Bir ışık yak bu satıra, aydınlansın sayfalar...
♖
"Bizim küçüğümüz sarı çiyan yani Yasmin Yakut, yıllar önce Sanaç Valacan'ı bir gecede terk etmiş."
Barkan kulağıma yaklaştığında değdiği yeri yakan nefesi boynumu buldu.
Tüylerim diken diken olmuştu. Araladığı dudaklarının arasında kanımı donduracak kelimeleri bir çırpıda döktü. "Hatırlarsan ulaşmak istediğin her şey, garip bir şekilde baltalanıyordu. Sen tam buldum derken bulamıyordun, tam yaptım derken yapamıyordun. Sanırım aramızda bir hain var. Bu kişinin kim olduğunu tahmin etmek zor değil."
Yasmin Yakut.
Dostum kelimesinin en çok yakıştığı insan olabilirdi. Bunca zaman boyunca hep yalnız olacağımı düşünürken sanki Allah, yalnız değilsin der gibi onu karşıma çıkarmış, hayatımın merkezine koymuştu. Aklı, güzelliği, bilmişliği Yakut ailesinin ona bir mirasıydı. İmrendiğim, hayranlıkla baktığım bir hayatı vardı.
Yasmin Yakut.
Hayır, sil.
Sanaç Valacan'ı terk eden Yasmin Yakut. Sarı çiyan.
Sanaç Valacan, sadece Türkiye'de değil, dünya basınında da adını sıkça duyuran bir insandı. Son yıllarda magazin gündeminden düşmeyen, Playboy damgası yemiş, ünlü bir ralliciydi. Cemiyet hayatı vardı.
Derin bir nefesi ciğerlerime doldurduğumda göğüs kafesim genişledi. "Şimdi," deyip sakin kalmaya çalıştım. "Doğru anladım, değil mi?" diye sordum. Zihnimde yer edinen her anı bir birine ihanet ediyordu. "Sanaç Valacan denen adamın Bronz'un adamlarından biri olduğunu düşünüyorsun."
Koyu harelerine karanlık bir perde sinmişti. Gözlerinde gördüğüm ifade, tek kelimeyle endişeydi. Endişesi, bunca zaman aramızda bir hain olduğundan değil, bana bir şey olacak düşüncesinden kaynaklanıyordu. "Düşünmüyorum," dedi Barkan. Sesi oldukça keskin çıkıyordu. "Biliyorum."
Bakışlarım bakışlarını deldi. "Nasıl?" diye sordum, açık yüreklilikle. "Nasıl biliyorsun Barkan?" Sesimin seviyesini kısık tuttum. Dilimden çıkan kelimeler bir ok gibi saplanıyordu. "Sen bu bilgilere nereden ve nasıl erişiyorsun?"
Yüzünde yer edinen ifadelerine dikkat kesildim çünkü hiç bir pürüzü kaçırmak istemiyordum. "Bronz'un yüzü, kendisi, kimliği bu denli gizliyken nasıl olur da kendini gazetelerden, ülkenin gündeminden hiç düşürmeyen bir adamla çalışır?" diye sordum. "Sanaç, adım başı magazincilerle geziyor..." Kafamı iki yana olumsuz anlamda salladım. Kızgınlıkla, "Bu kendini tehlikeye atmak olur," dedim.
Barkan'ın donuk yüzü bir buzun erimesi gibi çözüldü ve aniden kaşları çatıldı. "Sen ne zamandan beri Bronz'u düşünüyorsun?" dedi, sesinin altında yatan ima oldukça açıktı. O kadar açıktı ki, bana bundan dolayı sinirlenmeyi ihmâl etmemişti. "Tehlikede olup olmamasından sana ne His? Yüzünü, adını sanını bilmediğin bir adamı neden bu kadar çok kafaya takıyorsun? Böyle birinin var olduğu bile kesin değil!"
Bronz diye birisinin varlığı kesin değildi. Bronz denen kişinin hâlâ yaşadığı bile kesin değildi. Çoktan ölmüş, öldürülmüş olabilirdi. "Onun dostu yok," derken mantıklı kelimeleri bulmaya çalışıyordum. "Herkesin tek bir düşmanı var, o da Bronz. İfşa edilirse ölür. Ölüsü de işime yaramaz."
Barkan Ulusoy yüzümü sakinlikle inceliyor, benim Bronz ile çoktan tanışmış olma ihtimâlimi de göz ardı etmiyordu. Yasmin'in hayatını araştırmıştım. Lâkin geçmişinde Sanaç Valacan'a dair tek bir şey olmadığına emindim. Ne bir fotoğraf ne bir yazı ne de başka bir şey vardı. Ortada yok edilmiş, gizlenmiş bir geçmiş vardı. Her yerden kendilerini silmiş olmalılardı. Yoksa Yasmin'in geçmişi, karşısına mutlaka çıkardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BRONZ SERİSİ
Mystery / Thriller❝El bebek, gül bebek değil; el bebek, öl bebek.❞ Karanlık örgütün kurduğu düzen için doğmuş bir kız çocuğuyken ona verilen en büyük ceza sevgisizlikti. Kaderini kabullendi ve kartını oynadı. O kim miydi? Hisar Alatav. Hayır, sil. His Alatav. Karanl...