"Bu arada hazırlanmayı unutma, bu akşam getiriyorum soyunu sopunu. Ha bir de hoca mı istemiştin? Onu ayarlarız bir şekilde. Sen yeter ki benim gözümü ve ses tellerimi rahat bırak." Göz kırpıp çıktı dükkandan.
O çıkar çıkmaz Bedia ablayla Kevser koca bir kahkaha patlattılar. Hülya'lar da onlara katılmışlardı. Bense tüm olanları idrak edemeyip öylece bakakalmıştım.
Sonra ne mi oldu? Ben sinirimden ne yapacağımı şaşırdım. Yanımdakiler sevinçten birbirlerine sarıldılar. E tabi haklılar, öz be öz dostlarını satmışlardı ama emellerine ulaşmışlardı. Hainler..
Sonra ertesi sabah bir haber geldi, ninemler bir taraftan Müslüm amcayla Ayaz'ın ailesi bir taraftan Ateş'in anne ve babası da öbür taraftan yola çıkmışlar. Geliyorlarmış. Tüm kızlar bizim evde sabahın ilk ışıklarıyla toplandılar. Bugünlük Hülya'yla Kevser dükkana inmedi, Emir ben hallederim demişti. Tüm işler ona kaldı. Hülya gerçek adımı, aslında neler olduğunu kızlardan öğrenip önce biraz alındı sonra hak verdi. Gönlünü hiç alamayacağım sandım.
Öyle yemekler yapıldı ki tadından yenmez, temizlik desen ev bal dök yala oldu. Bense tüm bunlar olurken balkonda cam süsü gibi oturdum camdan dışarıyı izledim. Sanki benim istenmem olmayacaktı bu akşam, müstakbel gelin ben değildim. İçim çok bunalıyordu. Feryat ede ede ağlamak istiyordum.
Öğleden sonra, şimdi pek de hatırlayamadığım bir vakitte telefonum çaldı. Arayan Ateş'ti. Derin bir nefes alıp açtım.
"Efendim." dedim.
"Evin her yeri gül kaplı anladık çok seviyorsunuz." Şimdi evin bitki örtüsünü konuşmanın zamanı mıydı?
"Anlamadım?"
"Diyorum ki tüm güller çok güzel, ama ben en çok balkondakini sevdim." Önce anlamayıp etrafıma bakındım. Balkonda gül yoktu ki.
"Ateş yine anlamadım, güneş mi çarptı? İyi misin?"
"Başını az çevir." Arabasının önüne dayanmış kulağında telefon bana bakıyordu. Yanağıma hücum eden ateşle başımı öne eğdim.
"Ne işin var burada." Bana gül demiş. Sırıtmak isteyip kendini tutmak çok zormuş gerçekten.
"Senin orada öyle mutsuz mutsuz ne işin var, önce bunu konuşalım istersen. Aşağıya insene biraz." İkiletmeden kafamı sallayıp telefonu kapattım. Ona baktığımda başını yere eğmiş kollarını birleştirmiş gülümsüyordu.
Şimdi ise Güllük'ün bahçesinde çay gelmesini bekliyorduk. Ne o konuşmaya giriyordu ne de ben. Halbuki konuşmamız gereken çok şey vardı. Emir çayları getirip bıraktıktan sonra konuşmanın vaktinin geldiğini düşünüp derin bir nefes aldım.
"Ateş emin misin?" Kafasını kaldırıp anlamaz gözlerle yüzüme baktı. Omuzlarımı dikleştirip kollarımı sandalyemin her iki yanına açtım.
"Ben bu haldeyim, sen benimle yaşamak istediğine emin misin?"
"Bu nasıl soru Zümrüt, tabi ki eminim."
"Ateş bunu yapmak zorunda değilsin. Bak bu defa kimse bizden bir şey istemiyor. Benim gibi bir kadınla neden zaman kaybedesin?"
"Benim gibi bir kadın dediğin kadını senelerdir bekliyorum ben Zümrüt. Ha yürüsün, ha koşsun , ha otursun bana fark etmez. Ne demiş Şems-i Tebrizi 'Sen ol da ister yar ol, ister yara. Lütfun da başım üstüne kahrında.' Sen bana yeterince yara oldun, artık yar olsan ne çıkar ki. Ama yine de sorayım beni istemiyor musun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güllük
SpiritualBahçenin diğer tarafında göz göze geldiğim adamla kanım çekildi. Ateş öylece durmuş, yüzüme bakıyordu. Gözlerinde kızgınlığı, özlemi, nefreti gördüğüme yemin edebilirdim. Köşe bucak kaçtığım, sesini soluğunu özlediğim o adam, sonunda Güllük'ü keşfe...