Karşımda gördüğüm yüzle donakaldım. Elimdeki su kucağıma doğru dökülürken ne yapacağımı şaşırdım. Ben onu gördüğüm için bu hale gelirken müşteriler de benim halime şaşırmışlardı.Ateş'ti bu. Güneşin göz yoran aydınlığına rağmen ilk görüşte tanımıştım onu. Ne işi vardı burada? Beni görmesinden korkmama rağmen dikkatle baktım. Bir yandan da Hülya'nın verdiği bezle elbisemi siliyordum.
Biriyle konuşuyordu. Sonra birden aşağı eğilip kucağına bir çocuk aldı. Çocuk.. Çocuğu mu olmuştu yoksa? Evlenmiş miydi? Tabi ki beş koca yıl. Neden beklesin? Hiç bir şey demeden terk eden birini hem de. Nasıl da sarılıyordu çocuğa. Mislina da vardı yanlarında, daha sabah beraberdik. O bana söylemez miydi Ateş evlense? Gerçi adını bile andırmıyordum ki yanımda.
Bir süre konuşup gittiler. Arkalarından izlemekle yetindim. Hülya'ya seslendim.
"Canım beni yukarı götürebilir misin? Biraz uyumak istiyorum. Kollarımda ilerleyecek gücü bulamıyorum."
"Tabi Gül abla." Ateş'i gördükten sonra adım daha bir yabani geldi kulağıma, daha bir yakışmadı. Hülya sandalyemi asansöre doğru iterken kendimi uykunun kollarına doğru bırakacağım anın hayalini kuruyordum. Huy edinmiştim bunu. Ne zaman sıkıntı çeksem uyumak istiyordum.
"Emir kaçta gelecek?" Emir Hülya'nın abisiydi. Üniversite sınavına hazırlanıyordu.
"Üç gibi bitecekmiş dersi, sonra hemen gelecek abla."
"Tamam çok acele etmesin mesaj atta. Dükkan sakin bugün zaten."
"İyi misin sen abla. Üzerini değiştirmene yardım etmeni ister misin?"
"Yok canım istemem. Teşekkür ederim. Sen git gerisini ben hallederim."
Odama girdiğimde özgürlüğünü ilan etmeye başladı gözyaşlarım. Neyse ki Hülya'yı göndermiştim. Aynanın önüne doğru geçip başımdan örtümü çıkardım ağır ağır. Boneyle birlikte tokamı da çıkarttığımda uzun saçlarım özgür kaldı.
Yatağıma doğru yaklaşıp tekerlekli sandalyemin frenini sabitledim. Elbisemin düğmelerini açtım. Yatağımın başındaki demire tutunarak kendimi yatağın üzerine doğru çektiğimde tamamdı. Elbisemi tamamen çıkartıp tişörtümü ve pijamamı giydim. Gözyaşlarım beni biran olsun yalnız bırakmadılar.
"Nasıl da özlemişim, nasıl da hiç değişmemişsin." dedim kendi kendime. Saçlarımı önüme doğru toplayıp ağır ağır ördüm. Örgülü Zümrüt, hey yavrum heyy. Telefonumu elime alıp Ayaz'ı aradım hemen. İlk çalışta açtı.
"Selamunaleyküm."
"Aleykümselam, sesinin hali ne böyle?"
"Yoruldum biraz ondandır."
"Sabahın bu saatinde."
"Sen bırak şimdi beni, ne zaman geliyorsun? Ninem nasıl? Gelirken onu getirecek misin?" Ayaz eğitimini tamamlayıp Türkiye'ye geri dönmüştü. Bir süre İzmir'de ailesinin yanında kalmıştı. Şimdi de ninemin yanına geçip buraya öyle gelecekti.
"İyi yanımda şimdi. Sana çok selamı var. Gelmek istiyor da bakalım. Havalar çok sıcak ya orda, o yüzden kendisi de bilmiyor."
"Keşke ben ona gelebilsem."
"Dur seni istiyor veriyorum."
"Aa kızıım."
"Ninem, sesine kurban."
"Nasılsın güzel kızım? Ne var ne yok oralarda?"
"Aynı nine bıraktığınız gibi. Dükkanla ev arasında gidip geliyorum. Gel de Eyüp Sultan'a inelim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güllük
SpiritualBahçenin diğer tarafında göz göze geldiğim adamla kanım çekildi. Ateş öylece durmuş, yüzüme bakıyordu. Gözlerinde kızgınlığı, özlemi, nefreti gördüğüme yemin edebilirdim. Köşe bucak kaçtığım, sesini soluğunu özlediğim o adam, sonunda Güllük'ü keşfe...