Cesur dedenin söylediklerine çok şaşırmıştım, yaşanılanların arkasında böyle bir sebep olabileceği aklımın ucundan dahi geçmemişti.
"Ne yani siz bizim evliliğimizi değil de aslında bunu mu planlamıştınız!" diye soruverdim.
"Her şeyi baştan anlatayım kızım sana."
"Ben müsaadenizi isteyeyim efendim o zaman." dedi Ayaz ve ayaklandı. Ayaz'a gitmesini istemediğimi belli edecek şekilde baktım ama umursamadı.
"Nasıl olsa hep Zümrüt'le berabersin oğlum çok özel bir konu değil zaten, iki yaşlı adamın hayalleri hepsi, inşallah gerçek olacak."
"Yok efendim zaten Zümrüt bana anlatır gelince, İzmir'e dönmeden önce halletmem gereken birkaç işim var."
"Peki yavrum."
"Görüşürüz güzelim." deyip saçlarımı karıştırıp evden çıktı.
...
Onları o şekilde bırakıp çıktı evden genç adam çok yorgun hissediyordu. Bir yerlerde kafa dağıtmak istiyordu. Ama buraya yabancıydı.
Ayaz'ın öyle sigara, alkol gibi şeylerle hiç işi olmamıştı. Evet, çevresinde hep bu tarz gençler vardı. Hatta Zümrüt bile bir dönem bunlara bulaşmış Ayaz sayesinde kurtulmuştu. Yaşıtlarından hep daha olgun olmuştu. Bedenine zarar veren şeyleri tüketmeyi hayallerindeki doktor kimliğine yakıştıramıyordu, İzmir'deyken ne zaman bir konu hakkında zorlansa ne zaman sıkıntılı günler yaşasa kendini üyesi olduğu spor salonunda bulurdu. Profesyonel olarak kick boks yapardı. Dövüş sanatlarında oldukça iyiydi.
Son birkaç seneye kadar güllük gülistanlık hayatı vardı Ayaz'ın. Ne zaman ki liseye geçmişti o zaman hayatının tüm gerçekleriyle bir bir yüzleşmişti. Bir fotoğrafla başlamıştı her şey.
Babasını çalışma odasında elindeki fotoğrafa bakarak ağlarken görmüştü. Odanın kapısında öylece bakakalmıştı. Kolay mıydı? Koskoca Sinan Hakoğlu nasıl ağlardı?
Hemen kaçmıştı oradan, babası fark etmeden..
Günlerce merakından ölmüş yine de tek kelime sormamıştı ne annesine ne babasına. Çok düşünmüş, ikisinin de evde olmadığı bir anı kollamaya başlamıştı. Ve çok geçmeden bu fırsatı yakalamıştı. Babası işteydi annesi Sibel hanım ise alışverişe çıkmıştı.
Hızlı hızlı çıktı merdivenlerden, etrafına bakıp giriverdi babasının çalışma odasına. On dört yaşındaydı ve bu zamana kadar hiçbir şekilde böyle bir davranışta bulunmamıştı. Her şeyin bir ilki vardı keşke olmasaydı ama oluyordu işte...
Hızla çalışma masasının önüne geldi sandalyeyi çekti. Oturmak için vakti yoktu çekmeceleri açtı önce, hepsi evrak doluydu. Arkasındaki dolapları da kontrol etti. Odanın içinde ne kadar dolap varsa hepsine baktı. Masanın karşısındaki koskoca kitaplığı bile kontrol etmişti elinden geldiğince. Yoktu babasını ağlatacak tek bir fotoğraf karesi yoktu.
Sakin olmak adına derin bir nefes aldı. Bir şey saklamak istesem nereye saklarım diye düşündü. Ama aklına gelebilecek her yeri kontrol etmişti. Nedendir bilinmez babasının o fotoğrafı sakladığını hissetmişti.
Tekrar çalışma masasının önüne geldi. Karşılıklı duran iki koltuktan birine oturdu. Elini alnına koydu düşünmeye çalıştı. Sonra belki de babama sormalıyım diye düşündü ve hızla kalktı. Kalkarken eli masanın üzerindeki çerçeveye çarptı. Çerçeve masanın üzerine kapandı.
Çerçeveyi eline aldı genç adam. Bu onun bebeklik fotoğrafıydı. Eski evlerindeki camın önünde babası tekli koltukta Ayaz bebekle otururken çekilmişti. Ayaz bebeğin ilk gülümsemelerinden biri yakalanmıştı babasına bakarken. Ayaz bir süre baktı bu eski fotoğrafa tam masanın üzerine koyacaktı ki fotoğrafta bir ayrıntı dikkatini çekti. Babasının oturduğu koltuğun yanındaki sehpanın üzerinde mor renkli bir çiçek ve bir kitap vardı. Dikkatli düşününce şaşırdı. Annesi evde saksılı çiçeklerden hiç hoşlanmazdı. Demek ki eskiden hoşlanıyordu diye düşündü. Kitabın ismine dikkat etti 'Huzur Sokağı'ydı. Biliyordu bu romanı. Okulda arkadaşı okurken göz atmıştı. Babasının bu tarz kitapları pek sevmediğini biliyordu Annesi de babası kızıyor diye okumazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güllük
SpiritualBahçenin diğer tarafında göz göze geldiğim adamla kanım çekildi. Ateş öylece durmuş, yüzüme bakıyordu. Gözlerinde kızgınlığı, özlemi, nefreti gördüğüme yemin edebilirdim. Köşe bucak kaçtığım, sesini soluğunu özlediğim o adam, sonunda Güllük'ü keşfe...