Ayakkabılarımı önemsemeden uzatıyorum ayaklarımı karşımdaki koltuğa. Gözyaşlarım birbiri ardına akarken az önce hostesin getirdiği şişeyi alıyorum bardağı bir kenara bırakıp. Bardakla falan olacak gibi değil. Meriç yan taraftaki koltuğu yatırmış öylece beni izliyor. Sesini bile çıkarmadan. Birkaç saat öncesini düşünüyorum. Aslan'ın evet deyişi, gelen tebrikleri kabul edişi, yaralı gözlerini benimkilere değdirmemek için çabalayışı ama bunun hiçbir işe yaramayışı...
Gitmiyor gözümün önünde sürekli o var. İmza atıyor, ayağa kalkıp Ahu'yu öpüyor iki yanağından. Bir yudum daha alıyorum şişeden. Yüzüğümü çıkaracağımı anladığında bana bakıyor yalvaran gözleriyle. Yapma diyor sanki.
Kocaman bir yudum daha.
"Uçak alçalacak Sahra. Kemerini tak." Kafamı sağa çevirip Meriç'in söylediği şeye bakıyorum. Meriç bu uçağı nereden buldu, biz nereye gidiyoruz ilgilenmiyorum. Burnumu çekip elimin tersiyle yüzümü siliyorum. Şişenin dibinde kalan son birkaç yudum da midemdeki yerini aldığında kemeri takıyorum.
Hostes gelip bir şeler söylüyor Meriç'e. Meriç yalnızca başıyla onaylayıp bana dönüyor yine. "On dakika içinde iniyoruz. Bosna'ya." Başımla onaylıyorum onu. Nereye gittiğimizle ilgilenmediğinden bunu da önemsemiyorum.
Uçaktan indiğimizde mavişin siyahı duruyor karşımızda. Yüzümde buruk bir gülümseme beliriyor. Bu arabaya binmemem için Aslan'ın verdiği onca çaba geliyor aklıma. Gülümseme yerini gözyaşlarıma bırakmaya başladığında nefes alış verişlerim hızlanıyor. Meriç bavulları arabanın başında bekleyen adama teslim etmeye gittiğinden fark etmiyor beni. Arabanın önüne çöküp ağlamaya başlıyorum. Aslan Ahu'nun arkasından bakıyor bana. Kendi arabanla git diyor. Gözyaşlarıma çığlıklarım eklendiğinde Meriç koşup geliyor hemen. Meriç'in beni kucağına almaya çalıştığını hatırlıyorum en son. Gözlerim de bilincim gibi kapanmaya başlamadan hatırladığım son şey başımı sallamam. Yine sallıyorum başımı. Kendi arabamla gideceğim diyorum.•••
"Sahra."
Annemin dizimdeki elini sıkmasıyla toparlanıyorum. Aradan geçen yılların bir şeyleri unutturmak gibi bir hediyesi olmadığından, olsa da bana uğramadığından her şeyi ince ince hatırlıyorum hala. Aslan'ın kalkıp gittiği koltukta oturuyorum. Hemen yanımda da annem ağzımdan çıkacak birkaç kelimeyi bekliyor. Ona dönüp gülümsüyorum hemen. "Fotoğrafı var mı?" Bu sefer gerçek bir gülümseme kaplıyor yüzümü. Elbisenin üzerine giydiğim hırkanın cebinden çıkarıyorum telefonu ve üçümüzün olduğu bir fotoğrafı uzatıyorum anneme. Oğlumun doğduğundan beri hiç kesilmeyen kıvırcığa yakın dalgalı saçları ve muhteşem gözleriyle gülümsediği fotoğrafı yakınlaştırıp uzatıyorum anneme. Annem fotoğrafı görünce bir sevinç nidası yükseliyor dudaklarının arasından.
"Sahra! İnanamıyorum! Nasıl harika bir çocuk bu!" Annem telefonu elimden alıp başını yana yatırarak seviyor oğlumu. "Annem! Bu çocuk aynı sen. Ağzı burnu!" Buket Hanım ile göz göze geliyoruz. Deli gibi merak ediyor görüyorum ama istemiyorum onun gözlerinin oğluma değmesini. "Gözleri sana benzemiyor hayatım." Buket Hanım'ın ilgiyle bakan gözlerinden güçlükle çekiyorum bakışlarımı ve başımla onaylıyorum annemi. "Gözleri babasının kopyası." Annem bütün acısından sıyrılmış ışıldıyor adeta. Onu böyle görünce ben de biraz olsun seviniyorum. "Sahra öyle tanıdık bir şeyler var ki bu çocukta." Annem bir süre daha fotoğrafı inceleyince huzursuzca kıpırdanıyorum yerimde. "Sanki seni ilk gördüğüm ana döndüm. O kadar tanıdık!" Kaşlarım birbirine yaklaşıyor istemsizce. Annem uzanıp elini yanağıma koyuyor. "Sahra sen bana yaşamam için bir sebep verdin kızım. Oğlunu görmek istiyorum ben. Kucağıma almak koklamak istiyorum."
![](https://img.wattpad.com/cover/42428534-288-k272471.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARAF
FanfictieAslan. Seninle gelmemi ister misin?" Sorduğum soru yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeye neden oldu. Bana dayanamıyordu bunu tabii ki de biliyordum. Onun üzerindeki sakinleştirici etkimin farkındaydım ama bu kendime sakladığım küçük bir sırdı. Şim...