18. BÖLÜM

1.5K 94 4
                                    

Medya: Cesaria Evora - Besame Mucho

***

Bisiklet turumuzun ardından, kendimizi Alsancak-Konak arası kordonun gerisindeki yeşilliğin içine attık. Geldiğimiz parkın konumu: karşısında deniz manzarası olmasıyla beraber, ayrıca çay bahçesi ve çeşit çeşit spor aletlerinin de bulunduğu bir yerdi. Bisikleti, çimlerin üzerine yatırdıktan sonra ayakkabılarımızı çıkarıp hafif nemli toprağa bastık. Ozan eline, geçenlerde okuması için ödünç verdiğim Beyoğlu'nun En Güzel Abisi'ni almıştı. Ben de onun telefonundan Besame Mucho'yu açmıştım ve bir kulaklığı onun kulağına, diğerini de kendi kulağıma takmıştım. Son zamanlarda İtalya ile ilgili çok fazla araştırma yapmıştım. Oldukça meraklıydım yeni kültürler konusunda. Ozan da beni destekliyordu hatta iyileştiğimde belki gidebileceğimizi söylemişti.

Sipariş ettiğimiz çay ve Ayvalık tostu geldiğinde, etraftakilere aldırmadan sohbet etmeye, bazen de kahkahalarla gülmeye başladık.

Ozan, dondurma almak için yanımdan ayrıldığında, çantamdaki test kitabımı çıkarıp soru çözmeye başladım. Test kurdu oldum, kafayı yiyeceğim. Hayatım matematikten ibaret resmen! En çok biyolojiyi seviyordum. Hele o çaprazlamalar, mutasyon, genetik, klonlama... Genetik mühendisi mi olsam acaba?

Hava güneşliydi ama öğleden sonrası için oldukça sıcaktı. Biraz da nem vardı sanırsam, oturduğum yerde terlemeye başlamıştım çünkü. Lodos vardı ve sıcak resmen yüzüme çarpıp dağılıyordu. Esmese daha iyiydi aslında.

Ozan, dondurmalarla yanıma geldiğinde hâlime gülerek dondurmasını yemişti. Ama böyle de iyi olmuştu, arada anlamadığım soruları ona sorabiliyordum. Fizik konusunda sağ olsun çok yardımcı oluyordu mühendis bey. Özellikle şu makaralar ve elektrik konusunda...

Bir süre sonra, havanın kararmasıyla beraber, tekrar eve döndük. Bir gün olsun dışarı çıkmak, Ozan'la birlikte vakit geçirebilmek gerçekten çok iyi gelmişti. Evin bunaltıcı havasından beni kurtardığı için müteşekkirdim Ozan'a.

Annem ve babam, akşam yemeği için henüz sofraya oturmamışlardı. Babam, salonda kitabını okuyordu Türk kahvesi eşliğinde. Annemse yemekleri servis tabaklarına yerleştiriyordu. Beni gördüğü anda odama götürdü ve üzerimi değiştirmeme yardımcı oldu.

Salona döndüğümüzde, elimde test kitabımla bana oldukça yumuşak fakat anneme rahatsız edecek kadar sert gelen iki kişilik koltuğa oturdum. Birkaç sayfa test çözdükten sonra, babamın bakışlarını üzerimde hissettim.

"Bir şey mi oldu baba?"

Buğulu gözlerle bana baktı. Şefkat doluydu.

"Sadece... Seni özledim kızım. Bu hâllerini, seninle karşılıklı oturmamızı bile özledim. Yaz tatilinde seni bir yerlere götürmek isterken senin, oturup ders çalışman... Beni mutlu ediyor."

Gülümsedim.

"Sana Ozan'ın beni herhangi bir olumsuz yönde etkilemediğini söylemiştim hatırlarsan. Gördüğün gibi çalışıyorum, çünkü artık bir amacım var."

Bir anda heyecanlandı.

"Ya... Öyle mi? Hangi üniversite hedefin?"

"Üniversite bilmem baba. Benim amacım; Ozan'la birlikte daha iyi bir geleceğimin olması... Onun, arkadaşlarımın ve sizlerin desteğiyle birçok şeyi başaracağıma inanıyorum artık. Fizik tedavi konusunda bile ilerleme kat etmekteyim."

İçtenlikle gülümsedi.

"Sen mutlu ol kızım, iyi yerlere gel bize yeter. Zaten bu yaştan sonra annenle biz bittik. Emeklilik, yaşlılık falan yani... Sakin bir yaşam... Senin ve Çınar'ın mürüvvetini görmeden ölmek istemiyoruz.
Biz, sizin başarınızla gururlanırız yalnızca. Bizi etkileyen başka bir şey olmaz. Çalışmasanız da çalışsanız da biz hep aynı yerde olacağız. Desteğimizi esirgemeyeceğiz tabi fakat okursanız hep kendinize... Kariyer sizin, evlilik sizin, iş sizin... Kısacası: karar sizin meleğim."

Sıkıntıyla gülümsedim. Zaten elimden geleni yapıyorum ama sırf konuşmak için konuşmasalar keşke...

"Elimden gelenin fazlasını yapıyorum baba. Sizi utandırmak da en son yapmak isteyeceğim bir şey," dedim elbisemin eteğiyle oynarken.

"Biliyorum kızım, biliyorum."

"Hadi bakalım, sofraya!"

Annemin hayat kurtaran çağrısıyla ve babamın yardımıyla sofraya oturduk. Abim, bütleri için kütüphanedeydi. Günlerdir uykusuz ve aç bir şekilde kütüphane köşelerinde sabahlıyordu. Evde çalışması için çok dır dır ettim ama kütüphanede elinin altında çok fazla kitap olduğu ve sessiz olduğu için daha verimli çalıştığını söyledi. O yüzden ses etmedik daha fazla.

Ama karşımdaki boş sandalyeye alışmaya çalışmak, yeterince üzülmeme neden oluyordu. Hele annem... Perişan bir hâlde, her lokmasında abimi düşünüyordu. Ona kalsa yemek yemeyecekti ama biz ikna ediyorduk. Abimle normalde günde üç kez konuşuyorsa, artık; yedi, hatta sekiz kez konuşuyordu. Abim de bir şeyler uydurup geçiştiriyordu. Evet, geçiştiriyordu çünkü Ozan, doğru düzgün kütüphaneden çıktığını ve yemek yediğini hiç söylemedi. Her seferinde onu kütüphanede görüyormuş. Kütüphaneye yemek götürmek de yasak olduğu için sürekli unutuyormuş. Bu kadar çok kendini kaptırması bünyesine zarar ama son senesi olduğu için ona da hak veriyorum.

Yemek sonrası, odama çekildim ve balkonumdaki puf minderlere uzanarak yıldızları izlemeye başladım. Odam, binanın arka kısmına yakın olduğu için çok ışık almıyordu. Isı bakımından bir dezavantajdı fakat yıldızları bu sayede çok rahat görebiliyordum. Çünkü önümde koca koca binalar yoktu, aksine; deniz ve palmiyelerle çevrili kordon vardı.

Yıldızların hep, insanoğlu için bir ipucu olduğuna inanmışımdır. Her zaman gökyüzünde olmayışları, sayılarının bazen çok bazen az oluşu, göz kırpar gibi parıldayışları hep dikkatimi çekmiştir. Her seferinde gökyüzüne baktığımda içimden, bu seferki ipucu ne? diye sormaktan alıkoyamıyordum kendimi.

Telefonumun melodisi kulağımı doldurduğunda uzanıp ekrana baktım: Umudum...

"Efendim Ozan?"

Tatlı tatlı konuşmuştum.

"Yarın yine seni kaçırayım mı bir yerlere?"

Güldüm.

"Yarın için bitirmem gereken testler var. Bugün iyi oyaladınız beni. Programımı aksattınız maalesef."

Uzun bir süre sessizlik oldu. Hatta bir an telefon kapandı sandım.

"O zaman... Yarın yanına gelsem olur mu?"

Kitabımın kapağındaki yazılarda el gezdirirken; "Konu anlatırsan... Evet, olur," dedim.

"Tamam. Hayır deseydin, abinin horlamasını dinletecektim sana işkence olarak."

Güldüm ama sonra acıdım.

"Ya... Yine mi uyuyakaldı orada? Kaç gündür yüzünü göremiyorum."

"Ben de sabahlıyorum burada, bana acıyan yok!"

Çocuk gibi mızmızlandı.

"Trip atma hemen, seni daha iki saat önce gördüm. Abimi iki gündür göremiyorum."

Homurdandığını duyunca; "Neyse ben kapatayım o zaman," diyecektim ki; "Bekle! Sana bir şey söylemek istiyorum," dedi bir çırpıda.

"Söyle," dedim. Sesim biraz bıkkın çıkmıştı ama aksine onun sesini duymak için can atıyordum.

"Bundan sonra sabah ilk benim sesimle uyanmak, gece de en son benim sesimi duyup öyle uyumak ister misin?"

İç çektim.

"Kim istemez ki?"

"Pekâlâ. O hâlde, iyi geceler sevgilim."

"Sana da iyi geceler sevgilim."

"Tatlı rüyalar..."

"Sana da..."

Telefonu suratımdaki aptal âşık gülümsememle kapatıp kenara koydum. Yıldızlara bakarak göz kırptım ve kendimi uykunun tatlı kollarına teslim ettim.

RÜZGÂRIN KIZIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin