Ellerim şu hayatta olup olabileceği en huzurlu yerdeyken hemen yanımda titreyen telefonumla istemeye istemeye çekiliyorum Aslan'ın sakalları arasından. Yattığım yerde ters dönüp çalan telefona baktığımda Sevilay'ın aradığını görüyorum. Aslan'ı uyandırmamaya çalışarak doğrulup komidinin üzerinde saçma sapan sesler çıkaran telefonumu alıyorum ve odadan çıkıyorum. "Kusura bakmayın Sahra Hanım. Sevgilinizin koynundan çıkardık ama burda ciddi bir sorunumuz var!" Sıkıntıyla alnımı ovalarken sessizce sallıyorum başımı. "Ne durumda?" Sevilay'ın ayak seslerinden evinde yürüdüğünü anlıyorum. "Bak, benim şirketmiş, Bursaymış, abimin benim yüzümden katılması gereken yönetim kurulu toplantıları artmış bilmem ne umrumda değil. Çünkü biliyorsun, kredi kartımın limiti yok." Dudaklarından sessiz bir kıkırtı döküldüğünde ben de duruma hiç uygun olmasa da gülümsüyorum. "Ama bak, ben yıllar önce şu odada alkol komasına giren bir kadınla uğraştım zaten. Şimdi aynı kadının bildiğin nikahlı kocası evimi şaraphaneye çeviriyor. Bununla ilgili bir planın var mı acaba?" Gökdelenin salonunu boydan boya kaplayan cama başımı yaslayıp acıyla inliyorum. Sevilay'ın görmediğini bile bile başımı sallıyorum iki yana. Birkaç gün önce bir gece yarısı yaşanan o kavuşmadan sonra Meriç evi terk ettiğinden beri kesinlikle iletişim kurmuyor benimle. Sevilay her nerde bulduysa Meriç'i alıp yıllar önce Ahu olayı patlak verdiğinde kendimi kapattığım o muhteşem evine götürüyor Meriç'i ve merak etmememi, o adamı iyi etmeden evden çıkarmayacağını söylüyor. Ama görüyorum ki canım arkadaşım ancak üç gün dayanabiliyor bu duruma. "Sevilay, ben bugün sana mı gelsem acaba?" Sevilay'ı görmesem de burnunu kırıştırıp bunun artısını eksisini hesapladığını biliyorum. Aradan geçen birkaç saniyenin sonunda sıkıntıyla bir nefes koyveriyor. "Ne bileyim ya. Konuşmanız gerektiğine eminim ama ya sen geldiğinde çıkıp giderse. Bir daha nerde bulacağım koskoca herifi?" Bunun doğruluğuyla kasılıyor bütün vücudum. Meriç'i kaybetmenin sınırlarında dolaşırken gözlerimin dolması sinirimi bozuyor. "İzin vermem Sevilay. Bugün geleceğim. Yeter artık!"
Kendimden emin bir şekilde kapattığım telefonun ardından hemen arkamdaki kırmızı kanepeme çöküyorum. Bu eve dair her şeye deli gibi aşık tarafım, berjere gözüm değince yıllar önce orda büzülüp küçücük kaldığım anı canlandırmadan edemiyor zihnimde. Bununla başa çıkabilme yolumu ise henüz bulamıyorum.
Şu geçen üç günü düşününce vücudumdan hızlı bir yorgunluk geçiyor. O gece Araf uyuyunca Meriç'in gelip Aslan'ın kucağında uyuyan oğlumun saçları arasına bıraktığı öpücüğü düşünmek hala aynı şekilde titretiyor içimi. Veda eder gibi öpüp tek kelime etmeden çıkıp gitmesi silinmiyor aklımdan. Meriç'in girdiğinin aksine sessizce çıkışının ardından kaç dakika geçtiğini şimdi kestiremiyorum. Aslan bana bakıp Araf'ın eşyalarını toplamamı, tek bir geceyi daha ayrı geçirmeyeceğimizi söylediğinde, aklımı kullanamadığımdan olsa gerek kalkıp sadece söylediklerini yaptım. Evden çıkarken, Sevilay'ın Meriç'i durduramadığı, Azra ile yaptıkları durum değerlendirmesinin ardından onun peşinden gitmenin daha doğru olduğunu düşündüğü ve her ne olursa olsun bana haber vereceğini söyleyerek evden çıkıp gittiğini öğrendim Azra'dan. Azra ise yaşadığı şoku hala atlatamadığını gösteren mekanik hareketleri ile gözleri üçümüz arasında dolaşırken beklemeyin burda, Hera evde yalnız deyip postaladı bizi. Sonradan öğrendim, anneme Meriç'in acil bir işi için şehir dışına çıktığımızı söylediğini.
