Nihayet sessizlik uğursuz bir koku gibi kaybolurken gençlerin şaşkınlığı dehşetli bir öfkeye dönüşmüştü.
Asiye: "Ne diyor bunlar abi?" diye Ali Ömer'e sorarken dudakları büzülmüştü dayak yemiş bir çocuk gibi.
Abdullah: "Siz kimsiniz de bizim ailemize iftira atıyorsunuz?! Burası bizim surlarımız!"
Zülal: "Dedikleriniz saçmalıktan öte değil! Yani bunlara inanacak mıyız? Kendinize gelin!" diyen Zülal'in hedefi erkeklerdi. Aklı başında biri çıkıp kiracıları defetmeliydi.
Ali Ömer sakin kalmaya çabalıyordu. Karşısındaki gençler, yaşlı kadınla anlaşıp saçmalıyor olamazdı. Bu çok mantıksız olurdu. "Kanıtınız var mı?"
Cihan, Ali Ömer'in omzuna vurmuştu kendine gelmesini ister gibi. "Ne diyorsun Ali? Kanıtları olsa kaç yazar?! Ailemizin bunu yaptığına inanacak mıyız?"
Aliye de Cihan gibi düşünüyordu. "Siz artık çok oldunuz!" diye bağırırken gözleri hırsla doluydu.
Vecihe: "Yürü Behiye bunlar ne diyeceğini şaşırmış."
Ses kalabalığının içinde gözünü gözünden ayırmayan Mahmut'un karşısına dikilmişti Vahab. Eliyle herkesi susturdu. Tüm yüzler ne diyeceğini anlamak için ona merakla dönmüşken göz bebeği bile kıpırdamıyordu baktığı yerden.
"Her şeyi planlamıştınız değil mi?"
Sesi annesinin alacağına söz verdiği şeker yerine tadından nefret ettiği ilaç eline tutuşturulmuş olan bir çocuğunki gibi kırgınlık içeriyordu. Sorusuna cevap beklemeden devam etti.
"Evet, her şeyi planlamıştınız. Dayımınların açacağı dersane için boş evlerden birini kiraya verdiğimizi öğrendiğinizde ilk talip sizdiniz. Hatta civarda namımızdan korkanlar içinde tektiniz. Krizimizi fırsata çevirdiniz. Asiye..." dedi arkasında şaşkınlıkla bakan kıza dönerek. "Hastaneden çıktığımızda yemeğe gitmiştik ya. Dönüşte bana anlatmıştın. Mahmut'u evin etrafında taksicilik yaparken görmüştün. Hatırlıyor musun? Hatta Zülal'in size Serkan'ın telefonunda nişanlım diye gösterdiği kızın başka biri olduğunu dediğini de söylemiştin."
Asiye başını aşağı yukarı salladı zoraki. Bunlar onun kuruntularıydı sadece. Ve üstünkörü anlatmıştı Vahab'a. Parçaların birleştiremeyeceği kadar küçük olduğunu sanıyordu.
"Sonrasında biz çukura düştüğümüzde. Evinizin ters yönünde olan boş evlerden tam da bizim mahsur kaldığımızın önünde tartışıyordunuz. O kadar bağırdık. Dibimizideki evde olan Zehra bile duymazken, siz duydunuz. Gerçekten tesadüf sanıp uyumaya gideceğimizi mi sandınız? Sizin indiğiniz çukur kapatılmıştı. Oraya baktım zeminini siz kırmışsınız. Orada o çukurun olduğunu bildiğiniz için. Gizlice eve gireceğim zamanda şans eseri gezmeye çıkmalar hep sizin oyununuzdu değil mi? Biz de salak gibi yeminizi yutacak adım adım peşinizden gelecektik değil mi?"
Serkan takdir edercesine bir gülüşle kısacık bir alkış tutmuştu.
"Ali Ömer'in çözmesini beklerdik. Hatta belki Davut. Beni şaşırttın kardeşim."
Alayla güldü Vahab da. "Kardeşim... Öyle mi? Bu oyunda devam edeceğimizi de düşünmüş olamazsınız değil mi?"
Serkan şaşkınlıkla baktı. Ne demek istiyordu Vahab?
"Hemen şimdi herkesi buraya topluyorum ve onlara şu dediklerinizi söylüyorum. Tek bir yalanlamaları yeter. Hemen sonrasında sizi o çok istediğiniz surların ardına kendi ellerimle götürüp bırakıyorum. Böylesi planınıza uyar mı?"
Mahmut atıldı hemen. Zaten Kızılhanlardan yana kimse çıtını çıkaramıyordu. Altüst olmuş beyinleri artık parçaları birleştiremeyecek kadar yorulmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zakkum Çiçeği ~BİTTİ~
General FictionKızılhan Surları... İçinde kocaman bir aile. Dışında kalın surlar. Derinlerinde ise can yakacak olan sırlar. Kızılhan surları yıllar sonra yalanları farketmeye başlayan çocuklarının büyümesiyle alacaktı ilk darbelerini. Ve her şeye rağmen aşka tutu...