Keşfedilmemiş

57 9 5
                                    

ŞİMDİ

Aniden açılan ışık yüzünden gözlerimi bir süre kapalı tuttum. Saat sekiz olduğunda ışıklar otomatik olarak açılıyordu, odada pencere olmadığı için tüm gece süren zifiri karanlıktan sonunda kurtulmuştum. Doğruldum ve etrafıma bakındım. Tabi ki, yine aynı yerdeydim. İki hafta sonra, değişen tek şey yere dağılmış ilaç kutularındaki artış ve belimdeki ağrıydı.

İki hafta önce, ilk görevimde, belki de benden en beklenmeyecek kararı almıştım. O iki adamı saniyeler içinde öldürdüğümde, mucizevi bir şekilde, içimde hiç acı hissetmedim. Sadece öfkeliydim. Malesef ki, sabah kalktığımda, bu öfke yine geçmemişti. Üzerime sel suları gibi artarak geliyordu. Ve ne yapacağımı bilmiyordum.

Ayağa kalktım. Ruby ile dövüş antrenmanı yaptığım için her tarafım ağrıyordu, yine de iki haftada neredeyse hiçbir ilerleme gösterememiştim. Arenaya daha sık çıkıyordum, hatta birkaç kere Agustus ve arkadaşlarına meydan okumuştum. Sıralamam ise hiç değişmemişti, büyük harflerle, en üstte.

Lavaboya girip elimi yüzümü yıkadıktan sonra yeni aldığım bordo kazağı giydim ve yine yeni aldığım kitabı okumaya başladım. Kapıların açılmasına daha saatler vardı.

On ikide kapı açılınca büyük bir zevkle kitabımı yere fırlatarak dışarı fırladım. Ruby ile yemekhane kapısının önünde buluşacaktık. Her şey bir yana, buradaki yemek düzenine hiç alışamamıştım. Kahvaltı yapmayınca çok acıkıyordum, üstelik yemekte her gün aynı şeyler vardı. Patates püresi, köfte, bir çeşit salata ve sandviç. Günlerdir şekerli bir şey yememiştim, ve bu beni çileden çıkarıyordu.

" Demek geldin." diye yakındı Ruby. O bir şekilde her zaman benden önce geliyordu. Oflayarak yanına yaklaştım.

" Bugün pazartesi." Dedi Ruby. Yeni bir hafta başlıyor. "

" Aman ne güzel."

" Böyle karamsar olma! Yeni bir hafta beraberinde çok şey getirebilir."

" Daha fazla patates püresi getireceği kesin..."

Gülüştük. O sırada yemekhane kapısı da açılıyordu. Hemen sıraya girip yemeklerimizi yedik, ve çoğu kişi yemek yerken hızlıca oradan ayrıldık. Her gün yaptığımız gibi minderli alanda çalışmaya başladık. Ruby dövüşte harika sayılmazdı, ama beni eğitmeye çalışıyordu. Savaşlar başlayana kadar dövüşüyorduk, sonra da ben onu güçleri konusunda eğitmeye çalışıyordum. Tabi ben Colin veya Tom gibi becerikli bir öğretmen olmadığım için, Ruby hiçbir şey öğrenemiyordu. Hatta şu aralar savaşlarda yenilmeye başlamıştı.

Arka tarafta arenadan sesler yükselirken, ikimiz oturmuş televizyon seyrediyorduk. İşte o sırada, vicdanım bütün düşüncelerimi bastırdı. Buraya alışmıştım. Artık günlük bir rutinim vardı. Tıpkı diğerleri gibi, her şey bana normal geliyordu. Oysaki benim buradan kurtulma planları yapmam gerekmez miydi? Colin ve Tom' u çok özlemem, her gün ağlamam, çırpınmam, duvarları tekmelemem gerekmez miydi? Peki ben ne yapıyordum? Tam anlamıyla, hiçbir şey. Hayatımın geri kalanında burada yaşamak istemiyordum, ama görünüşe bakılırsa, her ne yaptılarsa işe yaramıştı. Artık onlardan biriydim.

Televizyondaki kadını dinlemeyerek düşündüm. Kaçmak istesem bile, nereye kadar gidebilirdim ki? Her yerde izleniyordum. Kapılar hiç açılmıyordu ve Helen ve Sam' in canı tehlikede oldukça zaten yerimden kıpırdayamazdım.

Peki ya onları kurtarabilseydim?

Güçlerim dışarıdakileri etkilemiyordu. Bunu düşününce tekrar burada tutsak olduğumu anladım. Gördvlilerin hiçbirini görmüyordum. Görsem bile,  onları kontrol edemezdim. Kaçmanın tek yolu, güçlerimi kullanmaktı. Ama bu kocaman salonun dışında olan kimseyle iletişim kuramıyordum. Buraya geldiğim gün odamdaki ekranda yazanları hatırladım. Engelin aşılması neredeyse imkansızdı.

Bir dakika... Neredeyse. Neredeyse imkansızdı.

Bir ihtimal vardı.

Bunu denemeli miydim ki? Ne zaman yapmalıydım? Nasıl yapmalıydım? Yapabilir miydim? Aklım çok karışmıştı. Derin bir nefes aldım. Sakinleşmezsem hiçbir şey yapamazdım. Bu akşam odama girince yapabilirdim, ama tek başıma çok dikkat çekerdim. Burada yapmayı denedim. Bu sefer de diğerlerinin düşünceleri yüzünden odaklanamıyordum. Bir şekilde yalnız olmalı, ama dikkat çekmemeliydim. Veya kameraları ortadan kaldırmalıydım.

