(Park Danbi)
İnsanların hükmetme arzusundan doğan krallıklar, hanedanlıklar, imparatorluklar ve bunun gibi bir çok isim altında birleşen devletler birbirleriyle büyük bir mücadeleye giriyor, güçlü olmaması durumunda yıkılıp yerine yeni düzenler oturtulmaya çalışılıyordu. Tüm bu olaylar olup biterken insanların bu durum karşısında nasıl hissettiğinin hiçbir önemi yoktu. Hepimiz belli belirsiz ünvanlara sahiptik. Bazıları sıradan bir halk olarak doğarken bazıları belli bir statü ile dünyaya geliyordu. Ben de Şilla Hanedanlığı'nın prensesi olarak dünyaya gelmiştim.
Bana kalırsa yalnızca Danbi olmak istiyordum. Adım ''Tatlı yağmur'' anlamına geliyor. İnsanlar için huzur verici, içten, samimi olduğumu söyleyenler de var bunlardan birisi Abim Park Jimin. Benim sevimli Veliaht Prensim. Her ne kadar sert olmaya çalışsa da bunu asla başaramayacağının kendisi de farkında. Karizmatik görünüşü bir gülüşü sayesinde sevimli bir köpek yavrusunu andırmasına sebep oluyor. Diğeri ise ablam Prenses Yong Shin. El işleri, şiir okumak yazmak yerine savaşçı kişiliği ile tanınan birisi. Dövüş sanatlarına olan ilgisinin yanı sıra sert bir görünüşe de sahip. Fakat çok kırılgan ve hassas bir kalp taşıdığını onu tanıdıkça fark edilebiliyordu.
Herkesin Şilla Hanedanlığı'nın belirsiz geleceği için görüşme yaptığı esnada bile bütün pozitif düşüncelerimden vazgeçmiyordum. Ne kadar iyi düşünürsem o kadar iyi şeyler yaşayabileceğimi düşünüyordum. Çok kötü bir sabaha bile mutlu uyanmayı tercih ediyordum. Ya da kendimi kandırmak oldukça hoşuma gidiyordu bilmiyorum.
Elimdeki saten ince şerit parçasını ağacın yüksekte olan dallarından birine takmaya çalışıyordum. Dilek ağacına gidemiyorsam kendime bir dilek ağacı yaratabilirdim.
Şilla için her şeyin iyi olmasını dilediğim saten şeridi nihayet dallardan birine iliştirip bağlayacağım sırada ayağımın kaymasıyla tabure de ayaklarımın altından kaydı ve ben dengemi kaybettim. Anında beni bileğimden tutup kendine çeken bir el hemen ardından belimde ellerini birleştirdi. Bakışlarımı yüzüne kaydırdığımda ise zaman durmuş gibi hissettim. Karşımda duran yüze sahip birisinin gerçeklikle bir alakası var mıydı merak ediyordum. Gerçekliğine inanmak adına birkaç kez kırpıştırdığım gözlerimi yeniden yüzüne kaydırdım. Ciddiyetle bakan bal kahvesi gözleri beni derinliklerine çekmek ister gibiydi. Biçimli burnunda belirgin bir beni vardı bu ona ayrı bir hava katmıştı. Bakışlarım dudaklarına kaydığında ne kadar biçimli olduklarını fark ettim. Yumuşak saçları dokunma isteği yaratırken kendime gelmem uzun bir zamanımı almıştı ve bunu anladığımda geri çekilmek için bir hamle yaptım. Belimde sıkılaştırdığı ellerini hafifçe serbest bırakırken kendimi huzursuz hissetmem normal miydi?
''Daha dikkatli olmalısınız prenses.''
Eşsiz ses tonu dünyanın en güzel şarkısını söylüyormuşçasına kulaklarımı doldururken yalnızca başımı salladım. Gülümseyerek arkasını dönüp gittiğinde kalbimin atışlarını yeni yeni duyabiliyordum. Bir büyünün etkisinden çıkıp dünyaya dönüyormuşum hissi veren bu karşılaşmanın beni neden bu kadar etkilediğini bilmiyordum.
....
''Danbi kime diyorum ben neden beni duymuyorsun?''
''Danbi iyi misin?''
''Danbiiiiii!''
Ablamın bağırışıyla kendime gelip ona baktığımda tam karşımda oturmuş şaşkınlıkla bana bakıyordu.
''Ahh merhaba abla.''
''Merhaba mı?''
Bskışlarımı yeniden ablama çevirdiğimde şaşkın ifadesi daha da büyüdü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Prince of Goryeo ❧ V
Fanfiction''Veliaht prens ile evlenmek istiyor musun gerçekten?'' Bana sorulan soru üzerine herkesin bakışları bana kaymıştı. Nedense bütün benliğim bu soruya evet demem gerektiğini söylüyordu. Belki de çok büyük bir yanlış yapacaktım ama bundan kesinlikle ha...