Okulun bahçe duvarına yaslanmış bir halde bekliyorum. Sabah başıma taktığım şapkayı derslerden birinde çıkarmıştım ve sanırım bir yerlerde unuttum. Buna üzülecek halim yok zira o şapkayı bir daha takacağımı pek sanmıyordum zaten.
Büyük çantamın içinden telefonumu bulmaya çalışırken nihayet Aslan'ın tankı gelip hızlı bir şekilde önümde duruyor. Gösteriş budalası.
Buna uyuz olduğumu bildiğinden sürekli aynı şeyi yapmıyorsa ben de bir şey bilmiyorum. Şu arabayı sattırıp başka bir şey aldırmalıyım bu adama. Ah mesela bir panamera, mavi..Arabanın kapısını açıp bineceğim sırada Aslan'ın kemerini çözdüğünü fark edince durup ne yaptığına bakıyorum. O da kafasını eğip bana bakmakla meşgul o sırada.
"Bekle Allah'ın cezası bekle!"
Bana mı dedi o! Ben neden Allah'ın cezası oluyormuşum acaba? Yanıma dolaşıp kapıyı tutunca bunu normalde asla yapmayacağını bildiğimden bir süre yüzüne bakıyorum ancak Aslan hiç oralı değil. Gözünün önüne getirdiğim parmaklarımı şıklatınca bariz bir şekilde irkilip bakışlarını bana dönüyor ama dönmemesini tercih edeceğimi tam da o an fark ediyorum. İnsan gözleri ile bir yeri ateşe verebilecek olsaydı, şu an Aslan'ın gözlerinin değdiği her yer alev almıştı çoktan.
"Bin şu arabaya Hera, benim daha fazla canımı sıkma!"
Nasıl yani?! Burda kırk saat onu bekleyen bendim ama canı sıkılan oydu öyle mi! Hem ne bu her akşam ayrı bi tavır. Kollarımı göğsümde birleştirip direk gözlerinin içine bakıyorum. Evet bu şu an kolay bir şey değil ama bu adamla hiçbir şey kolay değil zaten!
"Pardon ama ben neden sıkmışım senin canını?"
"Bak, bütün gün çatladım yorgunluktan." Gözleri hızlıca üzerimde dolaşıp yeniden gözlerimi bulduğunda bu sefer yeşillerinin karaya çaldığını fark ediyorum. "Ve şu halin bana hiç yardımcı olmuyor inan bana! Şimdi saçma sapan hareketler yapacaksın arabaya bineyim diye. Sonra pezevengin biri gelip bakacak orana burana. Bir de bu yorgun halimle adam dövmekle uğraşacağım. Ne gerek var? Baştan alıyorum işte önlemimi."
Bütün bunları hangi ara düşündüğünü merak etmeden duramıyorum tabii ki. Yüzümden de ne kadar şaşırdığımı anlamış olacak az öncekinden epey uzak, hatta sıcak sayılabilecek bir bakışla bakıyor yüzüme.
"Binmeyi düşünüyor musun?"
Dışarıdan görünmemi imkansız hale getirdiğinde atlayarak biniyorum arabaya ve Aslan'ın yerine yerleşmesini bekliyorum. Kemerini bağlarken bana kısa bir bakış atıp yeniden yola dönüyor.
"Evet, ne yemek istiyoruz Hera Hanım?"
"Aslan. Gerçekten sordun mu bu soruyu?"
Başını hafif hafif sallarken eli direksiyonun üzerinde ritim tutmaya başlıyor bile.
"O zaman, Hasan Baba'ya gidiyoruz güzelim."
***
"Aslan yanılmıyorsam Hasan Baba'ya gidiyorduk?"
"He aynen, şu halinle gideydik de donarak öleydin. Farkındaysan mart ayındayız ve bahse girerim sen arabaya bindikten sonra hava en az üç derece düşmüştür."
"Peki neden eve gitmek yerine şirkete geldik?"
"Çünkü beynimiz var. Değil mi? Bu saatte köprü trafiğinin neye benzediğini bildiğimizden şirkete geldik. Buradan bir şeyler ayarlayıp yemek yemeye gideceğiz."
Gözlerimi kısıp arkasından bakarken anahtarı arabaya doğru tuttuğunu fark ediyorum. Bu Aslanca iniyor musun, üzerine mi kilitleyeyim demekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARAF
FanfictionAslan. Seninle gelmemi ister misin?" Sorduğum soru yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeye neden oldu. Bana dayanamıyordu bunu tabii ki de biliyordum. Onun üzerindeki sakinleştirici etkimin farkındaydım ama bu kendime sakladığım küçük bir sırdı. Şim...