Medya: Christina Grimmie - Without Him
***
Gülümsemek için sadece bir şeye ihtiyaç vardır bu hayatta: Her şeyi hiç olmamış gibi, defterden silip atacak kadar cesur ve umursamaz olmak... Bendeki defterlerin haddi hesabı yok hâlbuki.
İşte yeniden karşıma çıkmıştı geçmişim. Hem de zehrini, damarlarından akan ılık kana işlemiş; her an avına saldıracak kaplan gibi duruyordu.
Daha şimdi fark etmiştim; biraz kilo aldığını, saçlarının aralarından çıkan beyazların belirginleştiğini... Gözle görünür fiziksel değişimleri bunlardan ibaretti ama kafasında kurguladıklarından haberim dahi yoktu. Gerçi en son ona baş kaldırmıştım ve elimden geleni ardıma koymamı söylemişti. Durumu 1-1 yapmıştı bu hamlesiyle şimdi.
Yine de tavrımdan taviz vermemek adına duruşumu dikleştirdim ve "Otelimize hoş geldiniz," diyerek kendisini içeri yönlendirdim gözümde herhangi biriymiş gibi. Tavrıma karşın şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı ancak sonrasında umursamazca içeri girdiğinde, peşinden oflaya puflaya mutfağa yürüdüm. Kapının önünde Didem'le karşılaştığımda, yüzündeki o aptal gülümsemesinden gönlünün bir hoş olduğunu anlamıştım.
"Su gibi hepsi; ay parçası gibi yüzleri, çınar gibi boyları..."
Göz devirirken; "Allah sahibine bağışlasın," dedim sadece. Münakaşaya girmek için fazlasıyla sıkkındım.
"Bu arada, az önceki kimdi? Kapıda uzun uzun bakıştığın hani?"
Sinirlerime hâkim olmaya çalışarak; "Kimseyle konuşmuyordum veya bakışmıyordum, Didem. Sana öyle gelmiştir," dedim yavaş ama tehditkârca.
Ama patavatsızca konuşmaya devam etti.
"Demek çok uzun süreli olanmış. Üzüldüm ama bence hâlâ daha umut var. O bakışlar neydi öyle? Rüzgâr gibi esti geçti!"
Kolunu sıkıca tuttum ve kendime yaklaştırdım şaşkınlıkla büyüyen gözleriyle beni izleyen suratını.
"Çeneni kapalı tut ve her işe burnunu sokma yoksa zararlı çıkan sen olursun."
Fısıltıyla söylediğim her bir kelime bile onun dehşete düşmesine ve tehdidimi anlamasına yardımcı olmuştu.
Boğazındaki yumruyu yutkunarak güçlükle yok etti ve kekelememeye çalışarak; "Tamam, sen nasıl istersen..." dedi. Kolunu da hızla çekip resepsiyon bölümüne gitti.
Yorum yapabilir, düşünebilir ama haddini aşarsa, pişman etmesini de bilirim. Beni en nefret ettiğim hâlime çevirmek istemez herhâlde.
Sessizce mutfağa girdim ve yemekleri masalara taşımaya başladım. Çatal, bıçak ve kaşıkları, tabakların kenarlarına dizdim ve kristal su bardakları, soğuk sularla doldurdum. Peçeteleri de üçgen şeklinde katladıktan sonra, işimi bitirmiştim.
Akşam yemeği için yemek salonuna inen misafirlere bakarak kenarda kahvemi içtim. Herkes, büyük bir keyifle yemeğini yiyordu ve sohbet, masalarda eksik kalmıyordu. Bense onları izleyerek, onların kahkahalarını dinleyerek dinlenmeye çalışıyordum. Dünya ne adaletli bir yerdi, değil mi? Biri yer, biri bakar, hesabıyla dönüyordu işte.
Rahatsız edici bir gürültü eşliğinde salona giren sporculara bakarak göz devirdim. Arsızlık da bir yere kadar yani!
Sonra onu gördüm: Nasıl onların arasında bile kendini bu kadar güzel belli edebiliyordu, neden buradaydı? Hiç bilmiyordum. Ama bilmek istiyordum. Tamam, yüzünü uzun süredir görmemiştim ama o günden bugüne kadar nasıl bu spor camiasına katılabilme imkânına sahip olmuştu, merak edilmeyecek konu değildi de hani.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜZGÂRIN KIZI
Teen Fiction"Biz seninle rüzgârla deniz gibiyiz o hâlde." "Deniz rüzgâra âşık. Rüzgâr da denize... Deniz olmasa rüzgâr esmez, rüzgâr olmasa deniz köpürmez. Bir bütünü oluşturur ikisi. Farkında olmadan, birbirlerine, aşklarını bu yolla anlatırlar hâlbuki." "Ben...