Bir ışık yak bu satıra, aydınlansın sayfalar...
♖
BRONZ
Gözlerimi ağır bir şekilde aralayarak açtığımda, etrafımdaki bembeyaz duvarlar ve cihazların ritmik bip sesleri arasında yavaşça kendime gelmeye başladım. Nefesim düzensiz, göğsümde hafif bir sızı vardı. Zihnim bulanık, hatıralarım bir sis perdesinin ardında saklanmıştı. Göz kapaklarım ağırdı, dünyayı netleştirmeye çalıştıkça etrafım daha da berraklaştı. Sol yanımda bir hareket hissettim; gözlerim o yöne kaydı.
Serdal, yüzünde derin bir endişeyle yanı başımda duruyordu. Kendime geldiğimi henüz fark etmemiş, tek bir noktaya odaklanarak, dalıp gitmişti.
"Serdal?" dedim pürüzlü bir sesle.
"Bronz?" Bakışları hızla endişeyle doldu. "Şükür, kendine geldin."
Kendimi toparlamaya çalışarak, boşlukta asılı kalan belirsizlikleri kafamda yerli yerine oturtmaya çalıştım. "Ne oldu?" dedim merakla. Neden buradaydım? Neler olmuştu?
Serdal'ın yüzü ciddileşti, sanki birkaç saniyeliğine bir girdabın içine çekilmiş gibi bakışları yoğunlaştı. "Hatırlamıyor musun?"
Bir an aramıza sessizlik çöktü. Beynim acı dolu bir hatırayı geriye çağırırken, boğazıma koca bir yumru oturmuştu. "En son korkunç bir kalp ağrısı yaşadığımı hatırlıyorum," diye yanıtladım.
Gözleri daha da karardı. Başını hafifçe salladığında söylediklerimi tasdiklercesine, "Doğru hatırlıyorsun," derken bir bıçak kadar keskin, bir ipek kadar yumuşaktı. "Kalp spazmı geçirmişsin."
"Kalp spazmı mı?" dedim geçici bir şey olduğunu anlayarak. "Bir an kalp krizi geçiyorum sanmıştım. O zaman çok önemli değil."
"Bu gidişle o da olacak," dedi Serdal kızgınlıkla. "Kafayı mı yedin Bronz sen? Kontrollere gitmemekte neyin nesi? Üstelik doktorlar kan değerlerinin oldukça kötü olduğunu söyledi."
O kadar yorgundum ki bu tartışmanın sonunu bile düşünemiyordum. Bitkin bir nefes alarak cevap verdim. "Sanaç bitti bir de sen başlama." Kafamı iki yana salladım. "Hastaneye düşecek kadar kötü bir şey yok."
Sanaç, odanın kapısından içeri girerken yüzünde alaycı bir gülümseme vardı. Her zamanki rahat tavırları, bu kasvetli ortamın üzerine sinmişti. Elindeki kocaman çiçek buketiyle odaya adım attığında, yüzündeki ifade bir an bile ciddileşmemişti.
"Bronz uyanır uyanmaz beni mi çağırdı ne?" diye sordu, sanki odanın içinde dönen gerilimi dağıtmak istercesine.
"Seni çağırdığım falan yok, Sanaç." Yorgunluk her kelimeme işlemişti, sanki konuşmak bile bana fazla geliyordu.
"Var var," diye devam etti Sanaç, elindeki çiçeği bana doğru sallayarak. "Bak ,elimde çiçeğimle geldim. Gözünü açarsan seni çiçekle karşılayayım diye."
Gözlerimi devirdim, bu yoğun neşeyi kaldıracak gücüm yoktu. "Biriniz doktoru çağırın, buradan çıkmak istiyorum," derken huysuzluğum artık saklanamaz hâle gelmişti.
Sanaç, benim bu isteksizliğimi anlamazlıktan gelerek, sanki yıllardır bu anı beklemiş gibi yanıt verdi. "Çıkamazsın. Doktorun en az üç gün istirahat etmen gerektiğini dile getirdi."
"Saçmalama," diye itiraz ettim, damarlarımdaki kanın hızlandığını hissederek. "Ben üç gün boyunca tatil bile yapmadım!"
"His'le üç gün kayak yapmasını biliyorsun!" dedi Sanaç sitemle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BRONZ SERİSİ
Mystery / Thriller❝El bebek, gül bebek değil; el bebek, öl bebek.❞ Karanlık örgütün kurduğu düzen için doğmuş bir kız çocuğuyken ona verilen en büyük ceza sevgisizlikti. Kaderini kabullendi ve kartını oynadı. O kim miydi? Hisar Alatav. Hayır, sil. His Alatav. Karanl...