Otobüsten inip temiz havayı solumamla nihayet geldiğimizi anlamıştım. Yeni bir hayata da başlamıştım. Fakat annemin seslenişiyle kuracağım ve kurduğum hayaller yarım kalmıştı. "Sezen hadi kızım gel de bavulunu al biraz sonra babanın gönderdiği araba gelecek" dedi.
Ben de gidip bavulumu aldım ve beklemeye başladım. Az sonra siyah lüks bir araba önümüzde durdu. Arabadan bir adam inip usulca adımlar eşliğinde yaklaşmaya başladı. Ayakkabısının topuğunun çıkardığı ses beynimi zonklatıyordu. Köşedeki köpek, havlamasına; rüzgar da ağaçları hışırdatmaya devam ediyordu. O yabancı adam yaklaştıkça içim ürpermeye başlamıştı. Önümüze gelip bize kapıyı açtı ve bavulları bagaja yerleştirdi.
İçeri geçtiğimizde ön koltukta genç bir adam oturuyordu. Genç adam arabaya binmemizle bize doğru döndü ve simsiyah olan gözlüklerini çıkardı. Gözlüklerini çıkarmasıyla dipsiz bir kuyuyu andıran aynı zamanda insanın içine korku salan siyaha çalan koyu kahverengi gözleri ortaya çıktı. Bu adam Mert'e benziyordu. Siyaha çalan koyu kahverengi gözleriyle, beyaz teniyle, kumral saçlarıyla tıpkı Mert gibiydi. Ama yine de o Mert olamazdı.
Bize döndü: "Babanız kendisi gelene kadar size yardımcı olmam için beni görevlendirdi.Şimdi sizi yeni evinize götüreceğim." Sözlerinin ardından önüne döndü. Bu adamın giyim tarzı bile çok garipti, bırak kendinin garip olmasını...
Siyah ceket altına lacivert t-shirt ve siyah kot pantolon giymişti. Aslında sıradan bir kombindi ama buna rağmen çok gizemli görünüyordu ve ben şimdiden bu çocuğu çok merak etmeye başlamıştım.O önüne döndüğü için ben de camdan İzmir'e bakmaya başladım. İzmir çok güzel bir şehirdi. İstanbul'dan başka hiçbir yerde yaşayamazmışım, nefes alamazmışım gibi gelse de galiba bu güzel şehre de alışabilirdim. Bu şehrin sokakları, kaldırımları, hatta sokak lambaları bile yabancıydı bana.
Tatilde hep Çeşmeye gittiğimiz için Çeşme'den başka bir yer bilmiyordum. 'Umarım bu şehre alışırım' diye düşündüm kendi kendime.Biraz zaman geçtikten sonra şehrin çıkışına doğru bir yerde durduk. Önümüzde kocaman bir villa vardı ve diğer evimize kıyasla bayağı büyüktü. Ev sarı renge boyanmış; iki katlı, ikinci katta her yatak odasında bir balkonu olan bir evdi ve benim için de en önemlisi çatı katı ve terası olmasıydı. Buna ne kadar sevinmiş olsam da evin bu kadar büyük olmasına anlam veremiyordum. Acaba annemlerin benden gizledikleri birkaç tane kardeşim mi vardı?
Fakat bu imkansız bir şeydi çünkü ben kardeş istesem de bana bir tane kardeş yapmamışlardı. Nedenini sorduğum halde babam sadece annemi suçlu gösterebilmişti.
Annemse babamın "Bu eve ikiden fazla çocuk fazla" dediğini söylemişti. Ses tonu sitemkâr mıydı, hayal kırıklığıyla mı doluydu hiçbir zaman anlayamadım.
Annem bir kardeşim olursa ona bakamazmış. Neden mi? Çünkü annem hala büyümeyen bir çocukmuş. Ben annemin çocuk bakıp bakamayacağını bilmiyorum ama şunu biliyorum:Annem, babamın bu söylediklerine çok kırıldı ve evde bu konuyu bir daha açtırmadı. Bu yüzden bir kardeşim yok. Misafir kalacak desem de o da olmaz. Neden mi? Çünkü babam yatılı misafir sevmez. O zaman ne olabilirdi ki? Ne olduğunu bilmesem de yakında öğrenecektim.
İçeri girer girmez çatı katına koştum ama gördüğüm şey karşısında yıkılmıştım. Odaya başka biri yerleşmişti. İçeri girdiğimde evde kimse yoktu, kim yerleşmiş olabilirdi ki buraya? Bu beni şok ve bir o kadar da deli etmişti. Öylece yere çöreklenmiştim, halbuki ne hayallerim vardı burasıyla ilgili. Ben bunları düşünürken içeri o garip genç adam girmişti. Adını bilmediğim için ona "donuk" lakabını takmıştım. Soğuğun donuğu. Gösterdiği soğuk davranışlardan dolayı. Ona doğru döndüğüm sırada bana:
"Burası benim odam sizin odanız bir alt katta izninizle sizi götüreyim." demişti. Aramızda en fazla ne kadar yaş farkı olabilirdi ki? Neden sizli konuşuyordu? Yoksa babam mı istemişti bunu? Hiçbir şey bilmiyor sadece donuğu takip ediyordum.
Sonra donuk bir alt kattaki bir odanın kapısını açtı. İçerisi pespembe renge boyanmış ve pembelerle donatılmıştı -halbuki ben pembeyi hiç sevmezdim- Bu işin babamın işi olduğu belliydi. Küçüklüğümden beri beni pembeye alıştırmaya çalıştı. Çünkü ona göre kıza benzemeliymişim biraz. Pembe de kızların rengiymiş ona göre. Ne olmuş ben kırmızıyı, siyahı, maviyi çok seviyorsam. Niye bunlar erkek rengi olmalı ki? Gökyüzü de mavi ama hepimizin gökyüzü. Bence renkler ve zevkler tartışılmamalı bu yüzden. Ama babam hep realist düşündüğü için ona göre tartışılmalı.
Of ya Sezen konuyu nereye getirdin yine.Donuk bana içeriyi gösterdi ve: "Burası sizin için hazırlandı, babanız bilhassa çok uğraştı sizi mutlu etmek için. Dilerseniz hemen yerleşebilirsiniz." dedi. Bu kadar resmiyet fazlaydı ama artık buna bir son vermeliydim. Sinirlenerek donuğa döndüm.
"Donuk...Ay pardon ismin neydi? Benimle resmi konuşmana gerek yok.Ben bundan rahatsız oluyorum, lütfen.Hem zaten aramızda en fazla kaç yaş olabilir ki?" deyip boynumu yana bükmüştüm. O sırada donuk bana doğru döndü ve elini omzuma koydu ardından:
"Tamam o zaman öyle olsun. Benim adım Kerem Atalay. Özel Atalay Hastanesinin ve Atalay Holding'in varisiyim." dedi.
Küçük dilimi yutmuştum resmen. Az önce o ne demişti öyle babamın Başhekim olacağı hastanenin varisi olduğunu mu söylemişti. Yok yok, kesin ben yanlış duymuştum. Eğer öyle olsa neden burda kalsın ki? Hem de neden babam böyle birini görevlendirsin ki...
Donuk bunları söyledikten sonra elini çekmiş ve gülümseyerek bir iki adım atmıştı. Sonra bana dönüp "Aaa unutmadan aramızda iki yaş var ben 19 yaşındayım. Dolayısıyla senden büyüğüm sakın yaşıtız diye düşünüp bana aşık olma! Yoksa üzülen sen olursun. " deyip göz kırpıp sinsi bir gülüş atarak merdivenlerden aşağı inmişti.
Bu çocuk gizemli olduğu kadar gıcık birine benziyordu ve ben bundan hiç hoşlanmamıştım. Bir de ben mi ona aşık olacaktım? Asıl o bana aşık olur be! Hah... Gıcık, uyuz donuk ne olacak!? Yok bundan sonra senin adın donuk, Kerem ismini duyarsan benden şükret...
"Ayyy gıcık işte gıcık," diyerek kendimi pembeler içinde boğulmuş olan yatağıma atmış ve uzun bir süre donuğu görmemek için dua etmeye başlamıştım. Ama yatağımda çok duramamıştım. Acaba babamın dediği şeyleri neden kayıtsız yapıyordu ki? Paraya ihtiyacı var desem olamazdı, koskoca Atalay Holding'in biricik varisiydi sonuçta. O zaman Allah aşkına ne işi vardı bu donuğun bizim evimizde?
2 saat sonra
Aşağı indiğimde annemin önüne insanlar dizilmiş donuk da bir aşağı bir yukarı gidip onlara bir şeyler söylüyordu.Biraz daha yaklaşınca donuk kolunu omzuma koydu ve:
"Bu hanımefendinin adı Sezen. Ona iyi bakın bir dediğini iki etmeyin. " dedi. Az önce bu donuk bana hanımefendi mi demişti? Yok yok ben kesin yanlış duymuştum!
Az önce bana ne diyordu, şimdi ne diyor? Bu çocukta kesin kişilik bozukluğu var ya da çift kişilikli. Konuşmasını bitirdiğinde kolunu omzumdan çekmiş ve gülümseyerek uzaklaşmıştı. Bana gülümsemişti tekrardan. O donuk ruhundan çıkıp bana sıcacık bir gülücük vermişti.
Doğruyu söylemek gerekirse olağanüstü bir yakışıklılığı vardı.
Hele o karın kasları o muhteşem vücudu...
Ayyy ben ne diyorum ya? Kim bu adam ya, kim?Kerem'in ağzından
"Kim bu adam kim?" diyip ayağını yere vurup olduğu yerde zıplamaya bir yandan da omzuna kadar gelen siyah düz saçlarını karıştırmaya başlamıştı. Gerçekten benim kim olduğumu ve neden burada olduğumu çok merak ediyordu. Ama ona bunu şimdi söyleyemezdim. Zaten onu bu halde görmek çok hoşuma gidiyordu.
🍀
Nasıl oldu bu bölüm hakkında çok bir fikrim yok ama inşallah güzel olmuştur.Bir dahaki bölüm çok geçmeden gelecek...Yorum ve vote yapmayı unutmayın:-)Arkadaşlar paragraf konusunda çok fazla eleştiri almam üzerine bölümleri tekrar düzenlemeye başladım.Fakat şunu belirtmek istiyorum.Benim paragraf anlayışıma göre paragraf konuyu ortasında bölmemeli.Ben de bu yüzden paragraf yaparken buna dikkat ediyorum.Son kez düzenledim artık hâla paragraf konusunda şikayeti olan varsa yapacak bir şeyim yok.Diğer bölümleri de en kısa zamanda düzenlemeye çalışıcağım.Hepinize anlayışınız için teşekkürler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bu Sefer Olmaz
Teen FictionHayat dediğimiz şey hep bir şeylere olmaz diyerek ya da şüpheyle yaklaşarak geçirdiğimiz bir döngü değil miydi zaten? Acılar yaşadığımız, ihanetlere uğradığımız bir daha yapmam desem de yine aynı şeyleri yaptığımız bir kısır döngü değil mi? Her şeyi...