Büyük bir ihtimalle müdür görüp derse yollamıştı. Neyse ki malzemeleri bırakmışlardı. Batu ikimizi de oturtup bir parça pamuk çıkardı ve yavaş hareketlerle, acıtmadan yaramı temizledi. Ben yüzünü incelerken bunu fark edip sırıttı. "Hala seviyorsun değil mi?" diye sorduğunda neşeden uzak bir kahkaha atıp "Şaka mı yapıyorsun?" diye tısladım. İşi bittiğinden gözlerimin içine bakarak "Hayır." dedi. Yine ayaklanıp "Ölüyorum ben be!" diye bağırdım. Malzemeleri toplarken güldü. Başını kaldırıp "O zaman neden benden nefret ediyor gibi davranıyorsun?" diye sordu. O da ayağa kalktığında "Nasıl davranayım? Ayrıldık biz farkında mısın? Sen ayrıldın hatta." dedim. Gülümsemesi anında silindi ve "Mecburdum, söyledim sana. Seni geri alacağımı da söyledim. Ve alacağım. İstiyorsan bir kere daha söylerim. Ne olursa olsun, seni geri alacağım." dedi kararlı ses tonuyla. Sonra "Derse git." diye ekleyip revire doğru ilerlemeye başladı. Ben de arkasından öylece bakakaldım. Bu, benim için bir dejavuydu. Hepinizin aklında merak konusu olan bir soru var biliyorum. Acaba bunlar birbirlerine ne zaman aşık oldular? İşte bu sahne, tam da o sahneydi. Benim Batu'ya tutulduğum sahne. Tabi ufak farklılıklarla...
***Flashback***
Yine dersten atılmak... Hayır, yani, konuşan ben değilim ki burada. Konuşulan benim. Ama benimle konuşan değil, ben atılıyorum dersten! Söylene söylene, bir yandan da "Aman canıma minnet." diye düşünerek amfiye indim. Bir basamağa yayılıp telefonumu çıkardım ve sosyal medyada dolanmaya başladım. O sırada yukarıdan biri "Pişt!" diye seslendi. Başımı kaldırdığımda bizim sınıfın artist bebesi Batu'yu gördüm. Batu Arslan... Her orospu kişiliğin rüyası... Zengin iş adamı Adnan Arslan'ın biricik oğlu, şirketin ve mirasın tek varisi... Yakışıklı, bir o kadar da öküz ve egoist. Emir vermeyi sever. Sürekli barlarda gezer, söylentilere göre tam bir playboydur ve her gün başka bir kızla yatar. İlk duyduğumda "Az yavaş lan, daha kaç yaşında?" demiştim. Şuanki en önemli ayrıntımız ise, ben bu çocuktan hoşlanıyorum. Çok büyük bir şey değil. Havalı tavırları hoşuma gidiyor sadece, o kadar. Öyle ki bana seslendiğinde heyecanlanmıyorum bile. Aaa unutmadan, bir ayrıntı daha... Dersten çıkarılmış olmamdaki neden de o. Benimle konuşan kendisiydi de... Ona boş boş bakıp "Ne var?" dediğimde yanıma indi. "Hallettim ben senin işi." dedi. Anlamadan kaşlarımı çatıp "Hangi işi?" diye sorduğumda da "Hocaya benim konuştuğumu, şimdi de işim olduğu için dışarı çıkacağımı ve seninle konuşabilecek kimsenin olmayacağını söyledim. Kısacası, derse git." diyip çıkış kapısına doğru yürüdü. Arkasından bakakalmıştım. Bana iyilik yapmıştı resmen! Cool bir yürüyüşle okuldan çıktı ve güneş gözlüğünü taktı. Telefonunu çıkartıp birini aradıktan sonra yine cool bir şekilde kulağına götürdü. Telefon tutuşunun bile bir havası vardı. Ulan! Ben resmen tutulmuştum bu çocuğa.
***
İşte... Benim ona tutulma hikayem buydu. Sadece tek bir söz... "Derse git." Aslında gayet de öküzce bir cümleydi ama söyleyenin maşallahı vardı. Hala da öyle... En güzeli de onun, bana aşık olmasıydı.
Batu'dan
Atarlı tavırlar, tripler... Normalde olsa bunların hiçbirini çekmeyecek olan ben, Batu Arslan, kapısında kul köle olmaya razıydım onun. Revire malzemeleri bıraktıktan sonra sınıfa dönmüştüm. İki senedir aynı sınıftaydık ve yan yana oturuyorduk. İlk gün ben oturmuştum yanına. Neden bilmiyorum, kader işte. Oraya oturacağım, onun bana bakıp gülümseyeceği ve benim ona aşık olacağım varmış demek ki. Yine gidip yanına oturdum. Başını koyduğu sıradan kaldırıp kim olduğuma baktığında önce yüzüne bir gülümseme yayıldı yavaşça. Sonra ise bunu fark edip hemen sildi. "Bana bulaşma." diye uyararak başını tekrar sıraya koyduğunda benim için dejavu oldu. Ona tutulma hikayem tam da böyle başlamıştı.
***Flashback***
Sabah yine babamın kafamı attırmasının ardından okula gittim. Ders çoktan başlamıştı ama tabi bunu umursamamıştım. Dinleyen mi vardı? Sınıfa girip en arkadaki yerime geçtim. Yanında oturduğum, daha adını bile bilmediğim kız camdan dışarıyı izlerken başını bana çevirdiğinde hafifçe gülümsedi. O an, ne kadar güzel olduğunu fark etmiştim. Ben de hafif bir sırıtmayla karşılık verdim. Hemen "Yanıma oturdun ama bana bulaşma." diyip başını sıraya yasladı. Bana karşı koyabilmişti. Hem güzeldi, hem de benim için zor lokmaydı. Ama benim elimden hiçbir güzel kız kurtulamazdı ve ben onu da kendime bağlamayı bilirdim.
***
Aklımda canlanan olayla yüzümü buruşturdum. O günden sonra sürekli Sıla'nın dibinde şirinlik yapmıştım. Bir hafta sonra filan da bana açılmıştı. Hedefime ulaşmıştım ama bilmediğim bir şey vardı. Onu aşık edeyim derken ben de ona tutulmuştum. Tabi ben bunu bilmeden yine karaktersizliğimi gösterip o zamanlar bana saplantılı olan Buse'ye çıkma teklifi etmiştim. Sıla o zamandan sonra benimle zor zar konuşmaya başlamıştı. Çıkmaya başladığımız gün ise onu orada gördüğümde yaşamımın anlam kazandığını hissetmiştim. Yerini unuttuğum kalbim, kendini hatırlatmıştı. Bana lazım olan oydu, anlamıştım. Ve almıştım onu. O gün, benim olmuştu. Şuan ayrıydık ama yine benimdi. Bundan sonra da benim kalacaktı.
&
Düzenlenmiştir.
Yayın Tarihi: 10 Haziran 2016
Düzenlenme Tarihi: 19.01.2020
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE ARSLAN (Bir Aşk Hikayesi)
JugendliteraturOnlar, birbirlerini biraz geç buldular. Kız, onu bekleyen hayatın farkında bile değildi. Erkek ise bu hayata doğmuştu ama kaçıyordu ondan. Başlarda her şey normaldi. İki liseli aşıklardı. Hikayelerinin adı klasikti: "Bir Aşk Hikayesi" Sonra ise her...