Selamunaleyküm pek sevgili okurlarım. Sizi bolca ihmal eden yazanınız geldi. Son zamanlarda buralarda olamadım affediverin beni. Bu bölümün kısalığını da mazur görün lütfen.
Rabbim nasib ederse bölümleri kesilmeden ara vermeden yazmaya karar verdim. Bir hatam bir kusurumu görürseniz şimdiden özür dilerim. Öneri ve görüşlerinizi rica ediyorum.
...
Dersler başlamış Zümrüt ve Ayaz epeyce alışmışlardı yeni yaşamlarına. Zümrüt biraz daha ağırdan alıyordu hayatı şimdilik. Ama Ayaz hem okul hayatında hem de evdekilerle olan ilişkisinde gayet hızlıydı. Annesini öğrendiğinden bu yana içinde biriken merak onu kavuruyordu zaten. Şimdi durmadan akan bir çeşme bulmuş gibi hissediyordu kendini. Merak ettiği her şeyi soruyordu ev arkadaşlarına. Beş kişilerdi. Bedir ara sıra uğruyordu eve, sohbet günleri geliyordu özellikle. Oda arkadaşıyla çok iyi anlaşmıştı. Sinan yirmi altı yaşında genç bir doktordu. Okulunu yeni bitirmiş iş arıyordu. Türkiye'ye geri dönme konusunda düşünüyordu. Çoğu zaman ama tecrübesiz olarak gitmek istemiyordu. Evet, okul zamanından güzel tecrübeleri vardı ama Türkiye gibi bir ülkede bunun yeterli olmayacağına emindi.
Berat vardı sonra, henüz öğrenciydi. Aynı zamanda okulunun yanındaki bir kafede garsonluk yapıyordu. Cesur beyin, eğitimine destek vermesini kabul etmişti fakat memleketteki anacığına da para gönderiyordu. Annesi tam bir Anadolu kadınıydı. Eşi vefat ettikten sonra Berat'ını tek başına yetiştirmişti.
Sonra Cesur beyle bir tevafuk eseri tanışmışlardı. Evladını gözü kapalı emanet etmişti. Berat annesini bırakıp buralara gelmeyi hiç istememişti. Onu yalnız bırakmak içinde her gün yara gibi kanıyor, gittikçe büyütüyordu genç adamı. Evdekiler çalıştığını bilmiyordu.
Cemil ve Hakan vardı ikiz kardeşler. Beraber ortak bir kafeleri vardı. İlk açtıklarında biraz zorlanmışlar ama sonrasında Müslümanlar tarafından en sevilen yerlerden biri olmayı başarmışlardı. Helal gıdayı güvenilir bir şekilde sunuyorlardı. Cemil işletme okumuş, kardeşi de aşçı olan annesinin elini almış olacak ki bu yolda ilerlemişti.
Bedir, Cesur beyin şu hayatta değer verdiği yegane insanlardandı. Kızı Hayal'in emaneti gibi görürdü çoğu zaman onu. Ailesi tarafından şiddet görüp sokağa bir çöp gibi atılan yüzlerce çocuktan sadece biriydi Bedir. Hayal onu bulduğunda acı içinde inliyordu. Günlerce hatta aylarca uğraştı Hayal Bedir için, bir lokma yesin, bir cümle kursun diye.
Pamukların içindeki cam bebek gibi davrandı Bedir'e. Bir evladı olsun çok isterdi. Allah yaşadıklarından sonra ona Bedir'i göndermişti. Bu ona yeterdi hatta artardı bile.
Öyle sevdi ki küçük sessiz çocuğu gaddar babasının istediği tüm parayı verip aldı velayetini. Şart koştu, kâğıt imzalattı ona parayı verirken, çocuğun karşısına hiçbir şekilde çıkılmayacaktı. Canımıza minnet dediler, zaten ayak bağı oluyordu Bedir onların uçarı yaşantısına. Bir an olsun düşünmediler. Her şey hallolmuş, Bedir Hayal'in biricik evladı olmuştu. Konuşmuyordu, gülmüyordu bile. Cesur beyin özel olarak tuttuğu psikologların bile hiçbir şekilde faydası olmuyordu. Hayal günden güne umudunu yitiriyordu. Bir kere olsun sesini duysam diyordu. Çok zeki bir çocuktu. Konuşmadığı, hayata karşı bir tepki vermediği halde okulunda, hareketlerinde zekâsını hissettiriyordu.
İki sene geçmişti Bedir Hayal'in hayatına gireli. Hayal onu konuşturmaktan vazgeçip olduğu gibi bırakalı çok olmuştu. Biricik oğluyla ilgilenmek ona o kadar huzur veriyordu ki. Bedir Hayal'den başka kimseye sokulmuyordu. Her ne kadar konuşmasa da, tepkisiz kalsa da. Hayal'e hissettiriyordu yerinin ayrı olduğunu.
Normalde gereksiz yere kimseyle temas kurmazdı. Sadece yağmur yağdığında. Yağmurdan anlamsız bir şekilde çok korkardı Bedir. Hayal bunun acımasızca olduğunu bilirdi ama bazen yağmur yağsa da bana sarılsa, sığınsa diye iç çekerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güllük
SpiritualBahçenin diğer tarafında göz göze geldiğim adamla kanım çekildi. Ateş öylece durmuş, yüzüme bakıyordu. Gözlerinde kızgınlığı, özlemi, nefreti gördüğüme yemin edebilirdim. Köşe bucak kaçtığım, sesini soluğunu özlediğim o adam, sonunda Güllük'ü keşfe...