Medya: Christina Grimmie - Cliché
***
Alnıma düşen saç tutamına öfke ile karışık bir yorgunlukla üfledim. Ama sabahtan beri oradan oraya koşturduğum için sucuk gibi terlemiştim.
Oteldeki ikinci haftam, pek de iç açıcı değildi. Sabah kahvaltısının ardından çoğu bulaşık işi bana kalmıştı. Tabakları dizerken, kırmamak için çaba göstermeye devam ederken, az kalsın stresten titrediğim için kıracaktım. Nasıl bir çelişkiydi bu böyle?
Öğle yemeğinin ardından topladığım bulaşıkları yıkadıktan sonra derin bir oh çektim ve sandalyeye yığıldım kaldım. Şimdi herkes, güneş tam tepede olduğu için berbat kokulu güneş kremlerini, güneş yağlarını ciltlerine yedirmiş ve pişmeye hazır tavuk gibi şezlonglara kurulmuşlardı. Bense burada amele gibi koşuşturuyordum misafirlerimizi memnun edebilmek için. Ne zormuş otelde çalışmak!
Aşçılar, akşam yemeği hazırlıklarına başladıklarında Didem ile dışarı çıkmıştık. Bir sigara molası için taklalar atmaya bile razı olduğu, yüzündeki o hoşnut olmayan ifadeden apaçık belliydi.
Didem, seneye başlayacağı üniversitesi için okul harçlığı çıkarmak amacıyla otelde çalışmaya başlamıştı. Bodrum'un en düzgün ve en temiz otellerinden biriymiş aslında Tarık Bey'in oteli. Normalde otelde çok bulunmazmış Tarık Bey ama son günlerde sürekli misafirlerle ilgileniyor, denize giriyor ve bizlerle sohbet ediyordu. Patronun hasıydı işte!
Didem, sigarası ile cayır cayır yanan alevi kavuşturunca anında gri bir duman sardı etrafımızı. Giydiği ayakkabıları çıkarıp ayaklarını ovuştururken bir yandan da sigarasını tüttürüyordu.
"Bütün işler bizde! Aşçılar olmasa yemeği bile biz yapacağız. Bu nasıl iştir? Getir götürler değil mi bizim işimiz? Peki, neden bulaşık yıkıyor, odaları temizliyor ve el âlemle ilgileniyoruz? Hayır, bahşiş desen yok. İzin desen, o da yok. O yok, bu yok! Zehir zıkkım oldu bu yaz bana!"
İsyankâr Didem geri döndüğünde ise yalnızca gülümseyip başımla onaylamak kalırdı bana. Şimdi de aynen böyle olacaktı. Aha şuraya yazıyorum, üstüne garantisini de veriyorum!
Zeynep ile sabah konuşmuştuk. İzmir'de her şeyin yolunda olduğunu ve daha pes etmediğime şaşırdığını söylemişti. Ben de gülüp zor kadını oynamanın keyif verdiğini söylemiştim açık açık. Ve daha sonra da Cemre ile konuştum. Ona bir veda bile etmeden basıp gittiğim için ilk başta çok naz yaptı ama daha sonra beni affetti. Ona Bodrum'da bir süreliğine bir arkadaşımın yanında kalacağımı söyledim. Yalan da olsa daha fazla insanları telaşlandırmak istemiyordum. Bir kez de annemle konuştum. Ona da Zeynep'le birlikte olduğumu söyledim ve Derin abinin işleri çıktığı için apar topar gitmesi gerektiği için vedalaşamadığıyla ilgili bir yalan uydurdum. Günah defterim oldukça kabarmıştı ancak yapabileceğim bir şey yoktu.
Evet, tatil yapmıyordum. Evet, ayaklarım su topluyor hatta yürüyemiyordum ama mutluydum. Huzurluydum ve güvendeydim. Daha ne isteyebilirdim ki?
"Bu arada, otele bir kafilenin geleceğini duydum. Bu yılki yüzme yarışlarına katılan sporcular için, bayağı hazırlık yapacak gibiyiz."
Didem'in söyledikleri pek de umurumda değildi. Çünkü işime alışmaya başlamıştım ve benim için hiçbir müşteri ayrıcalıklı değildi. Hepsine aynı muameleyi sergiliyor ve elimden geldiğince yardımcı oluyordum. Müşteri memnuniyeti öncelikliydi sonuçta. Ayrıca Tarık Bey'i de utandırmamak gerekiyordu. Yani, ben öyle düşünüyordum.
"İzbandut gibi herifler gelip geçecek önümüzden, biz de aval aval bakacağız. Şaka gibi! Gerçekten, onların sevgililerinin yerinde olmayı her şeyden çok isterdim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜZGÂRIN KIZI
Teen Fiction"Biz seninle rüzgârla deniz gibiyiz o hâlde." "Deniz rüzgâra âşık. Rüzgâr da denize... Deniz olmasa rüzgâr esmez, rüzgâr olmasa deniz köpürmez. Bir bütünü oluşturur ikisi. Farkında olmadan, birbirlerine, aşklarını bu yolla anlatırlar hâlbuki." "Ben...