Medya: Ege - Delice Bir Sevda
***
Bugün yeni güne daha bir keyifli uyandım çünkü proje hakkında görüşmek için Ozan'la buluşacaktım. Yanında, işitme engelli olan Eyüp ve görme engelli olan Remzi adlarındaki iki arkadaşını da getireceğini söyledi. İkili olarak takılıyorlarmış sanırsam. Alsancak tarafında oturduklarını ve orada boyozuyla nam salmış olan Dostlar Fırını'nda kesinlikle kahvaltı etmemiz gerektiğini söyleyince annemleri bir şekilde ikna edip buluşma kararı aldık.
Bu arada kitap projemizin gidişatı bayağı iyi durumda. Salı günü Ozan ile röportaja devam ettik. Ayrıca Ozan, kitabı sunmak adına bir yayınevi ile görüşme ayarlamış. Bu da elimizi çabuk tutmamız gerektiğini gösteriyor. En azından elimizde bir taslağın olması yetecektir. Biz de bu yüzden kabataslak kitabı özetleyen bir metin hazırladık. Salı günü genel yayın yönetmenine sunum yapacağımız için, hazırlıklı gideceğiz.
Ozanlar beni kapıdan taksiyle aldılar. Takside Remzi ve Eyüp'le kısaca tanıştıp sohbet ettikten sonra mekana gittik. Aslında gidemedik çünkü çok kalabalıktı. Sokağın başına dek uzanan bir kuyruk ve dükkanı dolduran bir kalabalık vardı. Adresi sorduğumuz her esnaf ise; "Kuyruğu takip edin," diyordu. Ama doğruydu ve o kalabalığa, sıcağa rağmen kuyrukta bekleyip çeşit çeşit boyoz aldık. Yanında da fırında pişmiş yumurtalarımızı, taze peynirlerimizi, siyah zeytinlerimizi ve şişe limonatalarımızı alıp dışarıda bir masada oturanlardan rica ederek oraya oturmuştuk. Zaten herkes masaların başında atmaca gibi bekliyordu sırf yer kapabilmek için. Çocukluğumuzdaki masa kapmacayı koca koca adamların yaptığını bir düşünsenize! Ne komedi ama!
Bir elinde mercimekli bir elinde patlıcanlı boyoz olan Eyüp'e, limonatasını içiren Remzi'ye bakıp güldüm. Bir yandan da koordinat veriyordu Eyüp.
"Ya Remzi sana saat on yönünde ağzım diyorum sen on ikiye çekiyorsun! Burnuma mı sokacaksın kardeşim?"
Limonatayı masaya birazcık (!) dökerek koyan Remzi, sinirle ortaya; "İki elin var; biriyle yerken, biriyle içemiyorsun da iki gözü kör olan birisine iş yaptırıyorsun! Ayıp be, evde kalacaksın bu gidişle!" dedi ve peynirli boyozunu ağzına tıktı.
Eyüp de bize bakıp Remzi'yi göstererek; "Görüyor musunuz ya hemen bir ajitasyon, hemen bir vicdan oyunları! Yemezler güzelim, şu işitme cihazını bir kapattım mı istersen susma, keyfin bilir!" deyip dalga geçti. Remzi ise Eyüp konuştukça boyozları ağzına dolduruyordu.
En sonunda Ozan konuşup ortamın anaokulu modunu dağıttı.
"Tamam, tamam! Bu kadar şamata yeter veletler. Artık bir toparlanalım ve asıl konuya dönelim: sizce taslağı beğenecekler mi?"
"Bence beğenecekler," dediğimde Remzi uzaklara görmeyen gözlerle bakarak; "Umarım..." dedi.
Ozan da; "Sen ne düşünüyorsun Eyüp?" diye sordu.
"Beğenmemesi için kör olması gerek de burada Remzi kör yalnızca," dedi ve güldü. Birbirimizin kusurları ile dalga geçmek, kırıcı değildi artık. Mesela Eyüp, felç olmamın yer kapma konusunda oldukça işe yaradığını, bu yüzden de buraya her gelişinde mutlaka beni de yanında getireceğini söyledi. Çünkü hepimiz, kusurlarımızı kabullenmeye yüz tutmuş gibi görünsek de aslında öyle değildik. Sadece öyle görünüyorduk.
"Peki, o zaman size bir soru: Beğendiklerini varsayarsak eğer, sonrasında ne olacak?"
Remzi'nin sorduğu soru sayesinde, hepimizin nutku tutuldu. Eyüp de şakaya vurarak; "Remzi, sen var ya sen... Şu anki hâlimizi bir görsen, gülmekten ölürsün valla."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜZGÂRIN KIZI
Teen Fiction"Biz seninle rüzgârla deniz gibiyiz o hâlde." "Deniz rüzgâra âşık. Rüzgâr da denize... Deniz olmasa rüzgâr esmez, rüzgâr olmasa deniz köpürmez. Bir bütünü oluşturur ikisi. Farkında olmadan, birbirlerine, aşklarını bu yolla anlatırlar hâlbuki." "Ben...