Medya: Farid Farjad - Kelebekler de Ağlar
***
Bu hayatta her şey değişkendi: hava durumu, mevsimler, insanlar, duygular... Belki de Tanrı'nın bir oyunuydu bizi hayattan yıldırmak için. Hiçbir şey belli değildi, hiçbir şey ufaktan da olsa açık vermiyordu.
Kilitli bir kasa gibiydi her dakikamız. Bir gün ağlatan, bir gün güldüren hayattı. Ama ne biz ne de bir başkası bu döngüden haberdardı. Elimiz kolumuz bağlı, bu gün ne gelecek başıma? deyip beklemek de, bu insanlık ve bu yüzyıl için fazlasıyla absürt bir durumdu.
Ben artık düşünmeyi de bırakmıştım. Sadece bir valizle oradan oraya gidip, doğru yolu bulma amacındaydım. Ama şu ana kadar elde var sıfırdı durumum.
Oturduğum merdiven boşluğu, öğrenci evi gibi rutubet kokuyordu. Ne arasan vardı yani: böcek, çürümüş yemek artıkları... Midem bulanıyordu ama biraz sessizliğe ve yalnızlığa ihtiyacım vardı.
Gecenin karanlığına ve ay ışığının parıltısına bıraktım kendimi. Üşüyor hatta tir tir titriyordum ama buradan kalkmak için henüz hazır değildim.
Sırtımı soğuk duvara yasladığımda soğuktan kaskatı kesilen belim biraz kütürdemişti. Ama şu an bunu düşünecek durumda değildim.
Bacaklarımı merdivenin basamağına uzatıp bir köşeye sindim. Bu gece yıldızlar yoktu, ipucu yoktu, çözülmeyi bekleyen bir mesaj yoktu. Olsa da umursamazdım zaten. Ne hâle gelmiştim ben?
Kapı açıldığında Barbaros'un geldiğinden adım gibi emindim. Birkaç basamak çıkan topuk sesinin ardından Barbaros'u karşımda buluverdim. Merdiven basamağına otururken elindeki kalın poları uzattı ve giymeme yardımcı oldu. Sıcak kahve kupasını uzatırken; "Teşekkür ederim," diye mırıldanmıştım.
İkimiz de sessizce üzerimizdeki polarlara sarınıp sıcak kahvelerimizi yudumladık. Yıldızsız bir gece olmasına karşın, sanki gökyüzünde yıldız varmış gibi göğü izlemeye devam ediyorduk.
Barbaros, birden ayaklanıverdiğinde hiçbir şekilde tepki vermedim. Ya çılgınca bir şey yapacaktı, ya da tuvalete gidecekti. Hiçbirine de karışma hakkım yoktu. Özellikle de şu ikinci seçeneğe...
Elinde bir kemanla döndüğünde teorilerimin çürüdüğünü anlamış oldum.
Üzerimdeki polara iyice sarınarak; "Romantizm şu an gereksiz kaçar," diye mırıldandım. Ama hiç umursamadan çalmaya başladı. Neşeli bir şekilde titreyen her bir tel, bir anda umutsuzluğa gömülmüştü. Hüzünlü, hüzünlü ve daha da hüzünlü...
Ama hiç karışmadım ve saygı manasında parçayı bitirmesi için susup dinlemeye devam ettim. Zaten gönlüm yorgundu, bir de Barbaros'un çocukluklarına katlanamazdım.
Barbaros, göğe bakarak çalmaya başladığı ve bana bakarak çalmayı bitirdiği kemanını tekrar çantasına yerleştirdi ve iki basamak aşağı koydu.
"Çok hüzünlü..." diye fısıldadım.
"Ama şu anki duruma yaraşan tek parça bu olmalı..." dedi.
"Parçanın adı nedir?"
Gülümseyip; "O da bende kalsın," dedi.
Sustum ve iç çekip kahvemi yudumlamaya devam ettim.
"Dedemin sevdiği kadının balkonuna bakıp her gece çaldığı bir parça bu... Çok değerli ve anlamlı... Ve dedem de bana öğretmişti," dedi.
Kahvesinden içip bir kenara koydu.
"Bir gün eğer bir kadını üzgün görürsem, yanına usulca oturup bu parçayı çalmamı istemişti. Aynı kutuplar birbirini iter zihniyetine göre, hüzünlü bir kadını hüzünlü bir parça huzura erdirirmiş."
"Belki..." diye mırıldandığımda boğazını temizledi.
"Ama bu parçayı, her hüzünlü kadına çalsaydım annem kafayı yerdi. Çünkü o hep mutsuzdu ve umursamazdı. Ben de dedeme..."
Gözlerime bakıp; "...Yalnızca mutlu olmayı hak eden bir kadına çalacağımı söylemiştim. Söz vermiştim," dedi.
Güldüm.
"Çekiciliğimden etkilenmemeli ve bana âşık olmamalısın, Barbaros."
Güldü.
"Sana zaten gelen vurmuş, giden savurmuş. Ben daha sana yük olamam ki."
"O da doğru."
Kahvemi içerken sıraladı cümlelerini.
"Kemanım susmaz, Aşeka. Sen üzüldükçe, kırıldıkça kemanımın teli kopsa dahi susmaz."
Elimi ellerinin arasına alıp kalbine yerleştirdi.
"Kemanım sussa, bu arsız yürek susmaz."
"Çok hızlı atıyor," dediğimde muzipçe gülümsedi.
"Demek ki neymiş: Aşk olmadan da bu kalp hızlı atabiliyormuş."
Elimi kalbinin üzerinden çekip; "Fakat beni tanıyalı daha iki gün oldu. İki günde nasıl çözdün beni?" diye sordum.
Derin bir nefes verdiğinde havada bir duman oluştu. Hava iyice soğumuştu.
"İyi bir gözlemciyim, diyelim. Ama şundan eminim: Burada oturmuş, seni üzenler için ağlıyorsun. Hâlbuki senin ağlayışın beni paramparça ediyor."
Bana sarıldığında kalbinin sesini çok daha iyi duyuyordum.
"Ben artık annemden sonra başka hiçbir kadının ağlamasını istemiyorum. Bu, çok mu bencilce?"
Gözyaşlarımı istemsizce akarken; "Hayır," dedim. "Bu çok güzel bir şey... Tıpkı: üç dileğinden birinde hayallerden vazgeçip herkesin mutlu olmasını istemek gibi..."
Gülümsedi.
"O zaman sen benim yaptığımı yapma. Ağlama, mutlu ol. Ben kendimden başka her şeyi, herkesi düşünmekten harap düştüm. Sen de yapma."
Ayağa kalktım. Burukça gülümsedi.
"Onun yanına gidiyorsun?"
Kararlılıkla reddettim.
"Onun yanına gitmiyorum çünkü gidemem. Ama hâlâ daha onu seviyorum çünkü benim kalbimin hırsızı o..."
Durdum ve tekrar ona dönüp devam ettim sözlerime:
"Kim bilir? Belki bir daha asla ondan kurtulamayacağım ya da ebediyen ondan uzakta bir hayat süreceğim, bilmiyorum. Ama o benden asla vazgeçmeyecek, bundan adım gibi eminim. Çünkü rüzgâr, aptal denizi olmadan başka kimseye fırtınalı esemez."
Poları ona uzattığımda gülümsedi ve ilk defa bir yerden, hiç kimseyi üzmeden ya da hiç kimse tarafından üzülmeden çıkabilmek, beni mutlu etmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜZGÂRIN KIZI
Ficção Adolescente"Biz seninle rüzgârla deniz gibiyiz o hâlde." "Deniz rüzgâra âşık. Rüzgâr da denize... Deniz olmasa rüzgâr esmez, rüzgâr olmasa deniz köpürmez. Bir bütünü oluşturur ikisi. Farkında olmadan, birbirlerine, aşklarını bu yolla anlatırlar hâlbuki." "Ben...