Bir süre orada Güneş ile birlikte dikilmiş, şaşkın şaşkın Durukan'a bakmıştık. Ancak her zamanki gibi ilk kendime gelen ben olmuştum. Çünkü ben olmak.
Tamam, şaka.
"Canım arkadaşım, güzel arkadaşım, adı sarı, saçı kara olan melek arkadaşım! Şimdi, hiçbir şey olmamış gibi Durukan'ın önünden geçiyor ve doğru dövmeciye gidiyoruz. IQ seviyen yetti mi anlamaya ağzında bal taşıyan can arkadaşım?"
"Kısaca Durukan'a görünme de diyebilirdin, yavşama."
Kıza bak ya, iltifat ediyoruz bir taraflarından sallıyor. Bir taraflarına sallasam altın yüzük almışım gibi sevinir. Espri yaptım. Bence gülmelisiniz. Hiç mi, peki.
Güneş'i takmayarak koluna girdim ve yürümeye başladık. Zaten kapılarının önünde sadece dikilip telefonunu dikizlediği için bir sorun yoktu ya. Yani hayatta muhattap olmazdık. Hele okulda, tuvalette garip bir şekilde yanıma gelmesinin üzerine hiç muhattap olmak istemiyordu-
"Selam komşu!"
Hay ben senin komşuna! Çok az kalmıştı be, huf!
"Selam yüzündeki pis sırıtışı içe gömmek istediğim, iki metre mahlukat."
"Nereye böyle aceleyle?"
Tam "sana ne" diyordum ki aa bakın burada bir zeytinyağı varmış! "Dövmeciye gidiyoruz. Aylin dövme yaptıracakmış."
Şu an, tam şu an Güneş'e pis pis bakıyordum ve eğer Durukan yanımızda olmasaydı kafa atardım. Cidden.
"Ooo, baya cürretkârsın bakıyorum Aylin Ay."
Ve evet, şu zaman dilinde koyu kahve gözlerine bakan mavi gözlerin sahibi ben oluyordum. Hakkımda hiçbir şey bilmemesine rağmen böyle yorumlar yapması sinir bozucuydu. İlkokul çocukları gibi hissediyordum, oysaki seneye reşit olacaktım! Bana askerlik arkadaşı gibi davranıyordu.
"Neden, ben dövme yaptıramaz mıyım?"
"Gözlerin mezar taşı gibi."
"Ne?"
Bu son söylediği çok ani olmuş ve beni şaşırtmıştı. Güneşe kaçamak bir bakış attım, kavga izler gibi heyecanlı heyecanlı bizi izliyordu. Bi'elinde çekirdeği eksikti. Lütfen, o bir mahalle karısı. O bir Ayşe, Fatma, Hayriye, haydi çifte telliye!
"Yeniden onarılmaya muhtaç yıkıntı gibisin."
O kadar kendinden emin konuşuyordu ki, o benmişim gibi hissediyordum. Hatta göz bebeklerine bakıp, bir an "ben Durukan mıyım?" diye şüphe bile ettim.
"Nasıl bu kadar kesin konuşabiliyorsun?"
"İnsanları iyi okuduğumu daha önce söylemiştim. Bence kork benden." Ve şu an yaptığı hain gülümseme... Biri şunu uçurumdan atsın.
"Size iyi eğlenceler. Yarın dövmeni görmek isterim." Hayır yani göz kırpınca kendini havalı falan mı sanıyorsun?
"Yuh belki."
"Bir de şu ilkokul esprilerini bırak."
"Sensin ilkokul be!"
"Ben de seni." Ve bir kere daha pis pis gülüp göz kırptı. Ben tam üzerine doğru gidecekken de arkasını döndü! Bu aralar bu sahne o kadar sık tekrarlanıyordu ki, sorsanız ezberimdeydi. Ben de Aylinsem bu oyunu bozarım, tatar Aylinim ben be!
"Ben bela okumayı sevmem, Allah selanı versin Durukan!"
Tamam arkasını dönüp cool cool giderken bu saçma afili sözü söylemem sözden daha saçma olabilir ama olsun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sapık!.
ComédieBizim hikayemizin olağanüstü bir güzelliği yoktu. Olağanüstü kişiler, olağanüstü olaylar... Hiçbiri. Ama bizim hikayemizdi ya... Bu en güzeliydi. Bu, o gülünce kalbimin deli gibi çırpınışının, ne kadar kırılırsak kırılalım dönüşümüzün hikayesiydi. B...