~|34.BÖLÜM|~ : Sırrın Peşinde (I)

555 72 43
                                    

Kızılhan gençleri boş evde tamamlandığında odadaki oksijenden fazla gerginlik nüfuz ediyordu ciğerlere. Arka cebindeki anahtarı çıkardı Vahab. Sıkıca tuttuğu avuçlarının içinde yoketmek ister gibi duruyordu. Gözünü an olsun bakışlarını ondan çekmeyen kardeş bildiği insanların üzerinde gezdirdi. Açmalıydı kapıyı değil mi? Sırrın kıyısına vurmuşken, çıkarmalıydı kafalarını suyu berraklığını yitirmiş denizlerden. Anahtarı soktu yuvasına, tek hamlede çevirip açtı. Çıkan tık sesiyle herkes kesik bir nefes çekerken sonunda hayır olmadığını hissetse de besmele çekti Vahab ve kapıyı ardına kadar açtı.

Ellerdeki fenerler peş peşe açılıp karanlığı parçalara ayırırken Asiye belki de bilinçsizce dirseğini tutmuştu Vahab'ın. İlk Davut attı adımını. Ardından Ali, Aliye, Zülal, Cihan, Benan, Abdullah, Vecihe, Vahab, Asiye ve en son Behiye.

İlk farkettikleri şey beklediklerinden daha büyük bir yere ayak bastıklarıydı. Fenerlerin yarısı tavana tutulup aydınlatma görevini üstlenirken diğer yarısı da keşif için duvarlarda gezindiriliyordu.

Zülal kapamayı unuttuğu ağzını yutkunma isteğiyle zar zor emri altına alabiliyordu. "Burası... kocaman..."

Aliye, Asiye'yi yanına çekmişti hemen. Sanki birden etraf karanlığa tekrar boğulacak ve binlerce el onları hapsedecekti ebediyete. "Ayrılma benden Asiye."

"Her yanda bir sürü kapı var!"

Cihan'ın sözüyle korku dolu bakışlar dört bir yanını tavaf edecekmiş gibi odağını şaşırmışça kapıları aradı. Fenelerler bir cinayeti araştıran dedektif edasıyla duvarları kuşattı. Ve belli aralıklarla sıralanmış birçok kapı savaşta çekilen beyaz bayrak gibi gönülsüzce belirdi.

"Bunlar..." dedi Vecihe girdikleri kapının anahtarı elinde rastgele birine koşarken. Elindeki anahtarı sorgusuzca soktu deliğe ve açtı kapıyı.

Behiye de elindeki fenerle dibinde almıştı soluğu. "Girdiğimiz çukura benziyor. Ama üstü kapalı."

Davut kapının ardına geçtiğinde, Abdullah da girdikleri çukurda bıraktıkları merdiveni alıp gelmişti yanına. Sanki bir gerçeğe uyanacakmış gibi hızla tırmandı Davut merdiven basamaklarını, kulağını ulaşamasa da tavana dikmeye çalıştı. "Herkes sessiz olsun," dedi çıt çıkmayacağını bile bile.

Bir bebeğin ağlama sesi geliyordu çok inceden. Öyle ki karısı onu onaylamasa hayal olduğunu düşünebilirdi.

"Bu Aras'ın sesi. Annemlere bırakmıştım."

Kaşları derince çatılırken Davut'un, en aşağıdaki basamağa inip oturdu güçlükle. "Bu kapı babanların evine açılıyor o hâlde. Girdiğimiz çukur da boş evdi. O zaman diğer yandaki iki kapının teki Zehra'nın teki de amcamların evine açılıyor. Üçüncüsü bizim eve, yanındaki Vahab'lara. Her eve... Bu lanet çukurlar hepimizin evine açılıyor!"

"Bu imkansız!" diye karşı çıkan Benan'dı. "Böylesi bir çukuru nasıl farketmeyiz?"

Eliyle tavanı gösterdi Davut. "Kapatmışlar! Üzerinde yaşanılan evleri kapatmışlar. Aptal bizler ise ayağımızı üzerine defalarca basıp öylecene geçmişiz. Aptalız biz, aptal!"

Davut'un bağırarak kafasına vuran elleri tuttu Zülal. "Abi! Dur kurban olayım, dur. Daha ne ne bilmiyoruz."

Ali Ömer girdi araya. "Doğru söylüyor Zülal. Henüz bulduğumuz şeylerin anlamını bile bilmiyoruz. Herkes dağılsın ve etrafta herhangi bir şey arasın."

Sanki ellerinde bir konsolla oyun oynar gibi hissetmeleri gerektiğini söylüyordu gençler kendilerine. Fakat oyunda yönettikleri sanal karakterlermişçesine her komutu yerine getirmek dışında bir şey yapamıyorlardı. Ellerinde ışığı her saniye daha çok titreyen fenerle ayrıldılar ikişer üçer.

