LEYLA İLE MECNUN 63.BÖLÜM
Herkese iyi akşamlar. Hala dün geceki bölümün etkisinden çıkamadık değil mi?Bende öyle tahmin etmişitm bu yüzden sizlere geçiş bölümü tarzında hafif bir bölüm ekleyerek dün geceki bölümün büyüsünü sürdürmek niyetindeyim. Melis ve Cenkle ilgili haberler ve gelecekle ilgili yayınladığım iki kesiti içeren bölümümüzü keyifle okumanız dileğiyle ekliyorum.Yotrum ve beğenilerinizi bekliyorum.Çok çok öptüm...***********
‘’Kendine iyi bak’’ bir ‘’veda’’ değil ‘’elveda’’ cümlesidir çoğu zaman.
O üç kelime çok daha fazlasını gizler içinde...
‘’Kendine iyi bak. Çünkü bundan sonra ben yanında olmayacağım. Olamayacağım. İstesem de istemesem de.
Sevdim bir zamanlar seni, hala seviyorum ve benden sonrada mutlu olmanı istiyorum. Olur da bir gün dönersem seni iyi bulmak istiyorum.’’
‘’Kendine iyi bak.’’
CAN YÜCEL....
Geçen günlerin ardından yaşananlar herkes için ağır gelmeye başlamıştı. Melis doğumdan sonraki birkaç gün daha hastanede kalmış sonunda doktorların onay vermesi üzerine, evine kucağında kızı ile yalnız dönmüştü. Gerçi annesi, Meltem ve birkaç arkadaşı ona destek vermek için sürekli yanındaydı ama o hayatındaki eksikliğin fakındaydı. Kızı, aylardır gösterdiği sabır sonucunda artık kucağındaydı fakat sevdiği adam, kızının babası yanında yoktu. Bu evden o sabah çıktığında böyle bir geri dönüşü hiç hesaplamamıştı. O kadar kendinden emindi ki...
İlk başlarda kimse onu üzmemek için bir şey sormasa da herkes Cenk’in tamamen gittiğini zaman içerisinde anlamıştı. Melis tüm bu sorular üzerine tek bir cevap vererek ’’Böyle olması gerekiyordu’’demiş herkesin konuşmasını önlemişti.
Melis’in annesi ve babası fazlasıyla kızgındı. Haluk beyle görüşerek bu durumun ayrıntılarını öğrenmeye çalışmışlar ama Haluk Bey; Cenk’ten doğru dürüst bir cevap alamadığı için üzüldüğünü söylemekten başka bir şey yapamamıştı.
Batu ise hem Cenk’e hem Melis’e kızgındı. Ortada bir bebek vardı ve o bebeğin hem annesine hem de babasına ihtiyacı olduğunu biliyordu. Kuzeni daha kendisi çocuktu, şimdi nasıl bir bebeğin sorumluluğunu alacaktı ki?
Gece’nin engellemeleri sonucunda kuzeninin üzerine gitmemiş ama bu durumun peşini bırakmayacağını da söylemeyi ihmal etmemişti.
O gün küçük Lale’nin kırk mevlidi okunacaktı. Tüm bayanlar ve ailenin büyükleri toplanmış dualarla, ilahilerle bebeğin sevincini paylaşıyorlardı.
Melis mevlidden sonra Lale’yi uyutmak için yukarıya çıkarmak istediğinde Meltem ve Gece onun çok yorulduğunu söyleyerek bu işi gönüllü olarak üstlerine almışlardı.
Meltem; beyazlar içindeki minik bebeğe gözleri dolarak bakıyordu. O minicik savunmasız bebek ona ağabeyinin emanetiydi. Simsiyah saçları, kocaman kara gözleri ve daha tam olarak anlaşılamayan mimikleriyle ağabeyinin küçük bir kopyasıydı.
‘’Gece benim kucağımda Lale’nin bir resmini çeksene?’’
‘’Cenk’e mi göndereceksin?’’
‘’Evet. Bugün mevlid olduğunu biliyor. Onu arayıp prenseslere benzediğini söyleyince sesini duyman lazımdı. Burada olmak için her şeyini verecek gibiydi.’’
‘’Melis hala izin vermiyor değil mi gelmesine?’’
‘’Hayır! Kesinlikle istemediğini söyledi, hem de defalarca. Ağabeyimde aptal gibi onu dinliyor. Hayır, anlamıyorum neden bu hale geldiler? Ne yaşamış olurlarsa olsun o bebek Cenk’inde çocuğu. Eğer Melis onu görmek istemiyorsa gelip ağabeyim bende görsün. Ama yok ona da izin vermiyor hanımefendi.’’
‘Meltem kızma ona. Neler yaşadığını bilemeyiz. Ağabeyinde onun kararına saygı gösterdiğine göre belli ki suçlu. Bence sen bu işe karışma. Biraz zaman ver onlara.’’
‘’Bilemiyorum Gece, belki de bu hamilelik beni gittikçe duygusal yaptı. Tamam, ben ağabeyim suçsuz demiyorum kesin o odunlukla yine kızı üzmüştür. Ama bebeğinden ayıracak kadar ne yapmış olabilir ki? Poyraz’ın Dubai’de kalacağını düşündüğüm anlarda bile bir an olsun bebeğinden ayırmayı düşünmedim onu. Bir çocuk için baba farklıdır Gece. Anneye ne kadar muhtaç ve ihtiyaç duyuyorsa babaya da o denli ihtiyacı var. Şimdi hadi küçük, ya büyüdüğünde ne olacak? Babasını sorduğunda ne diyecek Melis? Bunu hesabını verebilecek mi kızına?’’
Gece ne diyeceğini bilememişti. Melis ve Cenk arasında yaşananları o da diğerleri gibi tam olarak bilmiyordu. Ama Cenk’in işlediği bir kabahat üzerine Melis’in böyle bir karar aldığına emindi. Yinede arkadaşının söyledikleri de hak veriyordu. Gece annesinden çok babasını severdi çünkü.
Annesinden daha çok, mutlu anıları babasıyla paylaşmıştı. Yıllar geçse de onun için hep çok özel ve yeri doldurulamaz olacaktı. Yinede Batu’nu bu konudaki katı tutumundan dolayı bir şey diyemiyordu.
‘’Hadi gelin bakalım şöyle, hala yeğen güzel bir resminizi çekeyim.’’ diyerek konuyu değiştirmeyi seçmişti.
Cenk; kaldığı rezidansın penceresinden karşısındaki muhteşem manzaraya bakıyordu. Londra, tüm güzelliği ve tarihi yapısıyla ayaklarının altındaydı. Ama ne bu şehrin güzelliği ne de başka şeyleri umursayacak durumdaydı. Varsa yoksa aklında kızı ve karısı vardı. Meltem’in gönderdiği resimlere geceler boyunca bakıyor kızının her geçen gün değişerek büyüyen halleriyle ondan ayrı kalmak zorunda olduğunu düşündükçe sabahları zor ediyordu.
Burada kaldığı kırk gün boyunca işleri iyice ele almış ve ilk olarak işe Banu ile tüm bağları koparmakla başlamıştı. Şirkete kesinlikle onunla çalışmak istemediğini söylemiş, zaten Banu’yu yakınlarında görmek istemeyen şirket sahibi ise başlarına bela olmasın diye onu kovamamış ama uzak doğu ülkelerinden birine üst düzey bir konumda tayin etmiş ve ömrü boyunca orada kalmasını garantilemişti. Banu, zaten konumunun yükselmesi ve maaşının iyileşmesi üzerine bir daha geri gelmemek şartıyla gitmişti.
Cenk; telefonla Melis ve kızı hakkında sürekli kardeşinden bilgi alıyordu. Onunla ilgili en ufak bir detayı bile bilmek istiyor bazen günde birkaç kez kardeşini arayarak başını ağrıtıyordu. Melis’in hala kızgın olduğunu biliyordu ama bir umut biraz yumuşar ve ona açıklaması için bir fırsat verir diye de beklemekten vazgeçmiyordu. Ama her konuşmada Melis’in kapıları biraz daha kapattığını öğrenmesi üzerine iyice umutları tükeniyordu.
Gerçekten artık hayatında onu istemiyor olabilir miydi? Hayatında ilk ve tek sevdiği erkeğin o olduğunu söylerken, çocukça hislerinin yanılgısına düşmüş ve hiç yoktan hayatını mahvetmiş olabilir miydi? Gerçekten tüm yaşadıklarının üzerine bir çizgi çizip, hayatını o hiç olmamış gibi yaşamaya devam edebilir miydi?
Bunların cevabını duymaktan ölesiye korksa da eğer böyle olduğuna inanırsa onu kendi isteğiyle azat edebilecek miydi?
Ona ilk kez sevmeyi öğreten bu küçük kızı unutarak, bebeğinin yokluğuyla ilelebet yarım bir adam olmayı kaldırabilecek miydi?
Cenk için her şey çok zordu da Melis için kolay mıydı sanki? Her gece yatağına yattığında onun ‘’İyi geceler canım’’diyen sesini duymadan uyumanın ne kadar zor olduğunu bilebilseydi keşke... Halbuki o gecenin iyiliğinden çok, onun canı olma düşüncesinin verdiği mutlulukla gözlerini gülümseyerek kapatırken şimdi tek başına bu soğuk yatakta yatmanın acısıyla kıvranmayı ister miydi?
