Onu en iyi ben tanırım!

849 816 1.1K
                                    

Güya tatile girmiştim rahat rahat bölüm yazarım diyordum ama aksilikler peşimi bırakmadı. Hal böyle olunca da kafamdaki bölümlerin kurgusu biraz değişti umarım güzel bir bölüm çıkarabilmişimdir. Şimdiden okuyan gözlerinize sağlık. Vote ve oylarınızı bekliyorum ❤️

"Bu hayatta onu en iyi ben tanırım. Çünkü onun içindeki en büyük karanlığı bir tek ben gördüm.-Tuğra"

Multitap-Ben Anlarım

Sezenin ağzından

"Söylesene Sezen Aykut sen kimsin?" demişti. Şimdi bunun altında sen kim oluyorsun anlamını mı yoksa benim kim olduğumu sorduğu anlamını mı çıkarmalıyım emin olamadım. Eğer ki benim kim olduğumu öğrenmek istiyorsa ona ne diyebilirdim ki? Ben bile daha tam olarak kim olduğumu bilmezken ona kendimi nasıl tanıtabilirdim. İnsan kim olduğunu nasıl anlardı ki? Birinin kim olduğunu nasıl bilebilirdin ki zaten? Sana ne anlattıysa senin onu nasıl tanımanı istediyse öyle tanırsın.

Halbuki insanın birden fazla yüzü olabilir. Hepimiz çeşitli maskeler takıyoruz bir şeyler karşısında, birileri karşısında ya da birbirinden farklı yerlerde. Bir gün sabah erkenden kalkıyoruz içimizdeki hüznü yok etmek adına yüzümüze en güzel gülümsememi koyup içimizdeki kırışıklıklar belli olmasın diye yüzümüzü fondötenle kapatıyor, içimize akan göz yaşları makyajımızı bozmasın diye pudra sürüyoruz gözlerimizin altına. Belki de hayat bizden hayallerimizi cımbızla çekip alırken biz belli etmemek adına saçlarımızı çekiştirerek tel tokalara mahkum ediyoruz kafamızdaki saç köklerinin her zerresini. Hazırlandıktan sonra gündüzleyin bile gördüğümüz kabuslardan uyanabilmek için mutfağa ilerleyip bir kahve koyuyoruz kendimize. İçimizi donduran yapmacık ilişkilerimizi unutturup içimizi bir nebze de olsa ısındırabilsin diye soğumadan sıcacık kahvemizden bir yudum alıyoruz. Kahvemizi bitirdikten sonra sanki hayatta her gün yeni bir hayata başlıyormuşuz gibi milyonuncu kez reddedilmemize rağmen iş görüşmesine gidebilmek için siyah çivi topuklu ayakkabılarımızı geçiriyoruz ayağımıza.

Etrafımızdaki kanlı göz yaşlarıyla atılan çığlıklara kulaklarımızı tıkayabilmek için topuk seslerine odaklanıyoruz belki de. Vurdumduymazlaşmaya başlıyoruz zamanın her salisesinde. Sonra sokaklara atıyoruz kendimizi içimizdeki fırtınaları görmezden gelmek için insanların arasına karışıyoruz. İçimizde hissettiğimiz yalnızlık hissini bir nebze de olsa kaldırmak için kalabalıkların içinde kaybolmaya çalışıyoruz.

Sanıyoruz ki bu koskoca ülkede sadece istanbulun sokakları yalnızdır. Ama yanılıyoruz büyük şehirlerin hepsi aynı kadere mahkumdur. İzmirin sokakları da yalnızdır. Tıpkı insanları gibi.
Her gün bir koşuşturmayla "merhaba" deriz yeni güne. Tıkış tıkış otobüslere sıkışırız. Ama yine de otobüsten indiğimizde yeni bir koşuşturmacaya başlarız. Neden mi? Çünkü biz onun insanlarıyız. Çünkü biz İzmir'in insanlarıyız. O yüzden kendimi tanıtırken söyleyebileceğim şeyler çok da net değil. Ben de onun insanlarındanım. Ben Sezen Aykutum sadece ne eksik ne fazla.

"Beni kaale alıp cevap vermeye de teşebbüs etmiyorsun galiba." diyen Tuğranın iğneleyici sesiyle kendime gelip gayet rahat ve umursamaz bir tavırla: "Kaale almamak değil Tuğracım sadece cevabını kendin verdiğin bir soruyu neden tekrar bana sorduğuna anlam veremedim." diyerek sinsi bir gülüş attım ve kapı kolonuna yaslandım.

Tuğra yavaş yavaş sinirlenmeye başlamış görünüyordu ama yine de hanımefendiliğini bozmamaya çalışarak: "Ne demek istiyorsun Sezen yani ben de seni anlamadım" diye karşılık verdi. Sonuna kadar direteceğe benziyordu, ben de bunun üzerine: "Senin de söylediğin gibi Tuğra ben Sezen Aykutum. Bundan ne eksik ne de fazlasıyım. Ben onun insanlarındanım. Ben İzmirin insanlarındanım bu kadar!" dedim.
İş gittikçe bir diyaloğa dönüşmeye diyalog da yerini sivri bir münakaşa örneğine bırakacağa benziyordu.

Bu Sefer OlmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin