Bak işte ne dedim? İçimde kötü bir his var demedim mi? Dedim ve haklı çıktım! Her zamanki gibi! Yine, haklı çıktım! Zaten ne dediysem oluyor! Tamam, kabul bazen iyi oluyor, mesela sürekli "Batu'yla elinde sonunda çıkacağız!" diyordum ve şuan çıkıyoruz, ama ne var ki geçen yazdığımda içimde kötü bir his olduğunu söylemişim ve bu da gerçek oldu. Yine tam mutluyum derken o anın içine sıçan biri çıktı! Eski sevgilim Bora... Geldi ve gene beni yerle bir etti! Yine! En son bana bir veda bile etmeden gittiğinde böyle olmuştum. Bugüne kadar kolay kolay kimseye bağlanmamıştım. Bora yüzünden! Tam bağlandım, o da beni reddetti ama şuan iyiyiz o da beni seviyor. Ama karşıma yine Bora çıkıyor! Bora gittikten sonra onu günlerce, haftalarca, belki aylarca bekledim... Belki geri döner diye! Ama o tam hayatım yoluna girmişken dönmeyi tercih etti. Aptal! Bakın anlatıyorum...
Bora'yla güzel bir birlikteliğimiz vardı. Yazın tanışmıştık. "Paris'te aşk başkadır!" lafı benim için "Bodrum'da..." olarak değişmişti. Onunla belki şuan olduğumdan daha da mutluydum. Dönüş zamanı geldiğinde onun da Ankara'da yaşadığını öğrendiğimde çok sevinmiştim. Neredeyse her gün konuşuyorduk. Mesajla da konuşuyorduk ama ikide bir arayıp duruyordu. Çok fazla görüşemiyorduk ama aramızda şehir yoktu. Birkaç sokak, birkaç cadde, birkaç mahalle vardı o kadar. Aynı şehirde olunca istersek buluşabilirdik. O haber vermeden gittiği gün, buluşmak için bir hafta öncesinden sözleşmiştik. Her zaman gittiğimiz parka gittim. Daha zaten buluşmamıza yarım saat vardı. Ama annemin işi olduğu için o saatte bırakmak zorundaydı. Yoksa buluşmaya gidemeyecektim. Onu beklerken pamuk şeker aldım. Yerken de parkta oynayan çocukları izledim. Ne yapayım, başka yapacak bir şey yoktu ki... Bu arada da saatime bakıyordum. Ne zaman ki saat buluşma saatini beş dakika geçti, o zaman içim bir cız etti. Bora değil beş dakika geç gelmek, beş dakika erken bile gelirdi. Belki trafik vardır deyip biraz daha bekledim. Bekledim, bekledim, bekledim... On, on beş, yirmi... Derken dank etti de aradım. Karşıdaki telesekreter "Aradığınız kişiye şuanda ulaşılamıyor. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz..."dediğinde 'Nasıl ya? Eee nerede bu çocuk?' diye düşünmeye başlamıştım. Böyle düşüne düşüne parkın kenarındaki kaldırımda dolaştım durdum. Arada sırada tekrar arıyordum. Tekrar ve tekrar... Arada birkaç tane de mesaj bıraktım. Hem sesli, hem yazılı... Biraz sonra arkamda çalan korna sesiyle sıyrıldım düşüncelerimden ve ona doğru baktım. Annem gelmişti. Arabanın içinden bana bakıyordu. Saate baktım, gerçekten de annemin beni alacağı saatti. Tamı tamına iki saat Bora'yı beklemiştim ve gelmemişti. Arabaya bindiğimde arabada çalan ağlamaklı damar şarkılarına nasıl dayandım bilemiyorum. Eve geldiğimde anneme aç olmadığımı, istersem bir şeyler hazırlayacağımı, bugün odada olmak ve yalnız kalmak istediğimi söyledim. Bana ilk başta tuhaf tuhaf baksa da yüzümden üzgün olduğumu anlamış olacak ki üstelemedi "Tamam." demekle yetindi. O gece odamdan çıkmadım. Saatlerce ağladım. Tekrar tekrar aradım onu. Yine mesajlar attım. Ne cevap verdi, ne bir şey. Bilirsiniz öyle zamanlarda damar müzikler her gencin geleneğidir. Ben de geleneği bozmadım ve müzik açıp fotoğraflarımıza baktım. Ağlamaktan helak olmuştum; dilim damağım kurumuştu ama su içmeye gitmemiştim. Sabahtan beri bir simit, bir pamuk şekerle duruyordum. O yüzden acıkmıştım da.. Ama yine odadan çıkmadım ya da annemden bir şeyler getirmesini istemedim. Çünkü biliyordum ki gözlerim kıpkırmızıydı. Yastığıma yüzümü gömmüş sadece ağlıyordum. Kalbim o kadar çok kırılmıştı ki tamiri çok zordu. Bütün geceyi böyle geçirdim. Sabaha karşı uyuduğumu daha doğrusu sızdığımı hatırlıyorum. Uykumda küçük küçük iç çekiyormuşum. Sabah uyanınca annem odada ne yaptığımı sordu. Babam evde değildi. Rahat konuşuyordu. Çünkü babamın yanında konuşmayacağımı biliyordu. Tam konuyu değiştirmek için bir şey söylediğimde "Yapma!" dedi. Ben de "Ne yapmayayım?" dedim, gülmeye çalışarak.
"Kaçmaya çalışma. Ne oldu anlat."
Tabii ki anlatmadım bir şey. Sadece koşarak odama kapandım ve kapıyı kilitledim. Yüzde bin beş yüz anlamıştı aşk acısı çektiğimi. Ama o hafta sonu bana hiç bulaşmadı. Pazartesi okulda ruh gibiydim. Dersler kafama girmiyordu. Bir hafta boyunca da bu böyle devam etti. İzlediğim dizileri, ödevlerimi unutmuştum sadece eve geldiğimde yemek yiyip odama çekiliyor ve ağlıyordum. Gece bir gibi uyuyabiliyordum. Uykumda sanırım inleyip duruyordum. Çünkü annem en sonunda "Artık toparlanmalısın, uykunda bile ağlıyorsun!" dedi bana. Bu lafı beni utandırmıştı. O gece son kez depresif takılacak sonra eğer onu tekrar görürsem söyleyeceğim sözleri, daha doğrusu saydıracağım küfürleri düşünecektim. Ayrıca numarasını, mesajlaşmalarımızı ve fotoğraflarımızı sildim. Artık yeni bir başlangıç yapıyordum. Yeniden doğmuş gibiydim. Yalnızca kendime bir söz vermiştim; "Bir daha hiçbir erkeğe güvenmeyeceğim!" Ama öyle olmadı işte... Karşıma Batu çıktı. Şuan onu o kadar çok seviyorum ki. Her gün bana attığı komik ama tatlı mesajlara baktıkça "Tam erkeklere güvenmeyeceğim derken bu şapşal nereden çıktı karşıma ya!" diye söyleniyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE ARSLAN (Bir Aşk Hikayesi)
Novela JuvenilOnlar, birbirlerini biraz geç buldular. Kız, onu bekleyen hayatın farkında bile değildi. Erkek ise bu hayata doğmuştu ama kaçıyordu ondan. Başlarda her şey normaldi. İki liseli aşıklardı. Hikayelerinin adı klasikti: "Bir Aşk Hikayesi" Sonra ise her...