Ama gururunu ne kadar ayaklar altına alabilirdi ki? Ona her sevdiğini söylediğinde bir kez bile ‘Bende’ diyememiş bir adamla yaşamıştı bunca zamandır. Ondan gelecek sıcak bir sarılmaya içten birkaç sevgi sözcüğüne bu kadar muhtaçken, aldatılmayı, hor görülmeyi bir kenara bırakıp yeni bir başlangıç yapabilir miydi onunla...
Hiç tanımadığı bilmediği bir şehirde o kadınla her gün yüz yüze gelme düşüncesiyle baş edebiliriydi? Her an kocasının onu yarı yolda bırakacağını düşünerek yeniden ona güvenip her şeye rağmen mutluymuş gibi yapıp evcilik oynamaya devam edebilir miydi?
Kızını sadece kendisine istemesi belki de bencillikti evet, ama aylardır yaşadığı haksızlıkları, aşağılanmaları, umursamaz davranışları düşündüğünde onu sadece kendine saklaması, paylaşmak istememesi, ve Cenk’i hayatının hiçbir yerinde istememesi çok mu haksızlıktı? Hayır, bunu Cenk istemişti. O kadına inanarak onu seven karısını görmezden gelip, her fırsatta inciterek ona olan tüm bağlılığını yok etmemiş miydi?
Şimdi elinde kalan sevgi kırıntılarını bir kutuya kapatıp yolunda en başta olması gerektiği gibi yalnız yürümeyi hedeflemiş, tek gayesi kızına iyi bir anne olmaktan ibaret olmuştu. Bu hayatı kendisi seçmişti ve direnebildiği kadarda direnecekti. Ne olursa olsun kararından vazgeçmeyecekti. Kimin ne düşündüğünü önemsemeden sadece doğru hissettiği şeyi yapacak kalbinin sesini susturarak kızının sevgisine sığınacaktı.
Poyraz ve Batu iş çıkışında gelerek karılarını alıp eve götürmek için gelmişlerdi. Melis hepsine birer yorgunluk kahvesi yaparak misafirleriyle ilgilenmeye çalışıyordu.
‘’Melis kahvelerimizi içip gidelim artık, sende yoruldun bugün.
‘’Gece’ciğim sizin için asla yorulmam biliyorsun. Hem bugün sadece kızım için çalıştım ve onun için yorulmak büyük zevk.’’
‘’Vay be kırk gün oldu ha doğalı... Ne çabuk büyüyor yumurcak. Hala inanamıyorum Melis.’’
Poyraz aradan geçen bu kırk günde karısı ile arasını tamamen düzeltmiş ama baskıcı tavırlarından yine de vazgeçememişti. Meltem’in sağlığı için yalıda; sürekli kalan iki yardımcı, bahçe ile ilgilenmesi için bahçıvan, onu istediği yere götürmesi için kapıda her an bekleyen bir şoför ve yalının kapısında bekleyen iki koruma vardı. Meltem tüm bu kalabalıktan bazen sıkılsa da kocasının ona karşı olan aşırı korumacı ve hassas tavırları da hoşuna gitmiyor değildi.
Poyraz ufakta olsa her isteğini yerine getiriyor hiçbir eksiklik yaşamaması için elinden geleni yapıyordu. Özelliklede ağabeyi gittikten sonra...
Çünkü, karısının bu gidişten fazlasıyla etkilendiğinin farkındaydı. Bu eksikliği gidermek için mümkün olduğu sürece onunla ilgileniyor, kardeş özlemi çekip üzülmesine ağlamasına tahammül edemiyordu. Onca yaşadıkları sıkıntıdan sonra yüzü hep gülsün, hep mutlu olsun istiyordu işte...
‘’Melis bir sıkıntın yok değil mi canım? Bak en ufak bir şeyde beni arayabileceğini biliyorsun değil mi? ‘’
‘’Biliyorum Batu. Ama daha öncede dediğim gibi hiçbir ihtiyacım yok. Merak etme param da var. ‘’
‘’İyi, bak sakın o adamdan bir şey kabul etme. İhtiyacın olduğu zaman maddi ya da manevi her şeyi ben hallederim.’’
Meltem, Batu’nun ağabeyine kızgın olduğunu biliyordu ve bu kızgınlığını hiç saklamamıştı. Ama bazen onun söylediklerini Cenk’in yerine üstüne alınıyor dayanamayarak tepki gösteriyordu.
‘’Lale için ağabeyim özel bir hesap açtı ve onun tüm ihtiyaçlarını karşılayacak. Babası olarak bu onun hem görevi hem de hakkı.
‘’Gerek yok. Onun parasına ihtiyacı yok benim yeğenimin, burada dayısı var. Hem teyzem ve eniştemde her daim yanındalar. Yokluğunu parayla kapatmaya çalışmasın, zaten başarmazda.’’
Gece ortamın gerildiğini fark ederek kocasını kulağına doğru eğilmiş;
‘’Lütfen canım.’’ diyerek onu uyarmıştı ama Batu’nun susmaya niyeti yoktu.
‘’Ne var ya? Adam çekip gidiyor, karısını kızını bırakıp yurt dışına yerleşiyor ben de sakince oturup her şeyi kabulleneceğim öyle mi?’’
‘’Batu ağabey, lütfen biz her şeyi konuştuk Cenk’le ve böylesinin daha iyi olduğuna karar verdik. Sende karışma ne olursun. Bu bizim tercihimiz.’’
‘’Senin tercihin.’’
Meltem yine dayanamamış konuşmalara müdahale etmişti.
‘’Ne yani Melis git dedi diye oda çekip gitti öylemi? Nasıl bir baba bu? Sen hamilesin ve Poyraz seni bırakıp Dubai’ye geri dönseydi ve bir daha geri dönmeseydi sadece arada gelip çocuğunu görseydi bundan mutlu olur muydun?’’
‘’Batu ileri gidiyorsun’’ diyen Poyraz ‘ın sesi biraz daha sert çıkmıştı. O tabi ki karısını asla bırakmayı istemezdi ve Dubai’de kalması gerekseydi de her hafta bir yolunu bulur, gelir çocuğunu görürdü. Meltem’e kendini affettirmek için elinden geleni yapardı ama şimdi bunu konuşacak yer ve zaman doğru değildi. Üstelik karısı altı aylık hamileyken...
‘’Biz kalksak iyi olacak biraz yoruldum da...’’ diyen Meltem’in sesi kırgın ve ağlamaklı çıkmıştı. Poyraz ayaklanan karısının elini tutmuş herkese iyi geceler dileyerek onunla beraber kapıya doğru ilerlemişti.
Poyraz ve Meltem gittiğinde Batu bu konu ile Meltem’i boş yere üzdüğünün farkında olarak mahcup olmuştu. Fakat dayanamamıştı işte. Cenk nasıl Meltem’in ağabeyi ise o da Melis’in ağabeyiydi. Ve kardeşini üzen, bırakıp giden bir adama da saygıda kusurda bulunmamak gibi bir niyeti yoktu.
‘’Bizde kalkalım artık Melis, her şey için sağ ol...’’
‘’Ben teşekkür ederim Gece. Yine gelin görüşürüz...’’
Batu sıkıca sarılmıştı Melis’e sanki güç vermek istercesine, sanki yanındayım dercesine... O da eliyle sırtını sıvazlamıştı Batu’nun. Onu anladığını gösterir gibisine ve minnet duyarcasına...
Poyraz o gün önemli bir toplantının ortasındaydı. İstanbul’daki işleri baya bir düzene sokmuş, inşaat işlerinin çoğunu buraya aldırmıştı. Dubai’de babası ve dedesine fazla bir şey bırakmamış yine tüm sorululuğu üzerine almıştı. Aslında fazla çalışarak kendisini yorma hakkını karısı fazlasıyla kullanıyordu ya neyse...
Hamileliği ilerledikçe çocuklaşıyor akla hayale gelmeyecek şeyler yapıyordu. Geçen sabah herkesten habersiz evden çıkıp korumalara yakalanmadan fırına kadar nasıl gittiğini düşündükçe hala kızıyordu. Canı sabahın altısında sıcak simit çeken birisi daha olmazdı herhalde...
Bu yüzden korumaları tembihlemiş her an karısını gölge gibi takip etmelerini istemişti. Toplantı ilerledikçe konu büyüyor gittikçe içinden çıkılmaz bir hal alıyordu. Ama önemli bir işti bu ve mutlaka almaları gerekiyordu. Bu yüzden gözünün önüne gelen yeşil gözleri ve masum yüzü hafızasının arka tarafına itmiş, konsantre olmaya çalışıyordu. Bir anda çalan telefon odadaki hararetli konuşmayı bölmüştü. Poyraz adamlara gülümseyerek;
‘’Özür dilerim ama açmam lazım. Önemli olabilir.’’ Deyip hafifçe yana eğilerek telefona cevap verdi.
‘’Efendim? Ne oldu dedin sen? Tamam, siz başında bekleyin. Dikkat edin. Ben hemen geliyorum.’’
Telefonu kapattıktan sonra yeniden adamlara dönmüş mahcup bir ifadeyle;
‘’Çok özür dilerim ama acil gitmem lazım çok önemli bir durum var.’’demişti.
Adamlardan birisi Poyraz’ın böylesine önemi bir toplantıdan apar topar gitmek istemesine sinirlenmiş, merak ederek dayanmayıp sormuştu.
‘’Poyraz bey çok acil değilse devam edelim, zaten sona yaklaştık. Bu sizin şirketiniz içinde önemli bir iş... Hem bizimde zamanımız kısıtlı. Ne diyorsunuz? Toplantıya devam edecek miyiz yoksa erteliyor musunuz?’’
Poyraz adamların sinirlenmesini anlıyordu ama hayatında işten daha önemli şeyler vardı. Bu tercihini iki ay öncesinde yapmıştı ve değiştirmeye de niyeti yoktu.
‘’Bakın önemli olmasa bırakıp gitmezdim bu toplantıyı. Eğer başka görüşeceğiniz şirketler varsa serbestsiniz yok eğer Zarraf grupla devam etmek ayrıcalığı ile ilgileniyorsanız yarın saat ikide devam edebiliriz. Size iyi günler beyler.’’diyerek masadan kalkarak hızlı adımlarla odayı terk etmişti.
Poyraz ani bir frenle durdurduğu arabasından bir hışımla inmiş yalının kapısına doğru hızlı adımlarla yürümeye başlamıştı. Korumlar; sinirli ve telaşlı olduğu her halinden belli olan patronlarının etrafında bir anda çember oluşturmuşlardı.
‘’Nerede?’’
‘’Arka bahçede efendim.’’
Bir yandan yürüyor bir yandan korumaların anlattıklarını dinliyordu.
‘’Yine de engel olmalıydınız. Ben size gözünüzü ayırmayacaksınız demiştim.’’
‘’Efendim biz çok ısrar ettik, Meltem hanım yapmayın diye yalvardık bile ama bizi dinlemedi nasıl desem eşiniz biraz...’’
‘’İnatçı keçinin teki...’’diye korumanın o an dilinin ucuna kadar gelen ama patronuna bir türlü söyleyemediği cümleyi tamamladı Poyraz.
Korumanın gülmesi üzerine sert bir bakış atarak ona yerini hatırlattı. Poyraz sonuçta onun kocasıydı her istediğini söyleyebilirdi ama bir başkasına asla söyletmezdi. Bu bakıştan ürken koruma hemen bir adım geriye çekilmişti.
Sonunda arka bahçeye gelmiş gövdesine merdiven dayanmış ağacın altından yukarı bakarak bağırmaya başlamıştı,
‘’Meltem çabuk in aşağıya.’’
Meltem Poyraz’a yakalanmanın verdiği telaşla birden oturduğu dalda titremiş az kalsın dengesini kaybedecek duruma gelmişti. Poyraz bunu görünce iyice korkmuştu;
‘’Yavaş ol. Sakın kımıldama, ben geliyorum oraya.’’diyerek merdivenlerden başlayıp ağaca tırmanmaya başlamıştı.Bir yandan da Meltem’e söyleniyordu.
‘’Tok evin aç kedisi. Ben sana ne dedim giderken, rahat duramıyor musun be kadın. Sen beni kalpten mi götüreceksin.’’
Meltem suçlu olduğunu bildiğinden Poyraz’a cevap veremiyordu. Sonunda karısının oturduğu dala ulaşmış ona elini uzatarak hiçbir yara almadan ağaçtan inmesini sağlamıştı.
Korkmuş olduğunu düşündüğü karısının elinden tutup bahçedeki çardağa oturmasını sağlayıp, masadaki suyu bir bardağa koyarak ona uzatmıştı. Meltem suyunu içtikten sonra daha fazla dayanamayarak tekrar bağırmaya başladı.
‘’Meltem evde bir sürü yardımcı ve koruma var, madem erik istedin neden onlardan birisine söylemiyorsun? Kasayla alırlar biliyorsun. Ne diye kozak erikleri koparmak için ağaç tepelerine çıkıyorsun ki? Bazen çocuk gibi oluyorsun.’’
‘’Ama çok canım çekti ne yapayım hem ağaçtan koparıp yemenin tadı başka.’’
‘’O zaman korumalara söyleseydin onlar çıkardı. Sana kendine dikkat et demekten dilimde tüy bitti. Hadi kendini düşünmüyorsun ya oğlumuz, onu da mı önemsemiyorsun? Ya oradan düşseydin, ya sana ya daoğluma bir şey olsaydı ben o zaman ne yapardım?’’
Meltem daha fazla dayanamamış gözyaşlarını serbest bırakmıştı. Zaten son altı aydır tek yaptığı uyumak, yemek ve ağlamaktı. Bu hamilelik iyice dengesini bozmuştu.
Poyraz; gözlerinden inci tanesi gibi yaşlar dökülen karısına baktı. Bunu yapmasından nefret ediyordu. Bu kadına ağız tadıyla bağırmayacak mıydı? Yine onu zayıf noktasından vurmuştu işte. O yemyeşil gözleri kırmızıya bulanmış yağmurlarını akıtmaya başlamıştı. Yavaşça yanına oturdu. Eliyle gözyaşlarını silerek konuşmaya başladı;
‘’Şştt yapma bebeğim ağlama lütfen, sana bağırmak istemedim.’’
‘’Ben senin bebeğin değilim senin bebeğin o. Zaten hep onun yüzünden azar işitiyorum. Canı erik isteyende o, simit isteyende’’diyerek şişkin karnını gösterdi.
Daha geçen hafta canı sıcak simit istediği için sabahın köründe kalkmış korumalara görünmeden evden yarım saat uzaklıktaki fırına gidip yolda simitleri yiye yiye geri gelmişti. Tabi o gelene kadar tüm yalıda kırmızı alarm verilmiş; Poyraz herkesin canına okumuştu.
Doğum yaklaştıkça karısında birde bu kompleksler başlamıştı. Meltem’in bebeklerini ne kadar sevdiğini ve onun doğmasını nasıl sabırsızlıkla beklediğini bilmese gerçekten onu kıskanacağını düşünecekti.
‘’Peki, hep o küçük veledin yüzünden, ama onu sen taşıyorsun yani senden habersiz bir şey yapamaz. Öyle değil mi?’’
Meltem’in başını çocuk gibi ileri geri sallamasıyla devam etti;
‘’Canım şurada son üç ayımız kaldı, zaten ilk aylarımızı kötü geçirdik tam sorunsuz zamanlara girmişken lütfen beni üzme. Tek isteğim kalan zamanı da sağlıklı bir şekilde geçirmeniz.Size bir şey olursa ben yaşayamam ölürüm biliyorsun değil mi?’’
Meltem tekrar ağlamaya başlayıp kocasına sarıldı ama bu kez onu gerçekten telaşlandırıp üzdüğü için ağlıyordu. Biraz sakinleştiğini anladıktan sonra Poyraz bu kez sakince konuşmaya başladı;
‘’Hadi bana söz ver bakalım; Ağaçlara tırmanmak yok. Arabayı gizlice alıp kaçmak yok. Sütünü içmeden kahvaltıdan kalkmak yok...’’
Meltem Poyraz’ın her sözüyle kafasını sallarken son duyduğu şey yüzünü asmasına sebep olmuştu, sütten nefret ediyordu. Çocukluğunda annesi, fazlasıyla içirmiş tiksinmesine sebep olmuştu. Son beş yıldır sade süt içmiyordu . Fakat hamileliği gündeme gelince mecburen bu kuralı yıkmak zorunda kalmıştı. Kocası tüm hizmetlileri tembihliyor o süt içilene kadar başında bekletiyordu.
‘’Ya Poyraz kokuyor ve midem bulanıyor içmesem olmaz mı? Hem bak yoğurt ve peynir yiyorum .’’
‘’Hayır olmaz küçük hanım sütün yerini hiç bir şey tutmaz. Bak dediklerimi yapmazsan bahçe deki ağaçların hepsini kestiririm.Tırmanacak bir şey bulamazsın.’’
Meltem birden ayağa fırladı,
‘Sakın ! Sakın böyle bir şey yapma ,Tek bir ağacın büyümesi için kaç yıl geçiyor sen biliyor musun?Onları kesersen oğlumuz ileride nerede nefes alacak? Babasıyla saklambaç oynarken nereye saklanacak? Yada nereye salıncak kurup onun neşeyle kahkahalar atmasını seyredeceğiz. Hayatta olmaz bir ağaç bir insandır unutma..’’
Poyraz, Meltem’in çevreye duyarlı olduğunu biliyordu. Otelin bahçesini yaparken her bir çiçeğin dikimiyle ilgilenmiş etraftaki doğal güzelliklere dokunulmasını istememişti. Hatta otelin arka bahçesinde uzun bir çam ağacını kestirmemek için restoran kısmının yerini bile değiştirmek için mimarla kavga etmişti. Sonunda restoranın giriş kapısı çam ağacının dallarının altından geçirilmiş planlar yeni hale göre yapılmıştı. Bu kadına zaten bu inadı ve kararlılığı yüzünden aşık olmamış mıydı.
Gülümseyerek ellerinden tuttu.
‘’Tamam sakin ol hiç bir şeyi keseceğim yok. Sadece seni kızdırmak istedim biraz bu konudaki hassasiyetini biliyorum.Ve sana sonuna kadar katılıyorum.Ayrıca ağaç altında yapılacak bir şey daha biliyorum.Göstermemi ister misin?’’diyerek çapkınca gülen kocasına baktı Meltem,
‘’Allah Allah neymiş acaba?’’
‘’Gel gidelim göstereyim.’’
‘’Gidelim bakalım.’’derken bir eliyle de cebine tıkıştırdığı minik eriklerin birisini ağzına attı.
‘’Bak hala kozak erikleri yiyor, Meltem at şunları karnın ağrıyacak..’’
‘’Bir şey olmaz...’’diyerek ağaçların altına doğru koşarken Poyraz arkasından hem bağırıyor hem de gülümsüyordu.
‘Yavaş koşma dedim sana. Bak hiç dinliyor mu? Meltemmm....Yakalarsam kötü olacak... Gel buraya inatçı keçi...’’
********
Saatlerdir aynı bankta oturmuş denizi seyrediyordu genç kadın. Telefonun ne zamandır titrediğini bilmiyordu. Kimse rahatsız etmesin diye sabah sessize almıştı. Ekranda yazan elli beş cevapsız aramanın hepsinin kocasından olduğunu tahmin edebiliyordu hatta ona ulaşamadığı her arama için etrafına okkalı küfürler salladığını da...
Eli bir türlü telefonuna gitmiyordu hem açsa ne diyecekti ki? Ne anlatacaktı ona. Ya da asıl sorun nasıl anlatacaktı.
Annesinin aksine hep küçük hayalleri olmuştu onun. Onu seven bir eş, yapmaktan zevk aldığı bir iş ve bir ya da birkaç tane çocuk...
Kocası çok önceleri ona hamilelikle ilgili bir şaka yapmış otuz yaşında üçüncü çocuklarına hamile kalmasını istediğini söylemişti. O an bunun tuhaf hatta komik olduğunu düşünmüş ama daha yeni sevgili oldukları için onun hayallerine itiraz etmemişti. Fakat nereden bilebilirdi ki bu hayallerin asla gerçekleşmeyeceğini...
Sekiz saat önce;
‘’Gece hanım buyurun oturun lütfen.’’ Diyerek karşısındaki koltuğu göstermişti. Gece tedirgin bir halde oturarak doktorun yüzüne baktı;
‘’Bakın testleri tekrar etmemin bir nedeni vardı bazı şeylerden emin olmalıydım. Kusura bakmayın dünden beri hastaneye gelip gitmek zorunda kaldınız ama dediğim gibi emin olmalıydım ve artık eminim.’’
İşte Gece’nin beklediği an gelmişti. Doktor birazdan ona hamile olduğunu söyleyecekti. Heyecanlımıydı peki? Evet, hem de fazlasıyla...
Aslında herkese daha hazır olmadığını söylese de Lale bebeği her kucağına aldığında içi tuhaf oluyordu. Kalbi hızla atıyor onu koklayıp bebeklerin kendine has kokusunu hissedince içi sanki huzurla doluyordu.
Üstelik şimdi birde en yakın arkadaşı hamileyken içindeki annelik hormonları onu gittikçe zorluyordu. Bir kez Meltem’le doktor gitmiş ultrasonda bebeğin hareketlerini izleyince nefesini sonuna kadar tutmuş gözleri dolmuştu.Son aylarda adet düzensizlikleri başlamıştı ama bu ay tam on gün gecikmişti.Batu’ya bundan hiç bahsetmemişti.Eğer hamileyse ona sürpriz olmasını istiyordu. Batu’nun dile getirmese de ne kadar çok baba olmak istediğini biliyordu. Özellikle Melis’in durumundan dolayı hassas ve tedirgin olan kocasının bu habere çok sevineceğine emindi.
‘’Gece hanım iyi misiniz?’’ doktorun sesiyle daldığı yerden sonunda çıkabilmişti.
‘’İyiyim, peki hamile miyim doktor bey söyleyin artık lütfen..’’
‘’Hayır Gece hanım hamile değilsiniz maalesef. Durum bundan çok daha farklı.’’
Anlamamıştı Gece, hamile değildi orasını anlamıştı ama nasıl farklı bir durumdu ki bu?
‘’Anlayamadım?’’ dedi sessizce;
‘’Bakın Gece hanım sizinle açık konuşacağım.Yapılan testlere ve ultrason muayenelerine göre tüplerinizin %90 oranında tıkalı olduğu anlaşıldı.Bu durumda hemen tedaviye başlamalıyız. Önce tıkalı olan tüpleri ilaç tedavisi uygulayıp normal yumurtlama düzenine geçilmesi sağlanmalı daha sonra durumu tekrar değerlendirip eğer başarı sağlanamadıysa ufak bir operasyon ile tüplere müdahale etmeliyiz.Tabi bunun garantisi yok..Hemen iğleşme olmayabilir. O zamanda tüp bebek tedavisine başlamamız gerekir.Yalnız sizi uyarmalıyım bu çok uzun ve yorucu bir süreç . Anne ve baba adaylarını yoran bazen yıllar süren bir süreç. Sonuç olumlu olabileceği gibi hiçbir zaman çocuk sahibi olamamanızda mümkün...’’
Doktorun söyledikleri kafasında yankılanırken son cümlesi beyninin içinde dolaşıp duruyordu
‘’Çocuğunuz olmayabilir.’’
Nasıl olabilirdi ki böyle bir şey? Kendi annesini düşündü, Allah onun gibi bir kadına bile anne olma şerefini bahşederken kendisinden nasıl esirgerdi? İsyan etmek istemiyordu ama bu haksızlık değil de neydi?
Gözleri dolmuştu. Elleri titremeye başlamış hayatında ilk kez ne yapacağını bilmez bir halde kalakalmıştı.
Doktor kendisine tedavi için bir takvim çıkartmış randevularını vermiş bir an önce tedaviye başlamak gerektiğini özellikle vurgulamıştı.
Hastaneden nasıl çıktığını bilemeden dakikalarca yürümüş en sonunda ayakları bedenini daha fazla taşıyamayacak hale gelince sahilde bir banka yığılıp kalmıştı.
*****
Gözyaşları yanaklarından sıcacık bir halde akıp gidiyordu. Artık kalkıp eve gitmesi gerektiğinin farkındaydı ama kımıldayacak hali yoktu. Eve gidince Batu’nun hesap soracağını da biliyordu ama ne kocasına ne de bir başkasına laf anlatacak hali yoktu tek istediği yatağa yatıp yorganı kafasına çekip sessizice ağlamaya devam etmekti.
O anda yanına oturan başka bir bedenin varlığını hissetti. Kafasını çevirip kim olduğuna bakmasına gerek yoktu kendine has erkeksi kokusunu nerde olsa tanırdı zaten.
‘’İyi misin?’’
Dedi o ses. Sert değildi. Tonunda merak ve endişe vardı sadece. Kafasını kaldırıp yavaşça onun gözlerine baktı. Okyanus kadar derin mavi gözlerine,
Halbuki ne çok isterdi bu gözleri çocuklarında görmeyi...
‘’Ben...bilmiyorum..sanırım değilim. Batu ben...ben..’’ konuşamıyordu işte, nasıl cümleye başlayacağını bilmiyordu.Asla baba olamayacaksın demeye dili varmıyordu.Onun konuşmayacağını hissetmiş gibi ellerinden tutmuştu genç adam,her iki eline de ufak birer öpücük kondurmuş karısının bedenini yavaşça kendisine çevirerek gözlerine bakıp konuşmaya başlamıştı.
‘’Gece’m bak bana! Eğme başını lütfen. Bu dünyada ölümden başka her şeyin çaresi vardır. Bununda var. Birlikte bulacağız çaresini, gerekirse yurt dışına gideceğiz, doktorun söylediği her şeyi yapacağız ve sonunda beraber aşacağız bu günleri. Ben her koşulda hep yanında olacağım seni hiç yalnız bırakmayacağım ve günün birinde istediğimiz çocuklara sahip olacağız.’’
‘’Sen? Nasıl?’’
Neden soruyordu ki sanki? Zarraf adının açamayacağı hiçbir kapı yoktu, Adı gibi emindi ki onu bulmak için hastaneden polise birçok kurumu ayağa kaldırmış herkesi canından bezdirmişti. Az ileride bekleyen ambulans bile kocasının kendisini bulduğunda karşılaşacağı her şeye hazırlıklı olduğunun göstergesiydi.
‘’Ben bilemiyorum Batu, asla anne olamayabilirim. Ben korkuyorum. Hayatımda ilk kez çok korkuyorum. Yıpranmaktan, seni, aşkımızı yıpratmaktan korkuyorum. Sana babalık duygusunu hiç yaşatamamaktan korkuyorum.’’
‘’Hayır böyle bir şey olmayacak tedavin bitince sen anne bende baba olacağım. Düşünki olmadı o zaman yurttan annesiz babasız çocuklardan evlat ediniriz. Hatta bir değil iki tane ediniriz. Onlara sıcak bir yuva vermek en büyük iyilik ve sevap bence.’’
‘’Gerçekten mi?Peki ya soyadın? Onun devamını falan istemeyecek misin?’’
Batu güldü;
‘’Gece ben padişah torunu değilim.Sahip olmak istediğim tek çocuk senin annelik yapacağın çocuk olacak..Ve sakın Gece Zarraf bunun için benden uzaklaşmaya kalkma unutma ben senden daha inatçıyımdır seni asla bırakmam.’’diyerek karısının küçük bedenini kendisine yapıştırdı.Sıkıca sarıldığında göğsünü ıslatan gözyaşlarını fark edip gözlerini dolmasına engel olamamıştı.
Gece ise hayatta bu adamı hak etmek için ne gibi bir iyilik yaptığını bilmiyordu. Ömrü boyunca bunun için şükredecekti. İyice kocasına sokulup onun sıcaklığını doyasıya hissetti. Bu zor süreci beraber atlatacaklardı. Her şeyde olduğu gibi bunu da beraber aşacak çocukları ile mutlu günlere adım atacaklardı.Hiç bir şeyden olmadığı kadar emindi buna...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LEYLA İLE MECNUN
RomanceDubai'den İstanbul'a esen sert ve cazibeli bir rüzgar. Poyraz.... Dubai'nin en zengin ve itibarlı ailelerinden Zarraf'ların en büyük torunu ve varisi... Adı gibi sıcak esen güzel ve naif bir rüzgar.. Meltem...İstanbul'da kendi ayakları üzerinde durm...