~|2.BÖLÜM|~ : Unutulan (!) Oruç

2K 131 89
                                    

Geç gelen Behiye ve Vecihe hazırlanan tabakları bahçedeki sofraya taşırlarken, ablaları Benan elindeki bıçakla pideleri katlediyor- dilimliyordu.

Benan'ın elinden bıçağı kapan Zülal, kuzeni olan yengesinin kolunu tuttu. "Benan, kendinde misin?"

"Ben kendimdeyim ama abin olacak öküz kendinde değil. Sürekli aynı terane!"

Konuyu anlamış olan Zülal, gözlerini baydı. "Yine mi emlak işi?" dedi kimse duymasın diye fısıldarlarken.

"Başka derdimiz mi vardı? Kaç defa dedim Davut, ne senin baban ne benim babam izin vermez bu evleri satmaya ama yok kafa yok senin abinde."

"Yine nerede ev bulmuş Davut abi?" diye lafa atladı Asiye.

"Merkezde. Bu arsalar değerlenmiş mişte oradan ev alır buraları satarsak köşeyi dönermişizde. Leylim de ley!" diye söylene söylene çıktı dışarı Benan. Oğlu Aras uyanmadan sahuru yiyip eve dönmek istiyordu.

İki şuradan üç buradan sohbet ede ede sahur sofralarını kurmuşlardı kızlar. Davulcunun sesi taş üstünde uyuklayan taş bırakmazken, erkekler sofraya akın etmeye başlamışlardı. Hasan Kızılhan erkek sofrasının başını çekerken, kardeşleri Vahit ve Cebbar yan tarafında yerlerini almışlardı. Ethem bey oğlu Vahab'la karşılıklı otururken, Davut, Ali Ömer, Cihan, Abdullah da oturunca sofra tamamlanmıştı.

Kadın sofrasında ise hanımağa edasında en başta ailenin büyüğü Hacer vardı. Ailenin gelinleri Amine ve Cemile soluna otururken, Aysun ve Benan sağına geçmişti. İkizlerin arasına inatla oturan Zülal keyifle pidelere uzanırken, Behiye ve Vecihe çayları servis ediyordu.

Kalabalık ve zahmetli bir aileydiler. Her güne hır gürle başlayıp, huzurla gözlerini yumuyorlardı. Fitne fesat peyda oluyor, uçurumlar derin derin aralarına giriyor fakat aynı sofrada birleşiyorlardı.

Ramazan da bu demek değil miydi? Kim bu ayın rahmetini bereketini elinin tersiyle itebilirdi ki?

Ezanın okunmasına yarım saat kala büyükler bahçeyi boşaltmış, gençler ellerinde tepsilerle mutfağa karınca gibi yiyecek taşıyorlardı.

Kalan ekmekleri sabah gizlice beslediği hayvanlara verecek olan Zülal, ayrı poşete koyarken, Asiye çaydanlıkları mutfağa götürüyordu. Erkek sofrasında Cihan, kadın sofrasında Ali Ömer bardakları toplarken; Abdullah da buzdolabına konacakların saklama kabý kapaklarını kapatıyordu. Abdullah'ın hemen ardından tepsiyi tıka basa dolduran Aliye ise belinden destek alarak yürümeye çalışırken, adeta topal gibi sekiyordu. Hâline gülen Asiye oralı olmadan bu defa erkek sofrasındaki çaydanlıkları kaparak ondan önce mutfağa girmişti.

"Yardım etse ölecek!" diye söylenen Aliye, tepsiyi dolduran kendi olduğu hâlde gerideki herkese öfkeyle bakıyordu.

Yarı yola kadar gelmişken dönüp boşaltmanın saçma olacağını bildiğinden, geri de dönemiyordu. Gözü mutfağın ışığında, astım krizi tutmuş birinin ilacına ulaşmaya çalışını canlandırıyordu adeta. Biri yardım eder umuduyla doğuma dakikaları kalan hamileler gibi derin derin ıkınmaya başladığında, tepsinin ilk hafiflediğini hissetti. Daha kafasını çevirmeden de tepsi kollarından alınmıştı.

Rahatlayan omuzlarını ileri geri hareket ettirirken, Cihan elinden aldığı tepsiyle önüne geçmişti.

"Aptalsın, ziyan edeceksin nimeti."

Hafif dolan gözlerini kırpıştırırken, giden adamın ardından "Ben aptal değilim," diyebilmişti sadece.

Mutfaktan çıkan ikizine o hâlde yakalanmamak için bahçeye geri döndü. Dokunulmamış pideleri sepete yerleştirip, başını kaldırmadan mutfağa girdi. Zülal daha bulaşık demeden de çıktı. Kimseye gözükmeden odasına çıkıp, Cihan'ın ondan nefret etmediği tek yere, rüyalara sığındı.

Zakkum Çiçeği ~BİTTİ~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin