Medya: Barış Manço - Can Bedenden Çıkmayınca
***
Günler birbirini bu şekilde kovalarken sonunda Ramazan ayına girmiştik. Oruç tutamıyordum çünkü fizik tedaviye gittiğim için ayrıca düzenli beslenmem ve su içmem gerekiyor. Birtakım ilaçlar da kullanıyorum. Doktorum öyle söyledi hatta söylemedi, emretti. Bu sıcaklarda fazla susuz kalmamın tedaviyi zorlaştıracağından falan bahsetti yani.
Berk, Cemre, Eyüp ve Remzi, çok mükemmel ötesi (!) tatillerinden döndüklerinde, suratlarına dahi bakmadım. Bronz tenlerine bakıp çıldırmamak için zor tutuyordum kendimi. Bir de ballandıra ballandıra anlatışları yok mu? Ah ah!
Berk, denizde boğulma anısını anlattığında içimden bir, oh olsun sana! demiştim. Ben evde yaprak testlerin arasında boğuluyordum, o ise suda boğuluyordu. Hayaller ve hayatlar işte...
Dondurmama kaşığımı daldırdığım esnada Cemre; "Eee Alara, siz ne yaptınız Ozan'la biz yokken?" diye sordu imalı bir şekilde.
Abimin çatılan kaşlarını umursamayarak; "Bisiklete bindik, parka gittik, ders çalıştık falan... Sıradandı yani. Sizinki gibi olağanüstü değildi," dedim.
Berk; "Nasıl bisiklete bindiniz?" diye sorduğunda; "Siz nasıl yüzdüyseniz biz de öyle bisiklete bindik," diyerek cevapladım onu ters ters.
"Alara yapma böyle ya! Tamam, seni yalnız bıraktık, bir eşeklik ettik ama sen de bizi anla lütfen."
"Sen hiç konuşma Eyüp! İçlerinde en çok sen yanmışsın zaten, sus!"
Onun güldüğünü görünce sinirle dondurmamı yemeye devam ettim.
Dondurmamı bitirdiğimde gerçek dünyaya dönmüş oldum. Herkes birbiriyle sohbet ediyor ve kahkaha atıyordu. Kendimi dışlanmış gibi hissettim. Ozan'a kısa bir mesaj atıp gelmesini bekledim. Oruç tuttuğu için bizimle gelmemişti, dinlenmeyi tercih ediyordu. Haklıydı, çünkü termometreler kırk iki dereceyi gösterdiğinde boyoz gibi açılan gözlerimiz yerinden pörtlemişti. Oruç tutmamasını önerdiğimde idare edebildiğini söylemişti. Beni düşünerek geçiriyormuş saatlerini. Bir de ders çalışıp plan yaparak...
"Herkese selam!"
Ozan'ın sesini duyduğumda, her zamanki gibi yüzümde oluşan gülümsemeye engel olamadım. Yanıma gelip sımsıkı sarıldığında; "Kapıda beyaz atım sizi bekliyor prensesim. Sizi kaçırmaya geldim," diye fısıldadı.
Sonra geri dönüp; "Ben Alara'yı kaçırıyorum gençler. Size iyi eğlenceler," dedi ve kapıda bizi bekleyen bisikletine kadar belimden tutarak yürüttü.
Seleye oturduğunda aradaki demir iskelete beni oturttu. Saçımı sol omzumda toplayıp yanağıma bir öpücük kondurdu.
"Sayın yolcumuz, kalkışa geçiyoruz. Lütfen gidonu sıkı sıkı tutunuz."
Gidonu tuttuğumda pedalları çevirmeye başladı. Yavaş ilerlediğimiz ana yoldan çıkıp ara sokağa girdiğimizde hızlandı Ozan. Saçlarımı uçuşturan tatlı rüzgâr, yanağımı okşayıp geçiyordu sanki.
Ozan'a baktığımda gülümsediğini gördüm ve kısa bir an bana bakıp gülümsemesini daha da büyüttü. Tekrar yola döndüğünde daha da hızlanmış ve rüzgârın üzerimize daha sert esmesine neden olmuştu.
Sonunda her zaman geldiğimiz parka ulaşmıştık. Bisikleti çimenlerin üzerine yatırıp yere oturduk. Elimi tuttu, iç çekmeme ve derin bir nefes vermeme neden oldu. Gelen garsona limonata sipariş ettikten sonra daha derin bir nefes verdi.
"Artık ne söyleyeceksen söyle Ozan. Ben sıkıldım valla!"
Derin bir nefes verip hızla bana döndü.
"Bayramda annemler geliyor ve artık seni tanıştırmam gerektiğini düşünüyorum. Hem ailelerimiz tanışırsa daha da rahat oluruz."
Omuz silktim.
"Tabi, haklısın. Onlarla tanışmak isterim ben de. Zaten annemler de tanışmayı istiyorlar."
"Açıkçası, böylesi daha doğru gibi geliyor bana. Yani, ailelerimizin birbirlerini bilmesi... Örneğin annen ve baban bana güveniyorlar artık. Bu beni mutlu ediyor. Benim ailemin de sana güvenmelerini istiyorum."
Hafifçe başımı sallayarak onu onayladım.
Ailelerimizin bilmesi, güvende olduğumuz anlamına gelirdi. Ayrıca Ozan'la olan ilişkimiz, basite alınacak bir şey değildi. Ciddi düşünüyorduk hatta Ozan'ın evlenmeye bile niyeti vardı. Bunu daha önceki konuşmalarında defalarca söylemişti.
"Ne oldu? Durgunsun?"
İç çekerek başımı omzuna yasladım.
"Bilmiyorum. Daha üniversiteye yeni başlayacağım. Sen bitirmek üzeresin. Sonra askere gideceksin. Seni bekleyeceğim. Ama en önemlisi de: ailen beni bu hâlimle kabul edebilecek mi?"
"Babam, daima ara bulucu olmuştur. Annemle tartıştığımız her an, bir yolunu bularak barışmamızı sağlamıştır.
Annemse, biraz ciddidir. Bu sanırsam, mesleğinden ötürü bir durum... Annem hâkim de..."Gülümsedim.
"Ciddi olmasından ziyade, adil bir insan olmalı. Hâkim olmak bunu gerektirir sonuçta."
Hızla onayladı.
"Kesinlikle! Babam da öğretmen ama emekli oldu. Şu an bir kitapçı işletiyor ve kitaplarla uğraşıyor."
"Ne güzel..."
Heyecanla başını salladı.
"Seni kesinlikle sevecektir. Annem de öyle... Annem, mutluluğumu istediği için itiraz etmeye cesaret edemeyecektir. Hem... Sen sevilmeyecek bir insan değilsin ki."
Mahcup bir ifadeye büründüğümü ısınan ve büyük bir ihtimalle kızaran yanaklarımdan anlamıştım.
"Senin hikâyen farklı... Benim hikâyem çok farklı... Ama ikimiz de çok güzel bir roman oluşturuyoruz. Her kelimemiz, her sayfamız, her bölümümüz aşkla, umutla kaplı... Hatırlıyor musun? Bana okunmaya ve kitap olmaya lâyık olmayan bir hayatın olduğunu söylemiştin. Ama o senin hayatındı. Şimdi ise bizim hayatımız söz konusu. Bizim hayatımız kitap olmaya lâyık değil mi?"
"Bizim hayatımız, sadece kitap olmaya değil; efsane olmaya lâyık..."
Gülerek başıyla onayladı. Bir süre sustuk. Garsonun getirdiği limonatamı içerken Ozan da dizime uzandı ve ona kitap okudum. Yanında bir şey yiyip içmek çok rahatsız ediyordu beni ama bana; "Sen doyunca ben de doyuyorum," dediğinden beri en azından onun için yemek yiyor ya da bir şeyler içiyorum.
Hava esmeye başlayınca da kolunu omzuma atıp beni kendine çekti ve sımsıkı sarıldı. Sırtımı göğsüne yasladım, o da başını başıma yasladı.
Herkes, şu fani dünyada birer piyon parçasıyken biz; vezir ve şahtık. Tek başımıza savaşıyorduk. Kıymetliydik fakat kıymetimizi bilen yoktu. Çünkü herkes için piyonları ortadan kaldırmak önemliydi.
Oysaki gereksizlerden çok olurdu ve sonu bir türlü gelmezdi onların. Biz ise tektik. Sonumuz vardı ama keyfine göre yaşıyor, kıymetimizi biliyorduk. Çünkü bizden bir tane daha yoktu ve bu da bizim hiç mi hiç umurumuzda değildi.
Efsane olmasak bile biz bizdik. Ve hep öyle kalacaktık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜZGÂRIN KIZI
Teen Fiction"Biz seninle rüzgârla deniz gibiyiz o hâlde." "Deniz rüzgâra âşık. Rüzgâr da denize... Deniz olmasa rüzgâr esmez, rüzgâr olmasa deniz köpürmez. Bir bütünü oluşturur ikisi. Farkında olmadan, birbirlerine, aşklarını bu yolla anlatırlar hâlbuki." "Ben...