Kulağımı patlatacak gibi çalan alarmın sesiyle uyandım. Hafta sonu alarmsız sabahın köründe kalkıp hafta içi beş tane alarmla zar zor uyanabilmem gerçekten ilginçti.
Pazartesi sendromunun varlığına liseye başlayınca inanmamak elde değildi.
Yarım yamalak açabildiğim gözlerimden adeta uyku akıyordu. Alarmı kapattıktan sonra saatin 07:34 olduğunu gördüm. Dersin başlamasına yarım saatten az kalmıştı. Neden bir gün de alarmın ilk çalışında kalkamıyordum ki? Sanırım okula gitmek istemememden kaynaklanıyor.
Aslında okulu seviyorum. Sadece içindekileri pek sevdiğim söylenemez. Her neyse hemen hazırlanmam gerekiyor. Yoksa gerçekten geç kalacağım.
Aceleyle hazırlanıp aşağı kata indim. Annem ve babam ortalarda görünmediklerine göre İngiltere'den henüz dönmemişlerdi.
Annem doktor babam da botanikçiydi. Babamın araştırması sebebiyle üç günlüğüne iş gezisine gitmişlerdi. Annem de sevdiği bir profesörün seminerine katılacaktı.
Beni yanlarında götürmek için ısrar etmelerine rağmen fizik projemi yapacağımı söyleyip bahaneler uydurarak yakında on yedi yaşıma basacağımı da hatırlatınca burada kalmak için izin koparabilmiştim.
Annemlerin bugün dönmesi gerektiğini hatırlayıp vaktim olunca onları ararım diye düşündüm. Sonra çantamı omzuma takıp ayakkabılarımı giydim.
Kapıyı açtığımda şiddetle yağan yağmurun sesini şimdiye kadar nasıl fark etmediğime anlam veremeyerek hızla kapıyı örttüm ve dolaptan şemsiyemi aldım. Yağmurluğumu giymeyi de unutmadım.
Amerika'nın Florida eyaletinde yaşadığım için bu gibi durumlara alışık olmam gerekirdi. İngiltere'den buraya geleli bir yıl olmasına karşın havaya hala alışamamıştım.
Kapıyı kilitledim ve yola koyuldum. Evim merkeze uzaktı. Otobüsle gidecektim. İlk otobüs durağı orman yolunu kullanırsam on beş dakikalık yürüme mesafesindeydi.
Ormana doğru yürümeye başladım. Hava, yağmur yağdığından bulutluydu. Bu yüzden güneş doğmadığı hissini veriyordu. Fakat bulutlar yavaş yavaş açılıyor. Yağış da hafifliyordu.Bunu fırsat bilerek biraz yavaş ilerliyordum. İlerlerken bir taraftan da etrafımı inceliyordum.
Bu esnada bana doğru uçan siyah küçük yarasayı görmemle çığlığı basmam bir oldu. Tarantuladan bile korkmazdım fakat yarasalar benim için kabuslarımdan farksızdı. Çünkü bilirsiniz işte çok alçaktan uçarlar ve kan emdiklerine dair söylentiler her zaman var olmuştur. Tamam, buna pek inanmıyorum ama küçükken yaşadığım bir travma yüzünden onlardan korkuyorum. Altı yaşımdaydım. Yaz mevsimindeydik. Hava çok sıcaktı.Bu yüzden cam açık uyuyordum. Gözlerimi aralığımda bir yarasanın tavanda dönüp turlar attığını gördüm. Bir an şaşkınlıktan donakaldım. Sonra bağırarak odadan çıktım ve kendimi kurtarıcım olarak gördüğüm annemin yanında buldum. O günden beri yarasalardan tırsarım. Bu sebeple hava kararınca dışarı bile çıkamam.
Tabi, burada beni kurtaracak annem olmadığından en iyi yolun kaçmak olduğunu biliyordum. Bu yüzden koşarak otobüs durağına gittim. Aslında fobimi abartıyor olabilirim. Ama bir tane yarasa varsa daha fazlasının da olması ihtimal dahilinde. En iyisi işimi garantiye almak.
Öyle ya da böyle on beş dakikalık yolu üç dakikada almıştım. Neyseki az önce yağmur yavaşlamıştı. Doğa işimi kolaylaştırıyor ve sanki bana yardım etmek istercesine el uzatıyordu.
Durağa vardığım sırada otobüsün yolcuları aldığını ve hareket etmeye başladığını gördüm. Koştum. Ön kapının camına vurarak şöföre durmasını işaret ettim. Şöför yavaşlayarak kapıyı açtı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİLİNMEYEN İZ
Vampirİkimizde yerdeydik. Gözleri gözlerime değdiğinde kalbimde tarifi zor bir acı hissettim. Dudakları hüzünle burkuldu. Tüm bedenim zangır zangır titriyordu. Lucas'ın gözünden damlayan göz yaşı yanağından burnuna süzülerek diğer yanağından yere damladı...