Kameralar... odamda sadece bir tane vardı. Her yere bakmıştım ve sadece bir tane görmüştüm. O kamerayı kırabilir veya üzerini bir şey ile kapatabilirdim. Ama bir seyin peşinde olduğumu anlarlardı. Kameranın görmediği bir köşe bulmam gerekecekti. İşte, ilk sorumun cevabı buydu. Gülümsedim. Gerçekten de, bunu yapabilirdim.

Ama nasıl?

Güçlerimi kontrol edemiyordum. Engeli aşmak benim için çok zor bir işti. Gücüm yetmeyebilirdi.

Bir anda aklıma odamdaki ilaçlar geldi. İşe yarayabilirlerdi. Ama bana bir yan etkisi olup olmayacağını bilmiyordum. Çok riskli, ama denemeye değerdi.

" Beatrice, duyuyor musun?"

İrkilerek kendime geldim. Ruby gözümün önünde el sallıyordu.

" Dalmışım." Dedim.

" Wendy bana meydan okudu."

" Wendy mi? O çok güçlü değil mi?"

" Sorunu ne bu kızın? Beni gebertecek!"

" Kendine güven Ruby. Yapabilirsin."

Ruby oflayarak yanımdan ayrıldı, ben de yüzümü arenaya çevirdim. Ruby' nin kaybetmesini gerçekten istemiyordum. Ama yapabilecek bir şeyim yoktu. Öylece arkadaşımın kaybetmesini izledim. Ruby' nin sıralaması gittikçe düşüyordu. Ona yardım da edemiyordum. Tom olsa ona bir sürü şey öğretirdi diye düşündüm ve gülümsedim. O sırada savaş bitmişti. Dikkatimi arenaya verdiğimde, Ruby' nin yerde yattığını gördüm. Etrafımdaki herkes çığlık çığlığaydı. Hemen ayağa kalktım ve arenaya doğru ilerledim. Ruby' ye yardım etmeliydim.

Ben arenaya varamadan zil çaldı ve odaların kapıları açıldı. Herkesin odalara girmesi isteniyordu. Bu emre karşı gelemeyeceğimden odama gittim, ama aklım Ruby' deydi. Ona kötü bir şey olmamasını umdum ve yatağıma oturdum.

O akşam kapılar bir daha açılmadı. Kitap okuyormuş gibi yapıp plan yapıyordum. Birkaç kez engeli aşmayı denemiştim, ama her zamanki gibi, beceremiyordum. Kameranın banyoyu görmediğini fark ettiğimde, beklediğim anın geldiğini anlamıştım. Fazladan ilaç almak engeli aşmamda bana yardımcı olabilirdi, umutluydum, ve gerçekten işe yaramasını istiyordum.

Her yer zifiri karanlıktı. Lavabo tarafına gittim. Kameranın gece görüşü olduğunu tahmin edebiliyordum. El yordamıyla iğne kutularından birini buldum ve içinden iğneyi çıkardım. İlaç iğnenin içine çoktan yerleştirilmişti. Bir dozluk olması için böyle yapıyorlardı. Malesef neredeyse hiçbir şey göremediğimden kazağımı sıyırarak iğneyi rastgele bir yere batırdım. İgneyi batırdığım yer yanmaya başlamıştı. İğneyi yere bırakıp bağdaş kurarak oturdum. İçimde bir şeylerin kıpırdandığını hissedebiliyordum. Çok farklı bir histi. Bir yandan da kötü. Kendimi içine aşırı hava üflenmiş balonlar gibi hissediyordum. Ve bu tür balonlar eninde sonunda, patlardı.

Korkmayacaktım. Gözlerimi kapattım ve odaklandım. Neden bilmiyorum ama, o an sadece Colin' i düşünüyordum. Onun gibi bir ilaç bağımlısı olmak istemiyordum. Bu sadece bir kerelikti. Kendimi zorladım. Colin' in beynine girmeliydim, ama önce buradan çıkmalıydım. Dişlerimi sıktım. Beynim yanıyordu.

Tom' un tavsiyelerine uyup ellerimi havaya kaldırdım. Parmaklarım titriyordu. O kadar berbat bir histi ki! Kısa süre içinde, bütün bedenim titremeye başladı. Kontrolü kaybediyordum. Her yerim uyuşmuştu. Son kez çabaladım. Ve o anda, balonun içinden bütün hava çekildi.

Gözlerimi bir anda açtım. Ölmemiştim. Tam tersine, ayakta duruyordum. Etrafıma baktığımda, garip bir şekilde, karavanda olduğumu fark ettim. Yoksa başarmış mıydım?

Birden, garip olan şeyi fark ettim. Ayaklarıma, ellerime ve tüm vücuduma baktım. Bu vücut bana ait değildi. Baştan aşağı titredim. Düşüdüğüm şeyin olmamış olmasını umarak hemen solumdaki aynaya baktım, ve bakmamla çığlığı koparmam bir oldu.

Karşımdaki, Colin' di.

NE DÜŞÜNÜYORSUN?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin