Medya: Carlos Gardel - Por Una Cabeza
***
"Biliyor musun sevgilim; sen her gece rahat yatağında rahatça uyurken benim, geceleri rüyalarıma gireceksin diye korkudan uyuyamadığımı...
Biliyor musun sevgilim; seni düşünürken okuduğum kitabın her kelimesinde seni düşündüğüm için aynı cümleleri defalarca kez okuduğumu...
Biliyor musun sevgilim; fotoğraflarımıza bakarken, gözyaşlarım ıslatmasın diye ağlamamak için kendimi ne kadar zor tuttuğumu...
Biliyor musun sevgilim; seni hayal ettiğim için her seferinde kahvemi soğuttuğumu...
Bilmiyorsun tabi, umursamıyorsun çünkü. Seni ne kadar çok özlediğimi de bilmediğin gibi sen de beni özlemiyorsun. Çünkü senin yüreğinde bana ait bir yer kalmamış artık. Beni bir kâğıt parçası gibi buruşturup bir kenara fırlatmayı marifet bilmişsin. Belki bu satırlar çok ağır kaçacak senin gibi bir adama ama artık içimde bir yerlerde, senin olman bana ağır gelmeye başladı. Sensizliğe doğru sessiz adımlarla devam etmeye..."
***
Uğuldayan kulaklarım, artık bir şeyleri duymaya tövbe etmiş gibiydi. Ağaç dallarına doğru esen rüzgâr, her bir dalı sahiplenmiş olan yaprağı yuvasından çekip koparıyordu. Havada süzülen balçık rengine bürünmüş yapraklar, ayaklarımın dibine bir tüy hafifliğinde dokunuyor ve olduğu yerde duruyordu.
Sessizliğe karışmış baykuşların o ölüm çağrısı yapan sesleri, ortaya bir senfoni orkestrası çıkarıyordu. Her bir hava taneciğinde titreşen bu sinir bozucu ses, yavaş yavaş kulağıma ulaşmayı başarıyordu.
Gözlerimi yumdum. Yeni bir başlangıç benim için: sonucunu aldığı hâlde, inatla, bir şeyleri değiştirmek için uğraşan biri gibi hissettiriyordu. Yani, yoruyordu...
Gözlerimi nihayetinde açtığımda, gün, henüz ağarıyordu. Sabah ezanı bile henüz okunmamıştı.
Barbaros'un evinden ayrılırken, tam yavaş adımlarla merdivenleri inerken arkadan gelen tiz bir ses, sanki fareli köyün kavalcısı, fareleri hipnotize etmiş gibi beni de durdurmuştu.
Arkama döndüğümde çalmaya devam etti. Arada verdiği derin nefesler ile farklı bir hava katıyordu ortama.
Parça bittiğinde yine kemanı yavaşça ve ağır bir şekilde bıraktı.
Yine parçanın ismini sorduğumda susmayı yeğledi. Derin bir iç çektiğimde ise; "Özgürlük..." diye mırıldandı.
Yavaşça başımı sallayıp kapıyı açtığımda bu sefer de ben durdum.
"Peki ya sen, biliyor musun özgürlükle kanat çırpmaya özlem duyan kanadı kırık kuşun hikâyesini?"
Susmaya devam ettiğinde ben devam ettim bu kez.
"Kanadı kırık kuş, defalarca uçmak için çırpınmış ama sonuç hep aynıymış. Bir gün kuş, artık her şeyin boş olduğunu düşünmüş ve pes etmiş. Ama içindeki bir şey ona pes etmemesi gerektiğini ve özgürlüğün bir gün mutlaka ulaşılmaz olmaktan çıkacağını fısıldamış. Ve kuş denemeye devam etmiş; bazen canı yanmış, bazen yine umutsuzluğa kapılmış ama sonunda başarmış. Uçmuş, uçmuş, uçmuş ve durup düşünmüş. Yanında onu destekleyen hiç kimse olmadığı hâlde başarmıştı. Ve uçarken demiş ki: "Zirvede hep yalnızsındır. Özgür olsan bile..." Her kanat çırpışında da yaşadıkları aklına gelmeye devam etmiş."
Derin bir nefes aldığında bu sefer gülümsemişti.
"Bu hikâye için bir beste yapacağım."
"Ama dinlemek için bekleyemeyeceğim." diye fısıldadım. Anlayışla başını salladı.
Yavaş adımlarla salondaki çift kişilik koltukta sahipsizce duran çantamı aldım ve yürümekten lekelenmiş beyaz ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Son bir kez pencereden gözüken siluete baktım ve kapıyı çekip çıktım.
Sonbaharın gelişinin habercisi olan soluk yapraklar, sokakta uçuşup dururken üzerimdeki hırkaya daha da sarındım.
Ayaklarımı sürüye sürüye kaç sokak, kaç cadde geride bıraktım bilmeden otogara ulaşmıştım.
Önce Amerika, sonra Didim, sonra da İzmir... Peki ya şimdi sırada neresi vardı?
Görevli bayana yorgunca gülümsedim ve "Bodrum için bir bilet lütfen," diye fısıldadım. Biletimi uzatırken ben de parayı uzattım ve on dakika sonra hareket edecek olan otobüsü beklemeye başladım.
Şoför, motoru ağır ağır çalıştırdığında yavaş adımlarla muavinin yanına gittim ve biletimi gösterip yerime oturdum. İzmir'ime son bir kez daha baktım. Bir kez daha terk ediyordum onu ama benim için kapılarını bir daha açar mıydı, bilemezdim.
Otobüs, hareket etmeye başlayınca arkama yaslandım ve gecenin karanlığında yitip giden İzmir'ime yorgun gözlerle boş boş baktım. Sessiz sedasız bir vedaydı bu. Hem de en ağırından bir veda...
Hayır, hayır. Yeni bir başlangıç yapmıyordum. Kaçıyordum. Çünkü ben kaçmaya mahkûmdum. Ebediyete dek, kaçacaktım, korkak olarak kalacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜZGÂRIN KIZI
Teen Fiction"Biz seninle rüzgârla deniz gibiyiz o hâlde." "Deniz rüzgâra âşık. Rüzgâr da denize... Deniz olmasa rüzgâr esmez, rüzgâr olmasa deniz köpürmez. Bir bütünü oluşturur ikisi. Farkında olmadan, birbirlerine, aşklarını bu yolla anlatırlar hâlbuki." "Ben...