Sıkıntıyla ellerimi yüzüme kapatıp üç gündür defalarca yaptığım gibi ne olacak bu işin sonu diye düşünmeye başlayacakken ellerimin üstünden yüzüme kapanan ellerle aralıyorum gözlerimi. Babasının küçük bir kopyası olarak karşımda dikilen küçük kızın saçlarının güzelliğini annesinden aldığını bilmek içimde bir yerleri eziyor. "Araf uyanmadan biraz kucağına oturayım mı?" Hera'nın mahzun yüzüne baktığımda içim eziliyor. Sorduğu soru ise gözlerimin kocaman açılmasına sebep oluyor. Kollarımı açıp Hera'nın kucağıma yerleşmesini bekliyorum. Başını göğsüme yasladığında uyku sıcaklığının devam ettiğini hissetmek yüzümü aydınlatıyor. Saçlarının arasına bir öpücük bırakıp elimi kolunun üzerinde dolaştırıyorum. "Bebeğim. Neden böyle dedin? Araf buradayken de benim kucağıma gelebilirsin." Hera sesli bir nefesi içine çektiğinde başını kaldırmadan cevap veriyor bana. "Ben Araf'ın bileğindeki izi gördüğümde çok sevindim biliyor musun Sahra." Sessizce başımı sallıyorum. Sevindiğini biliyorum. "Sonra siz bize söylediğinizde ben birazcık daha sevindim. Artık birlikte yaşayacağız diye." Birazcık derken işaret parmağıyla o birazcığı göstermesi gülümsememi biraz daha genişletiyor. Eğilip öpüyorum hemen o parmağın ucundan. "Sonra dedim ki, keşke benim de annem burda olsaydı." Yüzümdeki gülümseme donarken küçücük bedenlerin içinde açtığımız o koca koca yaraları görüyorum bir kez daha. "Ama sonra hemen vazgeçtim. O zaten burda olmak istemezdi. Benimle olmak da istemezdi." Ahu'ya olan nefretimi kollarımın arasında gittikçe küçülen çocuğa belli etmemek için derin bir nefes alıyorum. "Bence yanılıyorsun. Annen tabii ki seninle olmak isterdi. Her anne çocuğunun yanında olmak ister." Hera bir süre bana cevap vermeyince ne düşündüğünü merak edip yüzünde dolaştırıyorum gözlerimi. Neden sonra doğrulup bacaklarını gövdemin etrafına doluyor.
"Sen Araf'ı emzirdin mi?" Sorduğu soruyla kaşlarımı çatıyorum. Küçücük bir çocuk neden bunu merak eder diye düşünüyorum. Yine de başımla onaylıyorum onu. "Araf normal bir bebeğin olması gerekenden çok daha küçük doğdu Hera. Eğer emzirmeseydim yaşama ihtimali pek yoktu." Hera duyduğu şeyle dehşete düşmüş gibi yeşillerini kocaman açarak bakıyor yüzüme. "Ölecek miydi!" Gözlerimi kapatıp duyduğum kelimeyi sindirmeye çalışırken Hera'nın küçük parmaklarını hissediyorum yamağımda. "Ölmedi iyi şimdi bak uyuyor odada." Beni teselli eden haline gülümseyerek bakıyorum ve başımla onaylıyorum bir kez daha. "Sen neden sordun böyle bir şeyi bebeğim?" Gülen yüzü biraz solarken omuz silkiyor. Gözlerini kucağına indirip bir süre bekliyor. Alt dudağı dişlerinin arasına yerleşince söyleyeceği şeyin onun için ne kadar zor olduğunu düşünüyorum."Ben bir kere oyun oynuyordum. Sonra babamın sesini duydum telefonla konuşuyordu. Babaannemle." Gözlerini arkamdaki pencerede dolaştırıp yeniden kucağına indiriyor Hera. "Çok bağırıyordu ben de duydum içeride." Hera'nın güçlükle yutkunduğunu görmek içimi eziyor. Bir an susturmak istiyorum. Anlatmaya çalıştığı şeyin onun için ne kadar zor olduğunu görüyorum. Ama ben onu susturmadan o konuşmaya devam ediyor. "Savunup durma bana şunu dedi. Annemden bahsediyordu galiba." Kucağındaki gözlerini gözlerime çevirdiğinde yeşillerinin dolduğunu görmek kalbimi eziyor daha fazla. "Sana ne anlattı bilmiyorum ama o kadın bana olan öfkesinden kızını bile emzirmedi dedi." Benim de alt dudağım tıpkı kucağımdaki kız gibi dişlerimin arasına yerleştiğinde mümkünmüş gibi daha da büyüyor öfkem. Kendine muhtaç bir bebeğe, kendi bebeğine, bir kadının nasıl böylesine ruhsuz davranabildiğine şaşırıyorum. Tam ağzımı açıp onu teselli edecek birkaç cümle kurmaya çalışacakken benden önce oğlumun sesi çınlıyor salonda. "Kenara kay." Hera omuzlarının üzerinden geriye döndüğünde yakalanmanın verdiği utançla kızarıyor hemen ve kucağımdan kalkmaya çalışıyor. "Kalk demedim kenar kay dedim Hera." Oğlum elinin tersiyle gözlerini ovalarken küçük adımları salonun içinde yankılanıyor. Sol kolumu da onun için açtığımda bekletmeden gelip kucağıma yerleşiyor. Birbirilerinin kopyası gözleri fütursuzca dolanıyor üzerlerinde.
