38. BÖLÜM

933 60 0
                                    

Medya: Mümin Sarıkaya - Ben Yoruldum Hayat

***

Soğuk...

Buz gibi bir suyun yüzeyinde, kollarımı iki yanıma açmış; bekliyordum öylece. Neyi beklediğimi de bilmiyordum aslında. Sadece bekliyordum. Ya da yoruldum da, dinleniyordum. Onu da bilmiyordum. Bilmiyordum.

Saçlarım, suda tel tel dağılmış; ufak kıpırtılarla dalgalanıyordu. Gözlerimi açtığımda suyun renginden daha açık tonda bir gökyüzü beni bekliyordu. Lacivertliğin içerisinde, açık mavi gökyüzüne bakıyordum hasretle. Benim ait olduğum yer neresiydi? Gökyüzü müydü, deniz miydi? Yeryüzü bana fazla acı dolu gelmişti. Kendimi kontrol etmem oldukça güç olmuştu. Nerede olmam gerekiyordu şimdi?

Derin bir nefes verdim. Ya bu bir rüya idi ya da saçma bir hayal daha... Ama kendimi sorgulamama bir nebze de olsa yardımcı oluyordu.

Ben kimdim? Rüzgârın aptal denizi, kollarında asılı kalmış bir kız, her geçen gün yerin dibine gömülmek isteyen bir korkak mıydım? Yoksa daha fazlası var mıydı? Ben niye birine aittim ki? Niye birinin bir şeyi olmak zorundaydım? Neden rüzgârın kızıydım?

Üzerimdeki beyaz uzun elbise, su sayesinde vücuduma yapışmıştı. Ayrıca ağırlık da yapmıştı. Saçlarımı geriye doğru itip gözümden akan yaşların su ile buluşmasına izin verdim. Ben hep böyle mi olacaktım? Bir gün olsun güçlü bir kız profili ruhuma da işlemeyecek miydi?

Gözlerimi yumdum. Ben ne buraya ne de başka bir yere... Hiçbir yere ait değildim. Fazlalıktım sadece. Bu dünyaya sebepsizce gelmiş aptal bir mahlûktum işte! Daha ne gibi bir açıklaması olabilirdi ki?

Kollarımı iki yanımda hareket ettirmeye başladım. Su damlaları tenimde bir yol izlerken, koca göle de kavuşma özlemi içerisindeydi.

Peki ya ben? Son bir defa daha yeni bir başlangıç yapabilir miydim? Rüzgârsız bir kız olabilir miydim? Tutunacak bir dal bulabilir miydim kendime?

Kollarımı kaldırdım ve ellerimi göğe uzattım. Parmak uçlarımdan dirseklerime dek akmaya devam eden su damlaları, sanki daha da soğuk olmaya, içimi titretmeye çalışıyordu.

Ben bu saatten sonra ne bir denizdim, ne de bir aptal... Ben bu saatten sonra; özgürlüğü için, kendisi için savaşacak bir savaşçı olacaktım. İntikam almak gibi bir amacım yoktu ama insanlara bir korkak olmadığımdan çok; birine ihtiyacım olmadığını da göstermem gerekiyordu. 

Ve bu yolda kimseye acımak yoktu. Ne bir kan, ne de bir damla gözyaşı... Güçlü olmak zorunda olan bir savaşçıydım artık. Ve şimdi aşkım için, yürümek için değil; özgürlüğüm için savaşacaktım.

***

Sabahın köründe uyanmıştım. Gereken her şeyi aldıktan sonra koşarak evden çıktım ve caddelerde, sokaklarda saatlerce koştum. Koştukça damarlarımda bir labirent gibi yol izleyen kanın sıcaklığı, ruhuma da dolmuştu.

Koştukça kademe atlar gibi daha da hızlanıyor ve enerji patlaması yaşıyordum. Üniversitenin kampüs kapısının önüne vardığımda durmak ve soluklanmak zorunda kaldım. Bu iş, bugün bitecekti.

Kapıyı güçlükle ittikten sonra öğrenci işleri bölümüne başvurumu yaptım ve gereken belgeleri de teslim ettikten sonra üniversite tarafından dondurduğum kaydımın tekrar kabul edilmesini dört gözle beklemeye başladım.

Kapıdan çıktığım anda, basketbol sahasında top peşinde koşan bir grup sırık erkek ve başlarında düdük öttüren zamparayı gördüm. Koç bu olmalıydı herhâlde.

İşte şimdi hünerlerimi sergileme vaktiydi.

Yere çöktüm ve ayakkabımın bağcıklarını sıkıca bağladım. Basketbol sahasının etrafındaki alan, koşmak için gayet de yeterliydi. Zemin kuruydu ve benim için bir avantajdı.

Önümdeki toprağa, parmak ucumla bir çizgi çektim ve koşma pozisyonumu aldım. Derin bir nefes aldıktan sonra uçarcasına koşmaya başladım. Ciğerlerim patladı, vücudum bir parfüm gibi uçtu gitti ama yüreğim hâlen daha özgürlükle yanıp tutuşuyordu.

Parkurda beş kez tempolu koştuktan sonra sıçradım ve kendimi yere atıp derin derin nefes almaya başladım.

Güneş, gözümü delip geçerken bir elin gölgesi, güneşi görüş alanımdan çıkardı.

Uzatılan eli sıkıca kavrayıp kendimi yukarı çektim. Ayağa kalktığımda sahadaki düdüklüyü karşımda capcanlı olarak gördüm.

"İyi çıkıştı. Havaya tokat gibi çarpmaktansa, pist üzerinden uçuşa geçen bir uçak gibi uçtun. Yeni misin?"

Derin bir nefes aldım son kez.

"Sayılır... Az önce gerekli belgeleri teslim ettim ama üniversite tarafından kabul edilir miyim, bilmiyorum."

"O işi oldu bil. Yalnız... Duruşunda ve nefes alışverişinin kontrolünde sıkıntılar yaşadığın belli... Pazartesi sabah sekizde spor odasına gel. İdmanlar için gerekli programı anlatacağım."

Gülümsedim.

"Teşekkürler Koç."

Durup bana tekrar döndü.

"Bu arada adın?"

"Alara Şensoy."

"Ege Üniversitesi'ne hoş geldin Alara Şensoy. Pazartesi dediğim saatte bekliyorum."

Gülümseyerek yanımdan ayrıldığında kahkaha atmamak için kendimi zor tutmuştum. Daha resmi olarak üniversiteli olmadan koçun dikkatini çekmiştim.

Sevinçle zıplayarak kampüsten çıktım ve itmekte güç çektiğim kapıyı, neredeyse tek parmağımla ittim.

Bunun üzerine bir kutlama fena olmazdı. Yalnız başıma, üniversiteli oluşumu kutlayacaktım. Şaka gibi...

Zaten hayat, sürprizlerle dolu değil mi? Bir gün ağlarken öteki gün gülmemizi başka nasıl açıklayabiliriz ki? Hayat işte... Bazen iyi oynar, bazen kötü... Bugün iyi günümdü, ya yarın? Yarın ağlayan ben mi olacaktım yoksa bir başkası mı?

İşte hayat aslında bu yüzden güzel: Yarının ne olacağını bilmiyoruz ama cimrilikle karışık bir özgüvenle nefes almaya devam ediyoruz. Hayata göre oynuyoruz. Ne bir haksızlık söz konusu, ne de bir faul... Her şey olması gerektiği gibi... Her şey bir gün daha nefes almak için... Her şey...

RÜZGÂRIN KIZIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin