Medya: Ersay Üner - Tatlım Tatlım
***
Kendimi bildim bileli uzun araba yolculuklarına bayılırım. Yolcu koltuğuna oturduğumda, camı sonuna kadar açarım ve gökyüzüne bakarak uçsuz bucaksız hayaller kurarım. Bazense, uzaktaki şehrin ışıklarına dalar kaybolurum. Bir de, elektrik kablolarına bakarken sanki dans ederek, hareket ediyorlarmış gibi hissederim. Zaten o tarifsiz duygu, huzurla dolmamı sağlar.
Araba yolculuğunun ardındaki o tatlı yorgunluksa, yüzümde yorgun bir tebessüm oluşturur. Hele bir de o yolculukta, dışarısı yağmurluysa ve yavaş bir müzik eşliğinde yağmur damlalarının arabanın camına çarpışmasını izleyebiliyorsanız, o ayrı bir huzurdur. Buğulanan cama, her seferinde, kalp çizmekse tatlı bir klişe...
Bisiklete binmektense nefret ederim. Sebebini bilmediğim bu bisiklet nefreti, küçük yaştayken içime oturmuş. Ama bana, bisikleti bile o sevdirmişti. Bana, nefret ettiklerimle yüzleşmeyi ve onları olduğu gibi sevebilmeyi öğretmişti.
***
Üniversite sınavı için çözdüğüm ve çözmekte olduğum testlerin haddi hesabı yok. Sıkı sıkıya bağlandığım bu sınav, benim geri dönüşüm olabilir. Hangi üniversite ve hangi bölüm olsun, hedefim bu yönde olmasa da, Ozan'la birlikte olacağım bir gelecek için bu sınavı kazanacağım. Yapacağım!
Tabi üzülmüyor da değilim. Sonuçta Eyüp ve Remzi Kuşadası'nda, Cemre Didim'de, Berk Alaçatı'da tatil yaparken benim oturup test çözmem, haksızlıktı. Ama kader işte, ne yaparsın? Bugün evde kalırsın ama yarın öyle bir şey yaparsın ki bütün dünya senin peşinden koşar. Yani okuduğum, takip ettiğim üniversite sınavı adayları için açılmış olan motive etme amacıyla açılmış sayfalarda, bloglarda bu sonucu çıkarabileceğim şeyler paylaşılıyordu.
Sodalı limonatama, bir dilim limon ve nane yaprağı atıp içmeye başladım. Bir yandan da çözemediğim soruların formüllerini hatırlamak için, defterime bakıyordum.
Önce konuya çalışıp gerekli notlarımı alıyor, formülleri ufak renkli not kâğıtlarına yazıyordum. Sonra da konu anlatımı üzerinden ekstra bilgi ediniyordum ki bu zaman zaman video üzerinden çalışmama da sebep oluyordu. En son ise test çözüyordum. O konuyla ilgili soru bankalarında ne kadar soru varsa saat saat bölüyor ve planlayarak çözüyordum. Böylece çabuk sıkılıp pes etmekten kendimi kurtarıyordum. Daha verimli oluyordu yani.
Kapı zilini duyduğumda, yerimde çekirge gibi sıçradım. O kadar çok odaklanmıştım ki soruya, kafam gitmişti. Bir geometri sorusu için bir saat düşünmek, bu sistemin yarattığı bir haksızlık olmalıydı!
Kapıdakinin sesini ve sonrasında kocaman gülüşünü görünce, içimin yağları eridi. Soruyu, dersi bir anda unutmuştum sayesinde. Ben de ona gülümseyerek karşılık verdim. Gelip alnımı öptü ve bir test kitabıma, bir de hâlime ve bana acıyarak baktı. Şirince sırıttım.
"Hadi kalk, kalk! Hava bugün o kadar da sıcak değil, seni gezdireceğim. Ders çalış, tamam, ama azıcık da sosyalleş."
İki gün önce, çalış! diyen biri olarak şimdi, sosyalleş! diyor olması ise ayrı bir ironi...
Başımla onayladım ve sodalı limonatamdan son yudumumu alıp ayakkabılarımı elime aldım. Ozan, ayağıma ayakkabılarımı giydirdikten sonra sıkıca bağcıkları bağladı. Sanki Sindrella'ya ayakkabı denetiyor gibi oldukça nazikti.
Tekerlekli sandalyeme oturmaya yeltendiğim sırada bana engel oldu ve elimden, belimden tutup beni kucağına aldı, aşağı indirdi. Ne yaptığına anlam veremeyerek onu izledim. Merdivenleri büyük bir dikkatle inerken benden önce davranıp apartman kapısını açtı ve dışarıdaki sürprizi görmem bir oldu: Bisiklet... Kamera şakası mı bu?
Sertçe yutkundum ve gülümsemeye çalıştım.
Heves ve neşe karışımıyla; "Bisiklet turu! Hem de benimle... Nasıl?" diye bağırdı.
"Ben... Şey..." diye gevelerken tek kaşını kaldırıp bana baktı derin derin. Dürüst olmam gerekiyordu ama hevesini kırmak da istemiyordum. Yine de söyledim.
"Bisikletten ve bisiklete binmekten nefret ederim."
Boş boş suratıma bakıp; "Neden ki?" diye sordu.
Omuz silktim.
"Nefret ediyorum işte, ne yapayım?"
O da omuz silkti. Kendisi seleye oturdu. Bisikletin gidonu ile selesi arasındaki iskelete beni oturttuktan sonra, görüşünü engelleyen saçlarımı sol omzuma topladı. Ozan ve gidon arasında kalmıştım ama her iki yanımda Ozan'ın kolları vardı. Bir nevi emniyet kemeriydi benim için kolları, ya da kafes... Her neyse.
Gidonu tuttu ve pedalları çevirmeye başladı. Gergince oturduğum ve her an yere düşecekmiş gibi hissettiğim için rahatsızdım. Ozan da bunu fark ettiğinde; "Kabuğundan çıktığınıza göre, artık nefes alabilirsiniz leydim," dedi dalga geçerek.
Suratımı buruşturarak; "Geç dalganı sen, sonra çok ağlarsın, yalvarırsın arkamdan," dedim.
Ama amacının dalga geçmekten ziyade, beni rahatlatmaya çalışmak olduğunu anlamıştım. Gülümsedim ve arnavut kaldırımlı yolda ilerlemeye devam ettik.
"Eğleniyor musunuz efendim?"
"Sizin yanınızda sıkılmak mümkün mü lordum?"
"Bence bu leydimli lordumlu sohbetleri bir kenara bırakalım, İzmir'in şu güzelliğine baksana... Hayran kalmamak elde değil."
Derin bir nefes aldım.
"Bu şehirde yaşadığım için çok şanslıyım."
Gülümsedi. Gözleri uzaklara daldı.
"Sen bir de Eskişehir'i gör. İzmir'le kapışabilecek tek şehir... Tam bir öğrenci kenti..."
Namütenahi denize baktım. Masmaviydi, hırçın değildi bugün. Sıcak yüzünden çarşaf gibiydi.
"Yaşayacaksan İzmir'de, okuyacaksan Eskişehir'de, öleceksen İstanbul trafiğinde olacaksın."
Bir kahkaha patlattı.
"Bak bu iyiymiş. İstanbul güzel şehir ama yaşanılacak bir şehir değil. Hele bir öğrenci için ölüm! Gezersin tozarsın ama yaşayamazsın. Yaşasan da trafik için bir beyzbol sopası şart!"
"Yaşam şartları oldukça zor... Zaten düşünmüyorum İstanbul'u. Daha çok İzmir'i düşünüyorum," dedim.
"Büyük konuşma bence."
"Öyle mi? Hadi bakalım."
Güldü.
"Bisikletten nefret ediyordun, değil mi?"
Elini tuttum.
"Sayende artık değil."
Başını omzuma koydu ve gülümsedi.
"Bisiklete binmek neden güzeldir, bilir misin? Çünkü bisiklette sen, kendinle baş başasındır. Pedalları çevirirken deli bir kuvvet geliverir ve enerji patlaması yaşarsın. Kollarının arasından akıp geçen sert rüzgâr, uçuyormuş hissi verir sana. Yorulursun, terlersin, ağrıların olur ama her seferinde tekrar tekrar yapmak istersin. Senin etrafını kaplayan kapılar, camlar yoktur. Sen, dünyayı olduğu gibi görürsün.
Özgürsündür, belki küçücük yer kaplarsın o koca arabaların arasında, ama o küçücük yerin bile, ayrı bir önemi vardır.
Kendi gücünün elverdiği kadarıyla yol kat edersin. Gücün tükenince durur, soluklanır ve ardına baktığında gülümsersin. Çünkü ardına yorulunca bakmışsındır, sürerken değil. Öyle ki, arabaların dikiz aynaları vardır ardındakilere bakmak için. Bu psikoloji ise, senin hep bir yarış içerisinde olduğunu hatırlatır. Hâlbuki bisiklette teksindir. Kendinle yarışırsın, rüzgârla yarışırsın. Ve sonunda, tatlı bir yorgunluk eşliğinde kutlarsın zaferini. İşte bisikletin olayı budur.""Yürüyebildiğim zaman ilk işim, yeni bir bisiklet almak olacak," dedim.
"Ve ben de, arkandan bisikletimle seni takip edeceğim. Sonsuza kadar..."
Gülümsedim ve o da gülümsedi. Bana bisikleti sevdiren adam, bisikletin anlamını da bu şekilde anlatmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜZGÂRIN KIZI
Roman pour Adolescents"Biz seninle rüzgârla deniz gibiyiz o hâlde." "Deniz rüzgâra âşık. Rüzgâr da denize... Deniz olmasa rüzgâr esmez, rüzgâr olmasa deniz köpürmez. Bir bütünü oluşturur ikisi. Farkında olmadan, birbirlerine, aşklarını bu yolla anlatırlar hâlbuki." "Ben...