Betsy anlıyordu aklından geçenleri, dişlerini sıkmasını, uzaklara dalmasını neredeyse her şeyi. Betsy her zaman anlardı O'nu; ki bu yüzden hiç sormazdı neden sıkkın olduğunu. "Şimdi ne yapacağız?" Diye fısıldadı kulağına köprünün ortasında; elleri Grei'in sırtında, yanağı omuzunda sarılırken O'na. Grei cevap vermedi, kollarını iyice sardı Betsy'nin omuzlarına, bıraktı yavaşca aldığı tüm nefesi havaya, sustu sadece sustu tüm olanlara.
Betsy'nin ailesi de, Grei'in ailesi de kaybetmişti evlerini. Hükümet onlara geçici olarak kalacak bir yer sağlayacaktı elbet ancak bu kargaşanın içinde onlara sıra gelmesi sadece bir mucize olurdu. Bir yıldır toplama koğuşlarında bekleyen insanların yanında onlar daha çok yeni gelmişlerdi bu karmaşanın içine. Kalacak yerden ziyade kendi evlerindeki hasarın nasıl giderileceği daha muallak bir durumdu. Babası expert tutup hasar ölçümlerini belgeletse de bu iş de uzayacağa benziyordu. Bu yüzden olsa gerek Grei köye dönmeyi önerdi. Babam işini orda tamamlayıp İnternet üzerinden göndersin dedi. Neredeyse herkesin aklına yatmıştı bu fikir. Neredeyse...
Babasının patronu Gorki Bey teklifi reddedince ilk başlarda bulundukları karmaşaya tekrar dönmüşlerdi. Betsy'nin ailesinde de durum farklı değildi ve Betsy iş aramaya coktan başlamıştı, yardımcı olmak istiyordu elinden geldiğince. Bu yokluğun ortasında güzel şehirleri Kewingraw neredeyse savaş alanına dönmüştü. Bütün bu düşüncelerin imkansızlıkların yanında, küçük bir nehrin üzerindeki taş köprünün ortasında, iki ruh bağlanmıştı sanki birbirine sıkı sıkıya. Umut edemeyecek kadar yenildikleri için olsa gerek hayat karşısında; sadece birlikte göğüs geriyorlardı acılara...
Sığınağa dönmek üzere yürümeye başladılar el ele tutuşmuş şekilde başları önde. Elbette birbirlerinden güç alıyorlardı ancak aile için endişelenmek bütün dertlerin başındaydı. Şehrin en kalabalık sokaklarından birine geldiklerinde gördükleri görüntü karşısında neredeyse şoka uğramışlardı. Yaşlı bir adam yerde kanlar içinde yatıyordu elinde bir parça ekmek ile; kana bulanmış bir parça ekmek... Beyaz sakallarının altında boynunun tam ortasında temiz bir kesikle yatıyordu adam öylece. Etraftakiler konuşuyordu '' Kara loncalar mı? Hükumet mi? Ekmeği çalmış mı yoksa? Bayağı da yaşlı, çalmış olamaz nasıl kaçsın'' aralarından bir ses hepsini susturacak kadar etkiliydi, öyle yüksek bir ses değildi hatta neredeyse duyulamayacak kadar zayıftı ama herkes duymuştu. " Dede! Bana ekmek mi aldın?" Bu küçük kızın sesi kulaklar tarafından değil yürekler tarafından duyulmuştu adeta ve her duyanın yüreği kanla, nefretle dolmuştu. Ayağında ayakkabı bile olmayan bu küçücük kız, ölüm kavramından bile habersiz, yokluğun ortasında yetişmiş bu kız herkesi intikam isteğiyle doldurmuştu. Kana susamışlık sarmıştı dört bir yanını bu ölüm kokan caddenin. Bu yüzden olsa gerek Betsy bir kaç adım geriye atmıştı, korkusuna nasıl cevap vereceğini bilememiş olsa gerek uzaklaşmak istemişti belli ki. Grei farkında bile değildi Betsy'nin hissettiklerinin küçük kıza o kadar odaklanmıştı ki sevgilisinin elini bıraktığını hatta geriye doğru uzaklaştığını fark edememişti. Kornalar çalarak gelen bir kamyonetin sesiyle irkildi herkes; Grei hemen Betsy 'yi bulmaya çalıştı, buldu da. Ancak Betsy kamyonetin hemen önünde duruyordu. Lonca'nın işaretini ateşle efsunlayan efsuncu oradan uzaklaşmak için önüne geçeni eziyordu. Kamyonetin Önünde ateşten bir çember ve içinde birbirine dolanmış iki yılan simgesi duruyordu bu orta büyüklükte bir kara lonca olan Hebi'ydi.