Medya: Erol Evgin - Bir de Bana Sor
***
Kıymet bilmez, cimri bir kızım. Küstah, nankör ve bir hayli ukalayım. Ama bazen korkabiliyorum. Tabi yeri geldiğinde de asiliğim tutuyor ve insanları çileden çıkarabiliyorum.
Her günümü, ölümsüzler gibi yaşayarak geçirdim. Ama o gün, son günümmüş gibi geçirmek istediğim gün, az kalsın benim son günüm oluyordu. Yaranamıyorum; ne kendime, ne de bir başkasına...
Hep olumsuz düşündüm, hep ama hep... Bir gün her şeye olumlu baktım, neler geldi başıma! Ama her şeyde bir hayır vardır, olması gereken buydu belki...
O kaza olmasaydı: Ozan'la hiç tanışmayacaktım, ailem benimle bu kadar ilgilenmeyecekti, abimin yüzünü zor görmeye devam edecektim ve yarış atı gibi koşmaya son sürat devam edecektim. Bir kaza, belki aptalca gelebilir ama hayatımı tamamen değiştirmeye yetti. Kökünden itibaren olan bu değişim, bacaklarımdan olmama ama Ozan'a kavuşmama neden oldu. E tabi, takas meselesi bu devir; sen istediğin şey için, en kıymet bildiğin hazineni ortaya koyacaksın ki, hazinenden vazgeçecek kadar çok sevdiğin şeyi beğendirip kavuşasın.
Ben bacaklarımı henüz kaybetmedim. Ortaya attım, Ozan bana kendiliğinden geldi. Her şey akışına göre gerçekleşti. Ben gerekeni yapıp oturdum bir sandalyeye, olacakları bekledim. Şimdi, ortaya attığım et yığını Ozan sayesinde değerlendi gözümde. Ve Ozan için, onu kaybetmemek için, hazinemden vazgeçtiğim şey için, mücadele ediyorum.
***
Her şeyin başladığı yere geldim. Hayır, hayır; doğduğum yere değil, kaza yerine... Çünkü ben, kazadan sonra asıl yaşamaya başladım.
Ozan'la, saat ikideki fizik tedavi seansı öncesi, sahilde dolaşmıştık. Şimdiyse kumpir yiyorduk. Haşlanmış patates ve içine doldurulmuş bir yığın malzeme... Anlatımı ve yapılışı gayet basit; ama yanımdakiyle yediğimde pek bir değerli...
Fizik tedavi konusunu açtığında doktoru eleştirmeye başlamıştım. İç çekerek beni dinlerken; "Bu ukala tavırlarını onaylamıyorum açıkçası. Bu, doktoru daha çok kışkırtıyor. Onun önüne, sana söylemesi için malzeme atıyorsun. Ayrıca, daha başlayalı kaç gün oldu? Kendini kasıp tek bir düşünceye göre hareket ediyorsun. Akışına bırak; sen adım atmayı kes, o başlasın," diyerek susmama sebep oldu.
"Onun beni ezmesini hiç sevmiyorum. Hoşlanmadığım bir kişiyle hoşlanmadığım bir amaç uğruna savaşıyorum. Gözüme boş geliyor," dedim omuz silkerken.
"İşte bunu yapmayacaksın! O seni ezmiyor; sen kendini ezdiriyorsun. Daha ilk günden adama tepki gösterdin, tavır aldın. Bir dur hele, önyargılarının seni yönetmesine izin verme. Ayrıca hoşlanmadığın bir amaç değil bu; bizim için yapman gereken bir fedakârlık yalnızca..." dedi ilk başlarda yükselen sesi sonlara doğru azalırken.
"Söylemesi kolay tabi! Hiçbiriniz beni anlamak istemiyorsunuz!" derken sesimi yükseltmiştim.
"Yapması da kolay... Oraya korkarak ya da istemeyerek gidiyorsun, bitse de kurtulsam, diyerek gidiyorsun. Hadi hemen oluversin de bitsin! deyince olmuyor bu işler. Sen oraya boşuna gidiyorsun yani! Hiç mi bizi düşünmüyorsun? Ya aileni, ya arkadaşlarını? Senin için bir şeylerden vazgeçmek bu kadar mı zor?"
"Zor... Çok zor... Ben kaybedeceğim kadar kaybettim. Yıllarımı, ömrümün yarısını, umudumu kaybettim. Şimdi tekrar kaybetmekten korkuyorum," dedim gözyaşlarım arasından.
"Benden önce yaşamadığını söyledin. Peki, benden önceki hayatın devam etseydi eğer, sen o saydığın her şeyi tamamen kaybetmiş olmayacak mıydın?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜZGÂRIN KIZI
Novela Juvenil"Biz seninle rüzgârla deniz gibiyiz o hâlde." "Deniz rüzgâra âşık. Rüzgâr da denize... Deniz olmasa rüzgâr esmez, rüzgâr olmasa deniz köpürmez. Bir bütünü oluşturur ikisi. Farkında olmadan, birbirlerine, aşklarını bu yolla anlatırlar hâlbuki." "Ben...