Zirvesini göremediğim ve ulaşmamın belirsiz olduğu bir dağ vardı.
Farkedememiştim…O dağa tırmanmaya başladığımda kaç günü habersiz geride bıraktığımı bilemiyordum.Birtakım zorlukları aşıp ilerlemiştim delice.Hangi yorgunluk benim gözlerimi uykunun cilvesine bu denli mahkum etmişti?Yeni uyanmıştım.Gözlerimi ilk açtığımda hiçbir korunma yoluna başvurmayan bir benle karşılaşmıştım.Tırnaklarımla tırmanmışım ve ben meğer ne çok yara almışım...Bu kadar güçlü müydü onun kalbimdeki etkisi?Aşağıya bakamayacak,büyük bir istekle zirveye ulaşacak kadar cesurdum.
Yolun sonunun ona çıkacağını bilmek her türlü olumsuzluğu düşünmeme rağmen güvenle sarmalıyordu.Bana yardım ediyordu,düşmeme izin vermiyordu ama bazen de koca kayaları aşağıya yuvarlayan yine o oluyordu.Ona ulaşmak istiyordum ve başaracaktım.Bir geleceğimizin olma ihtimali yok muydu?Güzel...Sonumu onunla taçlandırırdım.Silkelenip yaramaz parıltıları izlediğim ama çok başka şeyler düşündüğüm gözlere bir kez daha afallayarak baktım.Ellerini başımın iki yanına koymuş,şınav pozisyonunda üzerimde duran Kensington'ın varisine karşı yüzüm tüm saçma şekilleri almıştı.
“Edmand!”dedim onu hafifçe iterek kalkmaya çalışırken.Çevik hareketlerle dikelip elini bana uzattı.Yardım elini geri çevirmedim ve ayağa kalktım.Onu öldürmek için fırsat kollayan yırtıcıların yuvasında olması üstelik Silver’ın odasına girmesi akıllıca bir hareket değildi.
Gerçekten sağlam bir nedeni olmalıydı.Kafasındaki pelerinin şapkasını çıkarttı,yüzü şimdi daha net görülüyordu.Bana bir adım atarak aramızdaki mesafeyi yok denecek kadar aza indirdi.Küçücük bir adım atıp geriye gittim.Bu yakınlık beni rahatsız etmişti.Kalbim özgürlüğün dibine vurup kendini başka birine altın tepside sunmuşken onu umutlandırmak istemiyordum.Uzak ve mesafeli yaklaşmak zorundaydım.
Onun bana olan hislerini anlıyordum,Edmand’ı incitmeden duyguları daha fazla büyümeden bunu durdurmalıydım.Ben de ondan hoşlanıyordum ama şimdi hiçbir şey hissetmiyordum.Üzerinden bir asır geçmiş gibi geçmişti işte.Pozitif yüklü,negatif prense doğru hızla giden bir avareydim.
Kaşlarını çatarak dikkatle yüzümü inceledi.
“Ağladın mı sen?”dedi sıkıntılı bir sesle.Gözlerindeki hakiki şefkat ve ilgi ona karşı kendimi suçlu hissetmeme sebep oluyordu.Sessiz kalıp kafamı biraz yere eğdim.Beyaz spor ayakkabılarını odağıma aldım.
Mavi gözlerine biraz daha bakarsam hüngür hüngür ağlayabilirdim.
İçimdeki bu dürtü yerli yerinde duruyordu.Onu zaptetmek kuduz bir köpeğe hakim olmak demekti.
“Isabel eğer sana kötü davranıyorlarsa burada kalmak zorunda değilsin.Hemen şimdi gidebiliriz.”Söylediği kadar kolay değildi.Ben burada kalmak zorundaydım.Onunla gitsem bir sürü canın sebebi olurdum.
Kensington’ı da büyük bir kargaşaya sürüklerdim.Bazen vampirler için lanetli olduğumu düşünmüyor değildim.Gitmek istediğim de tartışılırdı.Hangisine sözümü geçirecektim ki!Kalbim ve beynim koyu bir sohbet eşliğinde kahvelerini yudumluyordu.Biraz daha sessiz kalırsam Edmand kolumdan tutup dediğini yapacak gibiydi.
“Onlar bir şey yapmıyor.Ben yapıyorum ve bunun nedenini anlayamıyorum ya da anlamak istemiyorum.”dedim dürüst olmayı seçerek.Sesim sonlara doğru fısıltı gibi çıkmıştı.Kabul edip etmemem gerçeği zerre kadar etkilemeyecekti.
Ona olan duygularımı inkar etmiyordum sadece aşk gibi ürküten cinsten bir şey olduğunu reddediyordum.Bakışlarımı tekrar anlamadığını açıkça belirten gözlerine çevirdim.Benden hoşlanan kırmak istemediğim birine daha fazla bir şey diyemezdim.’Ona aşığım galiba’ diyemezdim.Bu çok ağır olurdu.Yavaş yavaş benden soğumasını,arkadaşlık sınırında bana karşı bir yaklaşımda bulunmasını sağlamak daha iyiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vampir Kalbinin Hançeri (Tamamlandı)
VampiroTesadüf,yakalarından sıkı sıkı tutmuş onları kirli oyunların,sırların,gizemin cirit attığı masaya karşılıklı oturtmuştu. Bir tarafta genç bir kız diğer tarafta vampir bir prens... Kara gölgeler sinsi tebessümleriyle birlik oluyor birbirlerini görmel...