Biat

462 40 9
                                    

       Ankalar bağdaş kurmuş arkadaşları Grei'in etrafında toplanarak plan yapmaya başlamışlardı bile; ancak yanlarında Grei'in durumundan haberdar olan kimseyi istemiyorlardı. Bu yüzden Candis'i Meilin'i kontrol etmeye yollamışlardı. Teker teker akıllarına gelen stratejileri ve endişelerini dile getirmeye başlamışlardı ister istemez. Sessizliği bozan her zamanki gibi Kairu oldu. 

Kairu: Tamam kimse söylemeyecekse ben söyleyeyim. Üç tane risk var. Birincisi Grei Aurasının tamamını kaybeder ve bayılır, İkincisi Grei kendi aurası bitince Şaman moduna girer ve kimliği açığa çıkar; üçüncüsü ise Grei yine o rüyasında olduğu gibi kabus görmeye başlar. 

     Grei üçüncü ihtimali duyduğunda o kadar şaşırmıştı ki saklamaya gerek bile duymadan şaşkın gözlerle bakakaldı arkadaşının yüzüne. Nasıl bilebilirdi kabusların ve görülerin devam edebileceğini? Kimseye söylememişti halbuki.

Aoda: Bence her üç ihtimal de çok riskli, Hükumet şehri ele geçirmiş olmalı Malikah bizi taşıyamaz mı şehrin iç bölgelerine? 

Malikah: Leydi Yaura ile geliştirdiğimiz bir teknikti bu; ve bu insanların da devasa miktarda auraları vardı. Onlarla haftalarca aura alış verişi yaparak birbirimize uyum sağlamaya çalıştık. Şimdi herhangi birinin aurasını kullanmam mümkün değil. 

      Diyerek bir adım geri çekildi. Yardımcı olamadığı için kendini yetersiz hissetmeye başlamıştı bile? Nasıl yeni mezundu bunlar? Bir kaptan'ı bile gereksiz, yararsız hissettirebiliyor ve kendilerine imrendirebiliyorlardı. Söze aklında bir soru varmış gibi bir parmağı havada gözlerini kısarak giren Leia çok mantıklı bir fikir ortaya attı. 

Leia: Grei kimliğini ortaya çıkarmak istemiyor. Tamam bunu anlıyorum ama insanlar görmezlerse bir sorun olacağını sanmıyorum. Grei şaman moduna girsin, Bir yandan kalkanı yerinde tutarken diğer yandan bizleri Hikari'ye ya da şehre, ne bileyim herhangi bir güvenli yere taşısın. Bu sırada etrafında bulunan bizler onun dövmelerini ve altında parlayan ışıkları örtebiliriz. 

      Dedi ve tebrik beklercesine gülümseyerek arkadaşlarının düşünceli yüzlerine bakıyordu. Şu ana kadar en geçerli plan buydu;

Sina: Ama eğer Grei Şaman moduna girerse varlığını herkes hissedecektir. Sadece görsel bir olay olsa dediğin belki kullanılabilir bir plan olacak ancak daha çok hislerimize hitap eden bir varlığı var Grei'in sanki cennetten gelmiş gibi. 

        Bu düşünceler Grei'in aklında saatler önce yaşadığı görünün tekrar canlanmasına neden olmuştu. " Sanki cennetten gelmiş gibi..." Kuşkusuz o an hissettiklerini tamamıyla karşılıyordu bu sözler, baba ve oğullarını, kızlarını, hizmetkarlarını; bulundukları ortamı, çaldıkları ezgiyi, varlıklarının sağladığı huzuru ancak buna benzetebilirdi. Cennet...

Kairu: Peki ne yapacağız şimdi aklında başka planı olan var mı Grei'e güvenmekten başka yani? 

Sina: Biz ayarlasak kaçışımızı? 

Leia: Nasıl?

Muhabbete başından beri dahil olan ancak sırası gelene kadar müdahil olmayan Üstad Tilda söze girdi biraz da çekinerek. Ne de olsa Şaman'ın huzurunda konuşuyordu. 

Üstad Tilda: Ben belki yardımcı olabilirim ancak maksimum 100 kişi alabiliyorum yanımda, gerisini kaderinlerine terk etmek zorunda kalacağız.

Grei: Asla. Ben geride adam bırakmam. Diyerek reddetti bu teklifi. 

      Bir plan yapmalarının sırası gelmiş de geçiyordu. Grei gözlerini kapadığında gök mavisi kurdeleyi daha parlak görmeye başlamıştı bile. Şaman aurası diğer tiplerin azalmasıyla daha baskın hale gelmeye başlıyor git gide riski daha da arttırıyordu.  

     Yirmi beş dakika sonra Grei başka bir görüye yenik düştü. Gözleri açık olmasına rapmen sadece beyazları görünür haldeydi. Ortaya çıkan habis aura bastırılmış olsa da insanları kaynağını aramaya yönlendirmişti. Herkes etrafına bakınıyordu saldırı altındaymış gibi. Grei bu kez kurtulmaya başlamadı görüsünden; orada bir seyirci gibi hareketsiz bir biçimde olayları izliyordu. Bu kez müzik yoktu ancak yankısı hala devam ediyordu. Milyonlarca yıl öteden gelen yanan bir yıldızın sönmüş ancak hala ışığını devam ettiren varlığına benziyordu. Bu kadar güçlü bir ezgi ancak cennet ürünüdür diye düşünüyordu kendince. İşte o anda tanık oldu Erwin'in hissettiklerine, kıskançlığına, gücenmişliğine ve saygısızlığına. Onun hissettiklerini eş zamanlı olarak hissediyordu sanki; sanki kendisi Erwin'miş ve anılarına dönüp bakıyordu. Baş sandalyen'in kendi hakkı olduğunu düşünüyordu Erwin. Sonuçta hiçlikten doğmuştu, Ulu Tahtın Sahibi onun var olmasını istemiş ve evrenlerin arasındaki boşlukta onu hiçlikten doğurmuştu. Diğer kardeşlerinin aksine Babasının yapabildiği bir çok şeyi eksik de olsa çirkin de olsa yapabiliyordu ve sevmek zorunda değildi varlığını arzulayıp onu meydana getireni; ancak yine de seviyordu. Bu yüzden itiraz etti Marnil'in varlığına. O hiçbir şeyi kendi iradesiyle yapmayan kuklanın tekiydi, onun sevgisi değersizdi Erwin'in gözünde çünkü o mecbur iken babalarını sevmeye kendisi değildi...

       Uyandığında gözleri dövmelerinin üzerindeki ışığı fark etmiş, çoktan Şaman Moduna girmişti. Hükumet askerlerinin her biri dizlerinin üzerinde başlarını toprağa vurarak varlığına biat etmiş bekliyorlardı...

ŞamanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin