29.Bölüm

319 23 6
                                    

Sıcak duman yükseliyor,gri buğusu yüzümü yalayıp geçiyordu.Bana yabancı olan bir odada camın önündeki berjere oturmuş,üşümüş parmaklarımın medet umduğu sıcak kupadaki kahveyi yudumluyordum.
Bir dizimi göğsüme çekmiştim,yeni doğmuş bebek gibi dik tutmakta zorlandığım başıma destek veriyordu,diğerini yan yatırmıştım.
Kapıyı açıp beni gören birinin büyük bir sükunetle geri gideceğini biliyordum.Sessizliğim ürkütüyordu.
İçimde de kıyamet kopmuyordu,yıkıp dökmesi gereken ruhum kendisini durgunluğa hapsetmişti.Bir oda da zincirlerle mühürlenmiş gibiydi.
Kaç saati,dakikayı,saniyeyi çaldığımı bilmeden öylece oturuyordum.
Yalnızdım uzun bir süredir,sanırım bu omuriliğime yerleşip bedenimi üşüten his hep benimle kalacaktı.
Peşimden gelen herkesin yüzüne kapıyı kapattığımda bir daha açan olmamıştı.

Boş gözlerle dışarıda hiçbir soruna meyil vermeden gülüşen vampirleri izliyordum.Onlar gibi olmalıydım belki de,bana git diyen adama tekmeyi ben basmalıydım.
Dudaklarıma acı dolu bir tebessüm yayıldı.Kalbinin kıyısından ismim bir kere bile geçse beni tıktığı mezardan kalkıp ona koşacağımı biliyordum,çok iyi biliyordum.

İki ruh bedenden ayrıldıktan,canımı adayabileceğim adam canımı aldıktan sonra biraz daha ağlamıştım,ona ışığı sönen gözlerimle bakmıştım.
Pençelerinin izi omuzlarımda,
dişlerinin izi kalbimdeydi.İki küçük delik o bana gelmediği sürece de kurtçuklara yuva olacaktı.Gün geçtikçe çürüyüp bir yerlere karışacaktı işte.

Silver kahverengisini seçemediğim gözlerini de almış,çatık kaşlarla bizi izleyen babasının karşısına geçmişti.
Sarsılıyor,tuzlu göz yaşlarımı onların kanına karıştırıyordum.Önümde kusma isteğimi harlayan görüntüden kaçamıyordum.Ne gidebiliyor ne de hesap sorabiliyordum!Ona hiçbir şey diyemiyordum.Kaydıraktan kaydırıp hayatımın ortasına kondurduğu bu ağır yüke beni layık görme nedenini soramıyordum.

Helena konuşmuştu benim yerime.Ayağa kalkmış o korkusuz adama acıyan bir bakış atmıştı.”Sen,” diye başlamıştı duygu yüklü sözlerine.”Çok kaybediyorsun abi.Kazandım dediğin an da yanında bunu paylaşamadığın birinin yoksunluğuyla acıyacaksın.Sen o an da kaybettiklerinin yanında elde ettiğinin bir hiç olduğunu göreceksin.”demişti.
Prensi oturup düşünmeye, pişman olmasını sağlamaya itmeliydi bu cümleler,hala ses soluk yoktu.

Bekliyordum ve sırf bunun için kendime acıyordum.Onun hayat kaynağım haline geldiğini çok geç farketmiştim.Koca bir krallık kurmuştu kalbime.Evet,Helena’da haklıydı,krallık çökmüştü,omuzları düşmüştü.Yaşaması için güç gerekiyordu,gözleriyle bile beni kucaklayan adam gelip boş bıraktığı tahtına oturmadıkça geri dönüşü olmayan bir yolda sıkışıp kalacaktım.

Helena sözlerinin ardından bana dönmüştü,bunu hissettiğimde ben de baktım ona,üzgün olduğunu haykıran gözlerine.Hızla yanıma gelip narin elleriyle elimi kavradı.”Gidelim buradan Isabel,hadi.” demişti, hareket ettiremediğim bacaklarımı yürümeye teşvik ederek.İlk birkaç adımda sendelesem de ben buradayım diyen dostum,diğer elini de sırtıma yerleştirmişti.

Halkın garip gözlerinden uzaklaştıkça
çatlamış toprağın üzerine dökülen bir damla su kadar iyi hissediyordum.
Kurak toprağın yeşermesi için yağmura ihtiyaç vardı,bu benim prense muhtaçlığım gibiydi.
Bakışlarım yerdeydi,göz yaşlarım hala yüzümdeydi.

Birbirine benzeyen iki zalim demeliyim belki de,onların yanından geçerken Silver dinlememi istediğini belirterek konuşmaya başlamıştı.
“Kutsanana zarar vermiş biri olarak sizin de cezalandırılmanız gerekir,bu hak bana aittir.Beni bağışlayın kralım ama kadim kurallarımızı çiğnemek bir prense yakışmaz.” dedi hiçbir duygu barındırmayan sesiyle.Helena durdu,ben de devam etmedim.
Bağışlanma istiyordu,af dilenecek biri varsa o kesinlikle kral değildi!

Vampir Kalbinin Hançeri (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin