Bir ışık yak bu satıra, aydınlansın sayfalar...
♖
Bir ışık yakma bu satırlara aydınlanmasın sayfalar, seninle aynı ortamda olmaktan mutlu değilim, kız çocuğu. Yemekleri seninle yemek benim için bir eziyet. Senin yüzünden kendimden nefret ediyorum. Haris kızdığı için masada oğluma yakın olamıyorum. Bu benim için ne kadar zor biliyor musun? Üstelik oğlumun en sevdiği şey kızartılmış ekmeğin üstüne sürülmüş yağ ve bal. Her sabah özenle oğluma yediririm, sen de yemek istemiştin ama oğlumun hakkını yedirmeyeceğimi babana söylemiştim. Sen yemediğin için ağladın, ağladığın için baban bana kızdı ve ballı ekmekler yapmamı yasakladı. Oğluma kendi ellerimle yediremiyorum.
Bir an önce git bu evden, oğluma annelik yapamıyorum, kız çocuğu.
Seni hiç istemiyorum.
Parmaklar en büyük sihirdir, derler. Bir silahın tetiğe basılıp kurşunun yuvasından çıkma süresi, karşımdaki adamın silahın tetiğe basıp üstüme ardı ardına kurşunları yağdırmasının süresiyle kesinlikle aynı değildi.
Yirmi beş yıllık hayatımda, silahın ilk kez bu kadar hızlı, çevik ve mekanik bir şekilde kullanıldığını görüyordum. Avuçlarının arasındaki silah otomatik bir silah değildi. Manuel olarak parmaklarıyla kontrol ediyordu ve daha önce görmediğim bu sihir onun bir yeteneği gibiydi.
Havada duran elimin arasında tuttuğum oyuncak pilli bebek delik deşik olmuştu.
"The Puppeteer?" diye fısıldadım.
O, kendinden çoktan geçmiş, kurşunları üzerime yağmur gibi yağdırıyordu. Şimşek etkisi yaratırken gürültülü bir sesle, "Safa! Bahsettiğin kişi değilim!" dedim.
Kulağım, kurşunların yuvadan ayrılışını çıplak bir şekilde işittiği için kulak zarım neredeyse yırtılacaktı. Elindeki silah öylesine bir silah değildi, ağır ve özel üretimdi.
"Kuklacı değilim. Kendinde değilsin, ateşi kes!"
Parmaklarını silahtan ayırmadı. "Gözleriniz," dedi, kısık çıkan mırıltıyla. Harelerine mürekkebin sıvısı damlamış gibi koyulaştı,elindeki silahın hedef tahtası bendim. "Gözleriniz aynı."
"O silahını indir!" dedim. Belime koymuş olduğum bıçakları çıkarmak için hamle yapmak istiyordum fakat fazladan nefes alsam, beni delik deşik edecekti. "Bunu benim yapmamı istemezsin!"
Beyazlığı kızarmış gözleri, şeytani duyguları aratmıyordu. "Elindeki..." dedi, nefret kuyusuna düşmüş harflerle. Kukla artık bende değildi. Kurşunların etkisinden çoktan yere düşürmüştüm. "Elindekinden daha önce gördüm. Bunu bana sen vermiştin! Sen verdin! Yüzümü almak istedin! Yüzümü almak istedin!"
Tekrar tetiğe basmadan ani refleksimle elindeki silaha tekme attım. Sert vuruşumdan dolayı, eli sendelerken kurşunun yönü değişti. "Ben değilim! Değilim! Değilim! Değilim!" diye bağırmam etki etmemiş, kurşun arkamdaki büyük vitrine saplanmıştı.
Değilim. Değilim. Değilim. Zihnimden dilime akan tek şey buydu. Çığlık çığlığa bunu söyleyip duruyordum. "Şşşş, sakin ol Hisar," diyen ses zihnime sızdı. Komuta uydum. "Tehlike saçıyor, uzak durun." Bunu benim için söylüyordu. Fakat hâkimiyetini kaybettiğim zihnimle hiçbir şey duyamıyordum.
Eski anıların içinde boğuldum ve tekrar nefes alabilmek için oraya sürüklendim.
Bulunduğum yer ruhum gibi kapkaranlıktı. Karanlıkta duramazdım. Karanlıkta durursam karanlık olurdum. Hoparlörden çıkan ses, "El bebek gül bebek değil, el bebek öl bebeksin," dedi. Kafamı hızlıca iki yana salladım. "Değilim," diye fısıldadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BRONZ SERİSİ
Mystery / Thriller❝El bebek, gül bebek değil; el bebek, öl bebek.❞ Karanlık örgütün kurduğu düzen için doğmuş bir kız çocuğuyken ona verilen en büyük ceza sevgisizlikti. Kaderini kabullendi ve kartını oynadı. O kim miydi? Hisar Alatav. Hayır, sil. His Alatav. Karanl...