VEDA

2.8K 92 15
                                        

Medya: Deep Purple - Soldier of Fortune

***

On yıl sonra:

Elbette belli bir zaman geçmişti her şeyin üzerinden. "Peki ya neden on yıl?" diye soracak olursanız: Ozan'sız bir on yıl geçiremediğimin ispatı olsun diye.

Ve işte, İzmir'deydim. Ait olduğum yerde...

Oturduğum koltuktan isteksizce kalktım ve etrafıma yorgun gözlerle bakınmaya başladım. Her şey yerli yerindeydi fakat gözüme oldukça dağınık gelmesinin sebebini hâlen daha çözebilmiş değildim. Oysa, dün gece Ozan ile birlikte koltukları ve beyaz eşyaları odalara yerleştirirken çok fazla yorulmuştuk. Yeni evime alışmak zor olacaktı. Ama ailemden veya Ozan'dan uzakta değildim artık. Bu bile içimi huzurla dolduruyordu.

Çıplak ayaklarımın zeminde çıkardığı çiğ et sesi, hiç rahatsız etmemişti kulaklarımı. Boynumu kıtlattım. Antrenmanlar yüzünden vücudum epey bir gerilmişti. Kas gevşetici alsam iyi olacaktı.

Sırayla uyku sersemi halimle odaları gözden geçirmeye başladım. Gayet güzel olmuştu evimiz ama daha açılması gereken tonlarca koli vardı. Bende de, yeteri kadar enerji kalmamıştı dolayısıyla evimiz hala daha dağınıktı. Evet, evimiz... Ozan'la ortaklaşa aldık bu evi sırf ileride evlenirsek şimdiden alışalım ve pozitif enerjimizi yayalım diye. Bir haftadır da yerleştirme işleriyle uğraşıyorduk tabi. O yüzden de bulduğumuz koltuklara kıvrılıp yatıyorduk. Zaten yorgunluktan kütük gibi uyuyorduk. İtirazım da yoktu Ozan yanımda olduğu için.

Evde yankılanan tek ses, attığım adımlarımla nefes alış-veriş sesimdi. Neredeyse boş olan salonda eve doğru seslendim.

"Ozan!"

Ses yoktu, ya evde değildi ya da uyuyordu. Odaları bir kez daha dolaşma fikri çok da cazip gelmediği için seslenmeye devam ettim. Fakat ses yoktu ve iyice tedirgin olmuştum.

Çalan zilin sesi, olduğum yerde ürpermeme neden olurken yavaş adımlarla kapıyı açmaya gitmiştim. Karşımdaki o eskiden sokak sokak gezen ve postaları bizzat kendi eliyle, o güzel Türkçesi ile dağıtan bir postacı beklerken; kapısının önünde sarı motosikleti ve mavi kıyafeti ile şirinleri andıran tuhaflığıyla karşımda duran şahsa baktım.

"Alara Şensoy?"

Açık olan ağzımı kapatıp boğazımı temizledim.

"Buyurun, benim?"

"Bir evrakınız var. Şurayı imzalarsanız..."

Gösterdiği boş alana örümcek ağını andıran ve hiçbir zaman için düzeltemediğim imzamı attım. Postacı tiksinmeseydi bari. Gerçi, hiç de postacı tipi yoktu bu adamda. Beni işletiyor olmasın?

Üzerini süzdüğüm esnada çantasından çıkardığı evrağı elime tutuşturup iyi günler diledi. Cevap vermeden kapıyı kapattım ve salona doğru ilerlerken zarf açacağı ile zarfı açmaya çalıştım.

İçinden çıkan kar beyazı rengindeki kâğıda sebepsizce umutla baktım.

Kâğıdın başından gözüken o kocaman başlık, mutlulukla doldurdu içimi: "Türkiye Atletizm Federasyonu'ndan Sayın Alara Şensoy'a..."

Altta yazan ve gözümün önünde dans eden kelimeler resmen kurtuluşumun kapısını aralamıştı.

Türkiye Atletizm Federasyonu'ndan uzun zamandır Rio'daki olimpiyatlar için bu mektubu bekliyordum. Yaptırmış olduğum tahliller doğrultusunda herhangi bir kusur bulunamamış ve olimpiyatların önü, kapıları bana ardına kadar açılmıştı.

Zaferle gülümsediğimde ise kapıdan gelen anahtar sesi, mutluluğumu iki katına çıkarmıştı.

Ozan, anlamsızca yüzüme bakarken elindeki ekmek ve gazete dolu poşeti masaya koydu. Elimdeki kâğıdı sevinç içerisinde sallayıp; "Onaylandı!" diye çığlık attım.

Neşeyle gülümserken kollarını iki yanına açmıştı. Meleğim, kanatlarını açmış; yüreğini bekliyordu o soğuk boşluğu ısıtmak ve doldurmak için.

Kollarımı sırtına doladığımda çenesini başıma dayadı ve güldü. Değişik bir güne, değişik bir şekilde uyanmıştım.

Hemen yanında duran koli, ilgimi çektiğinde eğilip üzerindeki şerit gibi yapıştırılmış bandı elimdeki bıçakla parçaladım ve koliyi açtım.

Ben Ozan'a inanamazca bakarken o, alayla sırıtmaya devam ediyordu.

"Annen, bu koliyi temizlik yaparken dolabının gerisinde bulmuş. Benimle ilgili olan kötü anılarını barındırmasına rağmen kutu epeyce temizdi. Tozlanmamış veya parçalanmamıştı. Şaşırdım ama senin bu koliyi oradan çıkarıp yere koyduğunu ve ağlayan gözlerle içindekileri çıkardığını, gülümsediğini ve bana defalarca kez saydırdığını hayal ettim."

Sulu gözlerimi elimin tersi ile silip gülümsedim.

"Evet, tahmininde haklısın. Beni her gün ağlatan adam, yine ağlatmayı başardı."

Alayla gülümseyen suratı muzip bir ifadeye bürünürken; "O hâlde, hazır ağlamışken, ben de sürprizimi paylaşayım," dedi ballandıra ballandıra.

Daha ne kadar ağlayacağımdan habersiz bir şekilde pembe tonuna bürünmüş suratını süzdüm: Kahveleri, yıldızlar gibi parıl parıldı. Elini cebine attı ve küçük mavi kutuyu çıkardı. Kutunun kapağını açtığında gözlerine baktım ve dolu dolu olan kahvelerinin, umutla parladığına şahit oldum.

"Özgürlük nedir bilir misin? Özgürlük, yaşamaktır. Özgür olmak, insan olmak, umutlu olmaktır. Başarmaktır, acı çekmektir. Mücadele etmektir, pes etmektir.

Ben, bu hayatta özgürlüğü sen olarak tanımladım. Seni ilk gördüğüm anda sendeki o ışığı gördüm. Gözlerin, sesin, gülüşün, zarafetin, cesaretin, masumiyetin... Ben seni kendimde buldum.

Nasıl, güneşle ay olmadan, mevsimler olmadan, deniz ve karalar olmadan bir dünya olamıyorsa, ben de sensiz bir dünya düşünmek istemiyorum.

Benim dünyam olur musun? Benim özgürlüğüm olur musun? Benimle evlenir misin?"

Sadece yüzüne, gözlerinin derinine odaklandım. Çünkü gözler, kalbin aynasıdır, demiş ünlü biri.

Gözlerindeki o kehkeşeyi gördüğümde gülümseyerek; "Evet," dedim.

Yüzüğü parmağıma hapsederken; "İşte şimdi, rüzgârına kavuştun, deniz. Bu fırtınadan artık kaçış yok," diye fısıldadı.

Yeminine eşlik etmek istercesine; "Yok," dedim. "Bir kez daha: sonsuza kadar..."

Ben, rüzgârın kızı, şimdi tek sığınağım olan rüzgârıma kavuşmuştum. Peki ya siz? Siz hâlâ daha kendinizi ona teslim edeceğiniz bir rüzgâra kavuşamadınız mı?

Umudunuzu kaybetmeyin ve özgürlüğünüzden asla ödün vermeyin. Çünkü âşık olmak, esarete değil; cesarete neden oluyor. Ben, tekerlekli sandalyeye hapsolmuş olan umutsuz kız; şimdi bunları âşık ve özgür bir kadın olarak söylemenin coşkusunu yaşıyorum. Siz neden olmayasınız?

Sadece inanın, umudunuzu yitirmeyin ve özgürlüğünüzden asla taviz vermeyin. Çünkü hayat, bazı şeyleri yaşayabilmek için çok kısa... Anın tadını çıkarın ve gökyüzüne baktığınızda gördüğünüz yıldızlarda daima bizim hikayemizi hatırlayın. Belki de bir gün bizden bir ipucu gelir, konar pencerenize. Kim bilir?

Özgürlük nedir bilir misiniz?

SON

RÜZGÂRIN KIZIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin