Merhaba! Medyada Durukan temsili. Ha, bir de çok sevdiğim bir şarkı. İster şarkıyla okuyun, ister okumayın. Ama okumanız tavsiyemdir.
Yorum ve voteleri unutmayalım!
Fazla diyeceğim bir şey yok, sona uzun, uzun olduğu kadar da önemli bir not bırakacağım o kadar.
İyi okumalar!
--
"Şu peçeteyi uzatır mısın Kerem?"
"Hamile karılar gibisin yemin ediyorum, durmadan sümüklü peçete aşeriyorsun!"
Kereme bir göz devirme yollayıp mırıldandım, "Ben temiz peçete aşeriyorum, doğru konuş." Kerem, Güneşe 'kaç' dercesine bir bakış yolladı. Ah, bu çift... Kaç gündür beni teselli etmek için geliyorlardı. Ama hiçbirinde de başarılı olamıyorlardı. Tabi Keremin ayağı takılıp yere kapaklanması ve Güneşin halay çekerken Keremin üstüne düşmesi hariç. Bir tek o zaman eğlenceli oluyorlardı.
"Bak Aylinciğim, kafatasımızdaki kasların kasılmasına gülmek denir. Bir zahmet kasların kasılsın, olur mu?" Gülemiyordum bile. Sınava ne kadar kalmıştı allasen? Ondan bile emin değildim. Belki birkaç gün, belki de iki. Mezun olmuştuk be. Fotoğraf çekilmiştik. Partiye gitmemiştik belki ama, mezun olmuştuk. Önemli miydi? Gece gündüz soru çözüyordum zaten. Üzüntü beni yalnızlığa, o da soru çözmeye itiyordu. Eh, bu da benim intihar etme yöntemimdi.
"Ay! Ay bana bir şeyler oluyor, tansiyonum yükseldi. Ay, içim bunaldı! Ay, günah bana! Kalk Güneş, tansiyon aleti getir bana."
Güneş, "Allah Allah! Git kendin al, uşağın mı var burada!?" diye bağırınca aklıma Durukan ve ben geldim. Onu düşünmek... Ah, sanırım ölüyordum.
Sessizce yanağımdaki uzun yara izine dokundum. Derindi, kötü görünüyordu. Durukanla kavgamızın üzerinden en az bir hafta geçmişti ve yara izi hala kendini gösteriyordu. Bu aralar annem hiç komşuya gitmediği için ben de sık sık fondöten sürmek zorunda kalıyordum. Şuan yoktu yüzümde tabi.
"Kanka bok gibi görünüyorsun, az fondöten sür."
Güneşe ters ters bakışlar attım, "Çok güzel teselli ediyorsun Güneş! Aferin sana! Bravo! Defolun gidin lan! İstemiyorum sizin sahte tesellilerinizi!"
Güneşin, "Pis ergen!" diye belli belirsizce homurdandığını gördüm. Ardından ikisi de ayağa kalktılar. Kerem, her zamanki salaklığını konuşturup saçlarını savurdu, "Aman be! Sana da iyilik yaramıyor, seni iğrenç halay çekenler grubuma alıyorum. Şimdi defolup gidiyoruz çünkü birazdan bizi geberteceksin. Son olarak... Durukana selamını söyleriz merak etme!"
Tam kapıdan çıkacakken ev terliklerimden birini ona isabet ettirdim, "Bana Durukan deme!"
Bana onu düşündüren şeylerden nefret ediyordum. Mesela kendimden, yanağımdaki yara izinden. En önemlisi de... Hayattan.
Tuzlu gözyaşım yara izime değerken usulca iç çektim. Kalbimdeki acı, şuan tuz ve yara izinin oluşturduğu acıdan daha acıydı. Belki anlamsız bir cümleydi bu, ama benim için büyük anlam taşıyordu.
Kerem ve Güneşte gittiğine göre, yalnız kalmıştım. Yine, yeniden, daima.
Biriyle konuşmaya ihtiyacım vardı. Üstelik şuan özel günümdeydim! On kat daha duygusaldım. Elim, yatağımın üzerinde kaç aydır üvey evlat gibi duran ayıcığıma gitti. Ben aylardır Durukana sarılırdım, onun kollarında güvende hissederdim, ayıcığa gerek duymazdım. Şimdi ya yokluğuna sarılacaktım, ya da elimdeki ayıcığa.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sapık!.
HumorBizim hikayemizin olağanüstü bir güzelliği yoktu. Olağanüstü kişiler, olağanüstü olaylar... Hiçbiri. Ama bizim hikayemizdi ya... Bu en güzeliydi. Bu, o gülünce kalbimin deli gibi çırpınışının, ne kadar kırılırsak kırılalım dönüşümüzün hikayesiydi. B...