Aliye bir an olsun kolunu bırakmadığı ikiziyle, Zülal Behiye ve Vecihe'yle beraberdi. Davut Abdullah'la, Benan Vahab'laydı. Ali Ömer ise tek kalmış her kapıyı açıp çukurları incelemeyi devralmıştı.

Tahmin ettikleri gibi gerçekten de üzerinde yaşanılan her evi kapatmışlardı. Fakat üst katın duyulması gibi duyuluyordu evlerin için. Su içmek için kalkanın bile çıkardığı bardak sesi anlaşılıyordu. Boş evler açıktı fakat üstü eski eşyalar ve kalın halılarla örtülmüştü. En son kiracıların evinin altına gelmişti. Şaşılacak oydu ki burası kapatılmamıştı.

En başta boş evlerden biri olduğu için açık bırakılmış olabilirdi. Fakat kiracıların burayı bulmaları imkansız olmazdı. Tabii bir şekilde girebilmenin yolunu aramazlarsa.

"Bir şey bulduk!"

Sesin sahibi Abdullah'tı. Davut'un eşelediği bir yere iki feneri de tutuyordu. Herkes oraya koşmuştu hemen.

Bu geniş alan tüm evleri birbirine bağlayan büyük bir yeraltı mekanıydı, artık anlamışlardı. Her yer toprak ve tahtalarla donatılmıştı. Bir tek tavan özel olarak sağlamlaştırılmıştı.

Davut yeri gerektiği kadar kazdığında büyük bir kutu çıkmıştı. El birliğiyle kaldırdılar. Kilitliydi.

"Kahretsin! Bunun anahtarı nereden bulacağız?"

"Eh!" diye bağıran Ali Ömer'di. Kutuyu kaldırdı, yere fırlattı. Kırılana kadar defalarca fırlattı. Nihayet kapağı birkaç büyük parçaya ayrıldığında gençler aynı anda toprak yere atmıştı kendilerini.

Davut hızla içindekileri boşalttı. İlk bir sürü fotoğraf döküldü yere. Kızlar fotoğrafları alırken, birkaç kağıt parçasına atılmıştı Ali Ömer.

"Bu ne lan!" diye bağırdı.

"Neymiş?" diyen Benan yüzünü iyice yaklaştırmıştı. "Evlat..."

Cümlesinin devamı şaşkınlıktan gelmemişti.

"Evlat edinme belgeleri," diye tamamladı aralarında olmayan bir erkek sesi.

Herkes aynı anda döndü sese. Fenerlerin aydınlattığı yüz Serkan'a aitti. Aliye boş bulunarak bir çığlık attı. Serkan'ın arkasından gelen Mahmut'ta açığa çıkmıştı hemen sonrasında.

"Sizin burada ne işiniz var?!" diye bağırdı Vahab.

Çukurdan geçip gelmişlerdi.

"Elinizdeki belgelerin sahibi olarak... Bence tam da işimiz burada," dedi Serkan onlara doğru yaklaşırken. Benan'ın elindeki kağıdı aldı. "Belgelerdeki isimleri görünce korktunuz. Çünkü Abdullah ve Taha yazıyor. Ama merak etmeyin Abdullah benim. Taha da Mahmut."

Abdullah duyduklarıyla ayağa kalkarken, Davut'un gömleğini tutmuştu sıkıca. "Abi. Bunlar ne diyor?"

Ali Ömer de kalkmıştı ayağa. Serkan'ın karşısına geçti. "Siz kim oluyorsunuz da bizim işimize karışıyorsunuz?!"

Mahmut araya girdi. "Önce sakin olun. Biz sizin tarafınızdayız."

"Ne tarafından bahsediyorsun lan?!" diye kükreyen Vahab'dı.

"Size aradığınız sırrı ve gerçekleri bulmanıza yardım etmek için geldik. Biz düşmanınız değiliz."

Bu defa ayağa kalkan Davut'tu. "Siz ne sırrından bahsediyorsunuz? Neyin peşinde olduğumuzu nereden biliyorsunuz?"

Mahmut bir adımda kendini boğacakmış gibi bakan Vahab'ın karşısına geçti. "Ben Mahmut. Gerçek adım Taha. Senin kayıp kardeşinim abi."

Vahab'ın göz kapakları ciğerlerinin ihtiyacı olan havaya ulaşmak istercesine sonuna kadar açılırken, Serkan da girmişti konuşmaya. "Ben de Serkan. Bileniz gereken adımla Abdullah. Ben de senin abinim. Ve Açelya benim nişanlım değil bizim olası kardeşlerimizden biri."

"Ne?!"

🍂🍂🍂🍂🍂

Evett... Size sırrın artık ifşa olmaya başlayacağı bölümlerle geldim. Buradan sonrası çorap söküğü zaten. 😉 Bu ne kısa bölüm dediğinizi duyar gibiyim. Telaş yok. Part 2 bir saate geliyor kiiii...

Zakkum Çiçeği ~BİTTİ~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin