Medya: Katy Perry - Part of Me
***
Hayallerim arasında çıplak bir heykelciktim. Bana şekil veren, hayal gücünü elleriyle konuşturan sanatçım ise o idi. Çıplaklığın yarattığı ürpertici soğuğa rağmen onun elleri beni bir sanat eserine dönüştürmüştü. Basit bir heykel değildim; artık çıplaklığıyla göz dolduran bir heykeldim. Çıplaktım ancak hayallerimle dolup taşıyordum. Ve bunu ustama borçluydum.
Bu kadar düşünce ile bir yandan kendimi motive etmeye çalışıyordum bir yandan da cesaretimi göstermek için çaba gösteriyordum. Çünkü bugün, belki de hayatıma bir fırtına etkisi yaratacak bir şey yapacaktım; fizik tedaviye başlayacaktım.
Araya giren gerilim dolu müziği duydum gibi. Scream filminde katil bıçağını çektiğinde çalan, o gerici, piyanonun yükselen notaları kulağımda çınlamıştı resmen.
Abim, Ozan ve ben, Eyüp'ün dedesinin emektar Murat 124'ünün içindeki rahatsız koltuklarda oturmuş, radyodan gelen cızırtılı sesler eşliğinde çalan şarkıyı dinlemeye çalışıyorduk. Evet çalışıyorduk çünkü radyo sürekli frekansı kaybediyor ve yayını pat diye kesiyordu. O kadar antikaydı! Çok da aman aman bir yolculuk değildi. Cornetto reklamlarındaki gibi bir yaz tatili veya yolculuk geçirmiyorduk anlayacağınız.
Geniş arka koltuğa tıkılıp kalmıştım; sürücü koltuğundaki abime ve yolcu koltuğundaki Ozan'a rağmen. Yanımda ise Eyüp'ün Aydınlı dedesinin zeytinyağı doldurduğu bidonları vardı ve yirmişer litre yağ alabilecek kapasitedeki bidonların arasında nefes almaya çalışıyordum. Kim istemişti Eyüp'ün dedesinin bu külüstür arabasını? Halk otobüsüyle gitsek daha iyiydi! En azından bu bidonlarla değil de insanlarla yolculuk yapardık.
Yağmur damlalarının cama hafifçe çarpma sesi bile, huzurlu olmamı sağlayamıyordu. Hâlâ daha tedirgindim ve emin değildim. Sürekli kafamda, ya yine olmazsa, ya başaramazsam, ya Ozan giderse, gibi sorular dönüp duruyordu. Beynimin iflas etmesine son otuz saniye... Of!
"Arka koltuk nasıl?" diye soran abime dil çıkardım. Çünkü gülüyordu, resmen alay ediyordu! Bense dokunsalar ağlayacak vaziyetteydim.
"Eyüp'ün dedesi milattan önce almış bu arabayı herhâlde. Koltuğun yaylarını dahi hissedebiliyorum. Bu nedir arkadaş ya!" diye yakındım ağlamaklı sesimle. Fakat daha da keyiflendi vicdansız abim.
"Acilen araba almalıyız, Çınar. Ama harç paramı bile sabaha kadar bulaşık yıkayarak ödemiştim. Beni saymadan aranızda para toplayın bence!" dedi gülerek Ozan.
"Cidden bulaşık mı yıkadın?" diye sorduğumda gülerek onayladı. Yazık be, eğitim sistemi bu kadar mı düştü?
"Hatta Ozan'a özenip babamdan para istememiştim. Gidip bir kafede garson olarak çalışmıştım. Ama sonra dayanamayıp, kazandığım parayla birlikte babamdan aldığım parayı da ekleyerek ödedim harç paramı. Babama yük olmak, hiç içimden gelmemişti. Sonuçta koca adam oldum, hâlâ baba parası mı yiyeceğim?"
Abime de acımıştım. Çalışmak, emek ve güç isteyen bir şeydi sonuçta. Her yiğidin harcı olamazdı. Ve benim bilemeyeceğim bir şeydi.
"Bakalım sen nasıl ödeyeceksin harç paranı?" diye mırıldanan abimin sorusuna; "Babam bana verir ki parayı zaten. Kıyamaz o bana abi," diyerek cevapladım tatlı tatlı gülümsemeyi unutmadan.
Ozan radyoyu kapattı ve camdan dışarıyı işaret etti.
'Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi - Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Polikliniği' yazısını gördüğüm anda işlemeyen ayaklarım geri geri gitmeye başladı. Hem ayrıca bu yazı neden bu kadar uzun? Okurken gözlerim nefessiz kaldı resmen! Bir de 'Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü' yazısını görünce kafama sıkmayı düşünmedim değil.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜZGÂRIN KIZI
Novela Juvenil"Biz seninle rüzgârla deniz gibiyiz o hâlde." "Deniz rüzgâra âşık. Rüzgâr da denize... Deniz olmasa rüzgâr esmez, rüzgâr olmasa deniz köpürmez. Bir bütünü oluşturur ikisi. Farkında olmadan, birbirlerine, aşklarını bu yolla anlatırlar hâlbuki." "Ben...