"İstanbul'da yağmur yağıyormuş."
Dakikalar önce yanımdan kalkan Aslan'ın sesi ile gözlerimi güç bela parmağımda ışıldayan kehribarımdan ayırıp onun yeşillerine çeviriyorum.
Birkaç saniye sonra da az önce söylediği şeyi anlamlandırabiliyorum nihayet. Gözlerimi büyük pencereden dışarıya çevirip hafif hafif kararan gökyüzüne ve bulutların arasından çıkıp kocaman çam ağaçlarıyla dans etmeye çalışan güneşin zoraki ışıklarına bakıyorum.Burada da yağmur yağacak gibi.
Sahi, burası neresi.
"Aslan, neredeyiz biz?"
Aslan bütün yüzünü kaplayan eşsiz gülümsemesi ile yatağa doğru yürüyor ve tek dizini kırıp diğerini yatağa yaslayarak üzerime doğru eğiliyor. Gözlerimiz birbirine kenetlenirken vücudumdaki bütün kanın yüzüme pompalandığını hissediyorum.
Üzerimde yarattığı etkinin bilincinde gülümsemesini büyütüp yüzlerimiz arasındaki mesafeyi neredeyse sıfıra indiriyor. "Sonunda bu soru geldi aklına güzellik tanrıçam." Burnunu burnuma sürterek ve o uğruna dünyaları tersine çevireceğim sesini kısarak soruyor bu soruyu. Kaşlarının ikisinin birden havalandırdığını sonradan fark ediyorum. Milim milim inceliyorum yüzünü.
Zaten ezbere bildiğim her bir zerresini.
Yavaşça sallıyorum başımı iki yana. "Hayır Aslan." Sesim beklediğim kadar güçlü çıkmıyor. Ona daha önce de bunu düşündüğümü söylemek istiyorum ama sanki buna kendim bile inanmayacak haldeyim. "Bu daha önce de geldi aklıma." Aslan'ın kaşları daha da havalanıyor ve soran gözlerle bakıyor yüzüme. Ama hala buna inanmadığını belli eden o alaycı gülümsemesi dudaklarının üzerinde geziniyor. "Birkaç saat önce." Bunu söylerken zaten duyulmayan sesim iyice içime kaçıyor sanki ve ben bu soru aklıma geldikten sonra yaşadıklarımızın etkisinde alt dudağımı dişlerimin arasına sıkıştırıp gözlerimi Aslan'ınkilerden kaçırıyorum. Aslan'ın üzerimdeki baskısı da bana hiç yardımcı olmadığından başımı başka bir yöne çevirmeye çalışıyorum ama bu girişimim bizzat Aslan tarafından engelleniyor.
Az önceki alaylı bakışları yerini siyaha dönen yeşillere bırakmış durumda. Eskiden bunun sadece öfkeden olduğunu zannediyordum. Birkaç saat önce öğrendiğim bir sebebi daha var bu değişimin.
Tutku.
Öldürücü bir sakinlikle sağ elinin baş parmağını çenemden dudaklarıma doğru götürüyor. Gözlerini bir saniye ordan ayırmadan olabilecek en yavaş haliyle dudağımı dişlerimin arasından kurtarıyor. Aldığı derin nefese benim titrek nefeslerim eşlik ederken gözlerini zorlukla dudaklarımdan ayırıp gözlerimde sabitliyor.
"Bunu yapma. Sakın."
Aslan'ın neyden bahsettiğini anlayamıyorum. Anlamaya çalışmak yerine üzerindeki tişörte uzanıp kendime çekiyorum. Bütün bunları yapacak cesareti nerden buluyorum ben de bilmiyorum ama o anda mantıklı tarafımı devrede tutmam mümkün olmuyor.
Nefes almamız gerektiğinde ayrılıyoruz birbirimiziden ve Aslan alnıma yaslanıyor. Gözlerim kapalı elim hala Aslan'ın yakasındayken daha fazlası için kıvranıyorum ama ona uzanan dudaklarım Aslan tarafından engelleniyor. Dudaklarım yerine eğilip alnıma bir öpücük bırakıyor.
"Zorlama beni Hera'm. Canın çok yanacak."
Biliyorum. Kalkıp duş falan da almam lazım zaten. Ama istemiyorum. Onun sıcaklığından bir adım öteye geçmek istemiyorum. Yine de ne yaparsam yapayım Aslan'ın duracağını bildiğimden etrafıma doladığı kollarının arasına siniyorum.
Nefesinin düzene girdiğinden emin olduğunda saçlarıma hatrı sayılır bir öpücük bırakıp geri çekiliyor. Ardından sesini duyuyorum.
"Hadi bakalım. Duş zamanı. Daha Olimpos'u gezeceğiz."
Aslan yataktan kalkarken arkasından bakıyorum.
"Antalya'da mıyız?" Aslan bir eliyle saçını düzeltip göz kırpıyor ve sorumu cevaplıyor. "Hayır güzelim. Yunanistan'dayız."***
"Şöyle bakma yüzüme Aslan."
Aslan elindeki çatalı masaya fırlatıp sesli bir şekilde nefes veriyor. Sağ eliyle yüzünü sıvazlayıp önündeki zeytinlerden nefret eder gibi bakıyor onlara. Bana bakmayı reddedince eğilip elini tutuyorum. Ama bu hareketim ufak bir sancı olarak yerleşiyor yüzüme.
"Allah beni kahretsin."
"Saçma sapan konuşup durma Aslan. Hayatımın sonuna kadar böyle olmayacak ya. Geçer herhalde birkaç saate."
Aslan elleriyle yüzünü kapatıp sessiz bir küfür mırıldanıyor ama duyuyorum ne dediğini. Birkaç saniye sonra elini yüzünden çekip masanın üzerinden elimi tutuyor. "Bir doktora gidelim. Baksın."
"Neye baksın Aslan? Nereye yani tam olarak?"
Aslan kaşlarını çatıp ne dediğimi anlamaya çalışıyor. "Ya işte-"
Elimi kaldırıp susturuyorum onu. "Rica ediyorum Aslan kes artık şunu. Bak. Bana bak." Gözlerimizin birbirinde olduğuna emin olduktan sonra devam ediyorum. "Ben iyiyim tamam mı? Daha önce hiç olmadığım kadar hem de. Ya ben. Ben senin kehribarın olmadım mı Aslan?" Aslan'ın yüzünün aydınlanmaya başladığını görünce devam ediyorum. "Evet, şu anda canım yanıyor. Ama her an, sana yemin ediyorum her seferinde aklıma bu sabah geliyor. Bu acı bana seni hatırlatıyor Aslan. Bırak da doya doya yaşayayım."
"Canının yanması sinirimi bozuyor."
Aslan uzanıp elimin üzerine bir öpücük kondururken ben de vişneli elma suyumdan bir yudum alıyorum. Aslan'ın bu durumu yavaş yavaş kabul ettiğini görüp biraz olsun rahatlarken, aklıma Sapanca'da yağmurun altında kalışımız geliyor. Çamurlu yolda yeri boyladığımda dizimdeki küçük yara yüzünden girdiği hal canlanıyor zihnimde.
Mutlulukla ışıldıyor gözlerim. Nasıl diyorum. Nasıl bunca sene kapatabildim ben bu adama ve onun sevgisine gözlerimi ve dahi kalbimi.
Şimdi diyorum tam zamanı. Aslan'ın da dediği gibi yaşamanın tam zamanı. Birlikte.
***
"Buraya tekrar gelelim lütfen."
Aslan'ın arkamdan omzuma doladığı kollarına başımı yaslıyorum. Helikopterin iniş yapacağı zirveden ağaçların sakladığı minik göle bakıyorum. Bütün gün arşınladığımız yolları en tepeden izlemek dayanılmaz bir keyif veriyor bana.
"Geliriz tabi. Sen ne zaman istersen, nereye istersen biz oraya gideriz."
Dudaklarımın arasından çıkan bir kıkırtıyla o da gülümsüyor. Hissediyorum bunu. Ve hemen ardından konuşmaya başlıyor. "Hera. Bak orası tahmin ettiğin kadar güzel bir yer değil. Kaldı ki o film Dublin'de bile çekilmedi."
Hala omzunda olan kolunun izin verdiği ölçüde omuz silkiyorum. "Bu Dublin'e gitmek istediğim gerçeğini değiştirmiyor Aslan. Ayrıca beni tam sekiz senedir oyalıyorsun farkında mısın?"
"Seni oyalamıyorum. Oranın ne kadar soğuk olabileceği ile ilgili bir fikrin var mı Hera? Daha hava alanında zatürre olursun sen."
Bu hayatta nazımı en çok çeken insanın kollarında olmanın bilincinde biraz daha nazlanıyorum. "Aslan yine de Dublin'e gitmeden ölmek istemiyorum."
Kulağımıza dolan sesle helikopterin gelmek üzere olduğunu anlıyoruz.
"Ben senin daha çok uzun yollar ölmeni istemiyorum."
🎈
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARAF
FanfictionAslan. Seninle gelmemi ister misin?" Sorduğum soru yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeye neden oldu. Bana dayanamıyordu bunu tabii ki de biliyordum. Onun üzerindeki sakinleştirici etkimin farkındaydım ama bu kendime sakladığım küçük bir sırdı. Şim...