Bir elinde Araf, diğerinde Hera ile birlikte attığı kendinden emin adımları seyrediyorum pencereden. Hastanenin bahçesinde, ikisi de durmadan konuşan kıpır kıpır çocukları idare edişine bir kere daha hayran oluyorum. Meriç, öyle bir adam ki, aldığı her nefeste attığı her adımda dünyaya baba olmak için geldiğini haykırıyor gibi sanki. Annesinden pek haz etmesem de onu doğurup da karşıma çıkmasına vesile olduğu için bile ellerinden öpebilirim. "Gözlerini alamadın kocandan." Çocukların gidişinden beri çıt çıkmayan odada, Asaf'ın öfkeli sesi çınladığında gözlerimi kapatıp derin bir nefes alıyorum. Bana çok kızgın olduğunu biliyorum. Ama ben de ona çok kızgınım! O yüzden yaptıklarını sineye çekip köşeme çekilecek halim yok!
Bir hışım dönüyorum arkamı ve keskin gözlerini üzerimde buluyorum. Bu ani bakışı yüzünden bir anlık irkilsem de kendimi çabuk toparlıyorum. "İnsanlar sevdiklerini seyretmeye doyamaz Asaf Aslan!" Ağzından o çok bilindik nidası çıktığında gözlerimi devirmeden duramıyorum. "Sen napıyorsun burda? Gitsene. Kızımı alıp götürdü o kıl kuyruk kocan zaten. Ne oldu? Sıra onda mı? Bir tek kızım kaldı elimde ve senin kocan şimdi de kızıma mı göz dikti!" Sesimizin dışarıdan duyulma ihtimaliyle zerre kadar ilgilenemiyorum o sırada. Öfkeden kıpkırmızı kesildiğime neredeyse eminim. "Bana bak ağzını topla!" Yatağa doğru birkaç adım attığım sırada Asaf'ın da doğruluğunu fark ediyorum. "Sen ne biçim bir adam olmuşsun böyle! Bir tek kızım kaldı diyorsun ama o küçücük çocuğu biraz olsun düşündüğün yok!" Asaf ayaklarını yataktan sarkıtıp bir an yüzüme bakıyor ama hızlı kalktığı için başının döndüğünü anlıyorum. Bu hali içimi sızlatsa da öfkem duygularımdan daha ağır basıyor. "Sen ne diyorsun ha? Benim bütün hayatım kızım! Her şeyim o benim!" İstemsizce bir kahkaha dökülüyor dudaklarımın arasından. "Öyle mi Asaf Bey! Pardon! Unutmuşum sizin kafanızda işlerin nasıl yürüdüğünü! Ne kadar çok severseniz o kadar çok acıtıyordunuz değil mi!" Bana bakan gözleri öfkeden kıpkırmızı kesilse de bunu önemseyemiyorum. "Sen küçücük bir çocuğun hayatı boyunca atlatamayacağı bir travmaya sebep oldun Asaf! O kız bundan sonra her üzüldüğünde, her boşluğa düştüğünde aynı şeyle sarsılacak! Daha dört yaşındaki bir çocuğu kaybetme korkusuyla tanıştırdın sen! Hem de tek varlığı olduğunu bile bile. Bu ne biçim bir sorumsuzluk!" Asaf söylediklerimin her kelimesinin doğru olduğunun bilinciyle kasılırken ayağa kalkmaya çalıştı. Bir an gidip yardım etmeyi düşünsem de vazgeçtim. İçimdeki öfkeyi bir türlü yenemediğimden herhalde. Odada durdukça sakinleşemeyeceğimi fark ettiğimden herhangi bir şey söylemesine fırsat vermeden kapıyı açtım. Tam çıkarken mırıltı halinde söyledikleri doldu kulağıma. "Keyfimizden içtik sanki." Neden içtiğini biliyordum. Bununla ilgili içimi inceden bir suçluluk kaplamaya çalışsa da izin vermedim. Bu kadar sorumsuz davranmamalıydı. "Allah aşkına Asaf. Sen kimseyi çok sevme. Sevdikçe öldürüyorsun."•••
Ne diyordu Asaf? Hera asla kahve içmez, mecbur kalırsa sadece bir bardak çay içer. O da çok açık. Önümdeki karton bardağın içindeki zift gibi kahveye bakarken aklıma gelen şeyle gülümsedim. Asaf'ın bildiği kadından evrildiğim bu kadın daha güçlü görünse de aslında küçücük bir çocuk kadar savunmasızdı. Meriç'in elinden tutup gelen oğlumu görünce kahveden bir yudum alıp masaya bıraktım. O da beni fark edince koşarak gelip atladı kucağıma. "Bak bu hep böyle oluyor ama! Anneyi görünce anında pabucum dama atılıyor!" Boynuna kondurduğum sayısız öpücük yüzünden kahkahalarla gülerken dönüp Meriç'e bakıyor oğlum ve omuz silkiyor. "Özledim ama ne yapayım!" Alnına dökülen saçlarını çekip bir de oradan öpüyorum. "Özledik ama gelme üstümüze Meriç!" Meriç yüzündeki gülümseme ile bize bakıp arkasına yaslanıyor. Ben de bütün dikkatimi Araf'a yöneltiyorum. "Nasıl geçti günün bebeğim?" Araf heyecanlı heyecanlı Hera ile yaptıklarını anlatıyor. Oynadığı oyunları anlatırken tek bir cümleyi bile kaçırmak istemez gibi hızlı hızlı konuşuyor. Hera'yı sevdiğini anlıyorum. Yüzüm dalgalanmaya başladığında oğlumun sesi ile sıyrılıyorum düşünmeye başlayacaklarımdan. "Biliyor musun babasını çok seviyor." Meriç ile birbirimize bakıyoruz. Ne diyeceğimi düşünürken devam ediyor konuşmaya. "Bence babası da onu çok seviyor. Gideceğiz diye üzüldü. Kızını göremeyecek diye." Bir kere daha çekiyorum perçemlerini yüzünden. En şen sesimle cevap veriyorum oğluma. "Üzülür tabi. Ben de üzülüyorum senden ayrı kalınca." Ağzını açıp bir şeyler söylemek istiyor ama her ne diyecekse bundan vazgeçip ellerini Meriç'e uzatıyor. Bu daveti karşılıksız kalmıyor tabi, Meriç hemen alıyor kucağına Araf'ı. "Hero da üzülüyor! Bugün biz Hera ile oynarken yanımıza gelmedi ama sonra mutfağa gittik. Baktım o da üzgün. Beni özlemiş demek ki!" Soran gözlerim Meriç'in üzerinde dolaşıyor. Konuşmadan anlaşmaya o kadar alışmışız ki, her ne olduysa bunu daha sonra anlatacağını anlıyorum. "Çok vıdı vıdı yapıyorsun yalnız Aslan Parçası. Saat dokuza geliyor. Hadi zıpla bakalım çıkalım artık yukarı!" Hera'nın yanına gideceğimizi anlayan oğlum hemen atlıyor Meriç'in kucağından ve bütün ikazlarıma rağmen asansöre doğru koşuyor. Odadan öyle çıkıp gittim diye hastaneden de gidecek halim yoktu elbette. Kantinde bekliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARAF
FanfictionAslan. Seninle gelmemi ister misin?" Sorduğum soru yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeye neden oldu. Bana dayanamıyordu bunu tabii ki de biliyordum. Onun üzerindeki sakinleştirici etkimin farkındaydım ama bu kendime sakladığım küçük bir sırdı. Şim...