Araf gözlerini Hera'dan çekip bana baktığında tıpkı babası gibi kaldırıyor tek kaşını. Bu haline bakıp dört yaşında bir çocuğun bu hareketi nasıl yaptığını düşünmediğim tek bir an bile olmadığından bir kez daha şaşırıyorum. "Baştan söyleyeyim kapı falan dinlemiyordum anne. Çişimi yapacaktım sesinizi duyup geldim." Ne söyleyeceğini deli gibi merak ettiğimden bir şey söylemeden konuşmaya devam etmesini bekliyorum ama bir yandan da Hera'yı daha fazla incitecek bir kelime kullanmasından korkuyorum. "Nedenini anlayamadım ama baksana senin baban aslında benim de babammış. Annemin anlatıp durduğu işi de senmişsin." Dudaklarımı birbirine bastırıp iki kardeşin birbirleriyle olan bakışmasını seyrediyorum. "O zaman, neden anneme Sahra diyorsun?" Araf'ın sorduğu soru hızla Hera'ya dönmeme sebep oluyor. Bakışlarımız çakıştığında Hera'nın utanıp başını eğişini izliyorum. Kırgın bakışları yeniden kucağında toplandığında sağ omuzunu kaldırıp bırakıyor. "Ne diyeceğim ki başka? Adı Sahra değil mi?" Araf bıkkın bir nefes koyverdiğinde kaşlarımı çatıp bakıyorum oğlumun yüzüne. "Babamın adı da Aslan ama ben ona baba diyorum. Sen de anneme anne desene." Duyduğum şeyle resmen nefesimi tutuyorum. Hera'nın gözünden akan yaşı gördüğümde Araf'ı içerideki odaya postalamayı düşünüyorum. "Benim başka annem var ama." Araf kaşlarını çatıp bakışlarını ikimizin arasında dolaştırıyor. "Hani nerde? Ben hiç görmedim." Hera burnunu çekip başını sallıyor. "Ben de pek görmüyorum zaten." Araf bu sefer omzunu silkip elini Hera'nın buklelerinden birine doluyor ve gözlerini saçlarında sabitliyor. "E iyi işte. Bak burda bir tane anne var." Hera bir kez daha burnunu çektiğinde bakışlarını kaldırıp ilk önce Araf'a sonra bana bakıyor. "Olur mu acaba?" Alttan alttan yüzüme baktığında gözlerime dolan yaşları önemsemeden gülümsüyorum. Islak kirpiklerinin üzerine birer öpücük bıraktığımda kucağımdaki ürkek bir serçeymişçesine usulca sallıyorum başımı. "Hep senin kadar güzel bir kızım olsun isterdim." Yüzüne bakmasam da oğlumun tek kaşını kaldırdığını yandan görüyorum ve bu gülümsememi genişletiyor. Hera iki elinin tersiyle gözlerini kuruladığında gülümseyerek boyun girintime yaslıyor başını. Araf da onu takip ettiğinde kollarımı sarıyorum ikisinin etrafına. Derin bir soluğu ciğerlerime hapsettiğimde daha önce içinde bulunduğum şu andan daha iyisini yaşamadığımı fark ediyorum. Tam bu anda derin bir soluk duyuyorum. Gözlerimi açmasam da kucağımdaki meleklerden birinin sesi olmadığını biliyorum bu sesin. Başımın üzerine konan sert bir öpücük doğruluyor bu düşüncemi. "Ulan! Eğer alarm çalar da ben uyanırsam o telefonu piyasaya süren herifin sülalesini.." yapmacık bir şekilde temizlediğim boğazım Aslan'a kucağımdakileri fark ettirmiş olacak cümlesini tamamlamadan susuyor. Gözlerimi açtığımda az önce sağlam bir küfür etmek üzere olduğu telefonuyla fotoğrafımızı çektiğini görüyorum Aslan'ın. İşi bitince telefonu bırakıp gözleri anında uykuya dalan çocuklarımızın üzerinde dolaşıyor.
Saçlarımın arasına bıraktığı öpücüğün çok daha serti dudaklarımın üzerindeki yerini aldığında doğrulup yeniden çocuklara bakıyor. "Saat daha çok erken. Şu veletleri yerlerine yatıralım. Sonra seninle ilgileneceğim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARAF
FanfictionAslan. Seninle gelmemi ister misin?" Sorduğum soru yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeye neden oldu. Bana dayanamıyordu bunu tabii ki de biliyordum. Onun üzerindeki sakinleştirici etkimin farkındaydım ama bu kendime sakladığım küçük bir sırdı. Şim...