Polise olanları anlatan Abdullah, ifadesini ondan evvel vermiş olan Cenk'in yanına oturmuştu. Titreyen ellerinin aksine göğsü zoraki aldığı nefeslerle neredeyse kıpırtısızdı. Kanlanmış gözlerini durduran tek şey ise intikam duygusuydu. Ailesini parçalayan o adamın her şeyini alacaktı.
"Kızılhan geçmişi dışında her şeyi dediğim gibi anlattın değil mi?"
Abdullah, Cenk'in sorusunu başını olumluca sallayarak cevaplamıştı. Mahmut'un çıkardığı olayla onlara kaçabilmeleri için gerekli süre tanınmıştı. Abdullah en yakınındakini -Zülal'i- kolundan tutup kaldırmış, Zehra'nın olduğu aracın arkasına koşmuştu. Cenk de aracın anahtarını cebine attığını gördüğü adama saldırmış, anlamadığı anda cebinden anahtarı almıştı. Üzerlerine kurşunlar yağarken araca aynı anda binip orayı terk etmeleri kaderlerinin onlara sunduğu çıkmazın aşılmayı bekleyen çiti gibiydi. Ardlarından gelen aracı atlatmak için en yakındaki hastanenin acilinden içeri koşarak girmişlerdi. Zülal ve Zehra'yı doktor muayene edebilmek için sakinleştirici verirken, Cenk'le Abdullah yolda kararlaştırdıkları söylenecekleri söylemek için polise gitmişti. Peşindekilere destek gelmeden, kendilerini güvene almalılardı.
Oysa gençlere hesap etmedikleri bir iyiliği dokunmuştu Aysun Hanım'ın son dakikalarında. Tuşladığı aramayı vurulduğunda kapatmamıştı ve polis çağrı merkezi saldırıyı duymuş, olay yerini tespit ederek ardlarından gitmişlerdi. Polisleri maalesef ki üç Kızılhan'ın bedeni karşılamıştı. Olayın ardına düşülmüş ve hastane polisine verilen ifadeleri sayesinde gençlere ulaşılmıştı. Kızların başına güvenlik dikilmiş, Cenk'le Abdullah karakola götürülmüştü. İfade verildiği andan itibaren karakol ayağa kalkmıştı.
Üç cinayet ve adam kaçırma suçu işlenmişti. Karşılarında nüfuslu bir suçlu vardı. Rehineleri kurtarmak için bir ekip kurtarma planı yaparken, diğer ekip Ali Demir'i ve Kızılhan'ları araştırıyordu. Öylesine bir davayla karşı karşıya değillerdi, anlamışlardı. Gerçeği aydınlatmalılardı. Fakat zamanla yarışıyorlardı. Kazanacak olan taraf yoktu. Kim daha az kaybedecek oyunu dönüyordu. Ve Kızılhan'lar çoktan kaybetmeye başlamıştı.
Hırsından Abdullah'ın bacağının da titrediğini gören Cenk, elini bacağına koyarak durdurdu.
"Kendini kaybetme Abdullah. Sakin ol."
Derince solumak istedi Abdullah. Ama ciğerleri yasla işlevini yitirmiş gibi zorlamaya devam ediyordu onu.
"Olamam. Anlamıyorsun enişte."
Acıyla tebessüm etti Cenk. "Keşke anlamasaydım. Ama şu an en iyi ben anlarım."
Abdulla başını sağa sola salladı. Dünya üzerinde kimsenin onu anlayamacağını düşünüyordu.
"O herif annemi aldı. Babamı kaybettim ben. İçim yanıyor."
İçi kaynayan bir volkan gibi taşıyordu bedenini yaka yaka. Geçirdikleri son saatlerden bihaber kalplerini kırmıştı. Onu kollayan ailesinin hakettiği teşekkürlen nankörlük etmişti. Ve bedelini o kadar ağır ödemişti ki. Af dileyememişti. Affedildiğini duyamamıştı. Can bedenden çıkmadan sarılıp sarmalanmamıştı. Bu acıyı ne o anlatabilirdi ne yaşamayan anlayabilirdi.
Fakat Cenk o duyguyu tatmıştı. "Yanar. İçin öyle bie yanar ki o yangını kimse söndüremez. Suçlusunu ellerinle parçalamak istersin, yapamazsınız. Başka birini suçlarsın, durduramazsın. Benim babamın da katili o şeytan."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zakkum Çiçeği ~BİTTİ~
General FictionKızılhan Surları... İçinde kocaman bir aile. Dışında kalın surlar. Derinlerinde ise can yakacak olan sırlar. Kızılhan surları yıllar sonra yalanları farketmeye başlayan çocuklarının büyümesiyle alacaktı ilk darbelerini. Ve her şeye rağmen aşka tutu...